Dursun SİVRİ
Cemaat mi cemiyet mi?
Cemaat ve cemiyet kavramları şu günlerde dünyanın gündemindedir.
Cemaat denilince ne anlaşılıyor?
Cemiyet denilince ne anlaşılıyor?
Biri pozitif algılanırken diğeri negatif?
Gerçek anlam ile toplumdaki algılama her zaman örtüşmez.
Çoğu zaman hüküm anlam üzerinden olmayıp algı üzerinden verilir. Eski deyimle, lügât anlamı ile ıstılahî mânâ farklı olabilir.
Mısır’da başlayan sosyal olayların adına ister sivil itaatsizlik denilsin ister kalkışma denilsin dikkatleri “İhvan-ı Müslümin” olarak bilinen “Müslüman Kardeşler” grubuna çevirdi. Cemaat mi, cemiyet mi tartışmasını da beraberinde getirdi.
“Cemaat” olumlu çağrışıma, “Cemiyet” ise olumsuz çağrışımlara sebep olabiliyor bazen.
Sivil toplum öneminin genel kabul gördüğü bir dönemde “cemiyet”e olumsuz anlam yüklemenin sebebini anlamak mümkün değildir. Her sivil toplum kuruluşu bir cemiyettir. Olumluluk veya olumsuzluk faaliyet amacı, etkileri ve sonuçları ile ortaya çıkar.
Risale-i Nur hareketinin başlangıç tarihi sayılan Bediüzzaman Said Nursi’nin Barla hayatını baz alırsak, hiçbir cemiyetle alâkası olmadığı halde Eskişehir mahkemesinde “siyasi cemiyet” isnadı ile yargılanmıştır.
1943 Denizli mahkemesi, 1947 Afyon mahkemesi ile başlayan aynı iddia ve isnatlar Risale-i Nur hareketinin her döneminde tekrar be tekrar süregelmiştir. İki bini geçen dava ve mahkemelerin dava konusu aynıdır.
Suç; “siyasi cemiyet…” Hiçbir zaman bu suç ispatlanamamış ve bu siyasi cemiyet suçlamasından dolayı hüküm verilememiştir. Aslında maksat başka bahane başka olduğu, zamanın politikalarından anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman’ın feraseti, basireti ve inayet-i ilâhi ile o kadar ileridir ki, tek parti döneminin, baskıcı rejimin yargısız infazların fütursuzca işlendiği dehşetli dönemlerin bin bir engelleri ve labirentleri arasından Risale-İ Nur külliyatının telifini tamamlamıştır. Sahabe misal mümtaz bir nur camiasını netice vermiş. Eserler 40 dile tercüme edilmiş. Yürürlükte olan yasalarının çok katmanlı engelleri arasından insanların akıllarına ve kalplerine ulaşabilmiştir.
Aynı dönemlerde İslâm coğrafyasında “ihvan” hareketi de başlamıştır. Büyük bedeller ödemiş, şehitler vermiştir.
Risale hareketinden farkı, tarz olarak herkesçe bilinen siyasi iktidara oynamasıdır. Ağır bedeller ödemiştir. Bedel ödemek elbette hareketin yanlışlığı anlamına gelmez. Ancak din adına çıkması, dinin siyasetin aracı gibi algılanması sonuçlarını doğurmuştur. Her zaman hâkim iktidarın hedefi olmuştur.
İhvan-ı Müslümin cereyanının Türkiye’de etkileri ve izleri olmuştur. Kamuoyundaki tanım “siyasal İslâm” olarak kendini göstermiştir. 1970’li yılların başından1990’lı yılların ortasında kuvvetli rüzgâr olarak hissedilmiştir. Sonra bilinen değişim ve ayrışmalar yaşanmıştır.
Bugün Türkiye’nin en tepe noktalarında karar verici olarak görev olan etkin aktörlerin dünün siyasal İslâm hareketinin içinde yer aldıkları herkesin mâlumudur. Belki deneme yanılma sonuçlarından çıkarım veya başka saiklerden, 30 yılı aşan tecrübelerin sonunda bu noktaya gelmişlerdir. “Din adına siyaset yapılmaz, yapılmamalı” noktasına rotayı düzelterek başarıya ulaşmışlardır.
Şimdi cemaat mi cemiyet mi kavramları konusuna gelelim.
Cemiyet de cemaat de aynı kökten geliyor. Cem olmak, toplanmak, birlikteliktir. İnsaniyetin gereğidir. Dinimizin de emri ve teşvikidir.
Derneklerin asıl adı cemiyettir. Dernek sonradan uydurulmuş “uyduruk” bir kelimedir. Asıl adı cemiyettir.
Bütün mesele siyasi cemiyet olup olmadığı noktasında düğümleniyor. Yani iktidar aracı olup olmama meselesidir.
Cemiyetlerin siyasi amaç gütmeleri de normal bir durumdur.
Kritik durum “din adına siyasi cemiyet” veya “dini siyasete alet ederek cemiyet oluşturmak” konusudur.
Risale yaklaşımı burada keskin bir duruş ortaya koyuyor.
“Din umumun malıdır”, dinin siyasi amaç için kullanılması dine en büyük zarardır.
Açıkça siyasetin arka bahçesi konumundaki örgütlenmelerin ne hukuki ne sosyal, ne de insani bir suç unsuru olamaz.
Yasaların sınırları içinde zarar ve şiddet unsuru taşımadıkça suç sayılamaz.
Cemaatlerin, tarikatların siyasileşmesi, siyasilerin oy deposu olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Burada hem siyasilerin hem cemaat adına karar vericilerin sorumluluğu vardır.
Cemaatleri oluşturanlar da insanlardır. Cemiyetin de mensubudurlar. İktidarın imkânları, makam, şöhret herkesi etkilediği gibi cemaat mensubu insanları da etkilemektedir. Siyasilerin insanların bu zayıf damarlarını işleterek cemaatleri de menfaatlerine basamak yaptıkları da bilinmektedir.
Şimdi Mısır’daki olaylara cemaat ve cemiyet perspektifinde bakacak olursak. Mısır’da siyasi olarak sonuç alamayan ihvan, dini tebliğ faaliyetlerini içe kapalı kesintisiz sürdürmüş, güçlü organizasyon olarak yerini korumuştur. Tarihinde büyük bedeller ödemiş, hareketin fikri ve mânevi lideri Hasan El Benna genç yaşta idam edilerek şehid edilmiştir.
İsrail’e ileri karakol misyonu ile İslâm dünyasını etki altında tutmak için şeyhleri ve kralları kontrolünde tutan Amerika ve Avrupa ülkelerinin tezgâhı miadını doldurmuştur.
Hak ve özgürlükler temeline dayanan baş kaldırı bir cemiyet olayıdır. İçinde “din” öğesi araç olmamakla birlikte inanç faktörü de etkinin dışında sayılmaz.
Üstad Bediüzzaman, “cemiyet” kavramını asla menfi bir tanımlama içinde kullanmamıştır. Mahkemeye verdiği savunmada; bakın cemiyet tanımında nasıl bir çerçeve çiziyor?
“Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve hergün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar evet biz cemiyetiz” diyor.
Yine Hür Adam filmi hakkında yapılan yorumlar vesilesi ile gündeme gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve M. Kemal’e verdiği beyannamede millet meclisinin şahsı mânevisini cemaatin şahsı mânevisi olarak aynı anlamda ele almıştır. Millet meclisinin bir cemaat ruhuna sahip olduğunu ifade etmiştir. Ve meclis şahs-ı mânevisinin hilâfetin mânâsını deruhte ettiğini (yerine getirdiğini) söylüyor.
Şimdi cemaat nedir cemiyet nedir? Ona bakalım.
Her cemaat bir cemiyettir, her cemiyet de bir cemaattir denilebilir.
“Dini cemaatler maksatta ittihat etmelidirler. Meslek ve meşrepte ittihat mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Nemelazımcı ve taklit kapısını açar” diyor Üstad Bediüzzaman. Cemaatler yöntem ve pratiklerde kolay işbirliği ile hizmet eden organizasyonlardır. İnformal açık eğitim ve öğretim yapan her kesimi içine alan sosyal yapılardır. Müspet rekabet içinde motivasyon için farklı cemaatlerin olması çok yönlü hizmet yapılmaktadır.
Mâna ve maksat önemlidir. İsim ve resim değil.
Dini cemaatler siyasi cemiyet suçlamaları ile pasifize edilmiş nötr bir hale getirilmiştir.
Bu pasifliğin cemaat dışı etkenler olduğu gibi kendi iç dinamiklerinin de etkisi vardır.
Halbuki, cemaatler siyasete eklemlenmeden, endekslenmeden ilmi ve fikri olarak sosyal hadiselere karşı pozisyon alabilirler. Görüşlerini açıklayabilirler ve açıklamalıdır. Meşruiyet içinde toplu duruş ortaya koyabilirler. İşte sosyal bir yapı olarak sosyal olayların figürü, nesnesi olamaz öznesi olabilir, olmalıdır. Siyasetin arkasında izleyici olmakla sosyal hadiselerin akışında fikir sahibi olmak görünüşü benzer ise de özü farklıdır.
Müspet hareket sınırları içinde yanlışa yanlış ve dur deme bağlamında dahi tepki vermeyen hâle dönüştürülmüştür. Siyasal İslâm yaklaşımının ifrat tutumlarına karşı duralım derken hiçbir yanlışa tepki vermeyen nemelazımcı, pasif, nötr bir yapı toplum mühendisliğinin projesidir. “Yani kıl beşi karıştırma işi” deyip dini sosyal hayatın tüm alanlarından çıkarma projesidir ki, halkı sürü yerine koymaktır.
Özellikle darbe ve muhtıra dönemlerinde laiklik adına baskıcı uygulamalara sessiz kalınması din ve vicdan hürriyetinin kısıtlanmalarına meydan vermiştir. Tepkiler sadece seçim sandıklarında gösterilmiş arkasında yeteri kadar durulamamıştır.
Eğer darbecilerin keyfi uygulamalarına Ankara’da bir iki milyon insan bir araya gelseydi –ki hiç de hayal değil- bakın siz sonuçlarına. “Nemelazım başkası düşünsün istibdatın yâdigârıdır… Eğer bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehli hamiyeti müstebit yapar…” diyor Bediüzzaman. Hak aramanın meşruiyet sınırları içinde kalmak şartıyla önemine işaret etmektedir. Cemaatlerin gereğinden fazla pasif duruşu baskıcı rejimi cesaretlendirmektedir.
Bediüzzaman’ın “Cemiyetin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım…” sözü de cemiyete verdiği önemle cemaate verdiği önemin aynı olduğunun göstergesidir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.