Cemaatle kılınan namazda bulunan mana
Günlük Risale-i Nur dersi...
İşte şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.
İşte hacda pek kesretli denilmesi, şu sırdandır. Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için, bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lûtfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmî de olsa, kat-ı merâtib etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvânıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftâhıyla açılan merâtib-i külliye-i Rubûbiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve merâtib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyâtın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rubûbiyet ile teskin edilebilir ve onunla o merâtib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvere ilân edilebilir.
Hacdan sonra, şu mânâ-i ulvî ve küllî, muhtelif derecelerde, bayram namazında, yağmur namazında, husûf küsûf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte, şeâir-i İslâmiyenin, velev Sünnet kabîlinden dahi olsa, ehemmiyeti şu sırdandır.
Bediüzzaman Said Nursi
1-Allah en yüce ve en büyüktür.
2-Ancak Sana kulluk ederiz. (Fâtiha Sûresi: 5.)
3-Hazînelerini kef ve nun'un arasına koyan (herşeyi bir "kün" emri ile yaratan) Allah, her türlü kusurdan münezzehtir.
4-Şânı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döneceksiniz. (Yâsin Sûresi: 83.)
5-Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
SÖZLÜK:
Mİ\'RAC : Merdiven; yükselecek yer; Peygamberimizin (a.s.m.) Cenâb-ı Hakk\'ın huzuruna ruhen, cismen ve hâlen çıkması mu\'cizesi.
SÂBIK : Geçen, geçen devre, geçmiş, daha önce, önceki, evvelki.
MAHZ-I LÜTUF : İyilik ve ihsanın tâ kendisi.
TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.
MERTEBE-İ KÜLLİYE-İ UBÛDİYET : Kulluğun geniş, umumî ve büyük mertebesi.
HAREKÂT-I SALÂTİYE : Namazdaki hareketler.
KAT'-I MERATİB : Mertebeleri aşıp geçme.
TERAKKİYAT-I MÂNEVÎYE : Mânevî ilerleme, yükselme.
DEVÂİR-İ KÜLLİYE : Geniş ve umumî daireler.
CÜZ\'İYÂT : Parçaya ait olan şeyler, ufak tefek şeyler.
KEMÂLÂT-I KİBRİYÂ : Sonsuz büyüklük sâhibi Allah\'ın kemâlâtı.
MÜCMEL : Kısa, öz, muhtasar, sözü az mânâsı çok.
BİLASÂLE : Bizzat, kendisi, eli ile, başkasını vâsıta etmeden, asâletiyle.
YEVM-İ MAHSUS : Özel gün.
FERÎK : General, korgeneral, tümgeneral.
AKTÂR-I ARZ : Yeryüzünün her tarafı.
MÜŞERREF : Şereflenen.
MİFTÂH : Anahtar.
MERÂTİB-İ KÜLLİYET : Bütünlüğün mertebeleri. Geniş ve yüce makamlar.
ÂFÂK-I AZAMET-İ ULÛHİYET : İlâhlığın büyüklüğünün ufukları, dereceleri.
MERÂTİB-İ KİBRİYÂ : Büyüklük mertebeleri.
UFK-U TECELLİYÂT : Tecellîlerin, görüntülerin ufku.
MERÂTİB-İ MÜNKEŞİFE-İ MEŞHUDE : Görünen, açılıp genişleyen mertebeler.
MUTASAVVER : Tasavvur edilmiş, yapılması düşünülmüş, hatırdan geçen.
MÂNÂ-İ ULVİ : Yüksek ve yüce mana.