Şahin DOĞAN
‘Cemaatlerin ortak arızaları’
Başlık benim değil Prof. Mustafa Öztürk’ün geçen hafta Karar Gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı. Bu yazısında Türkiye’deki cemaatlerin acil ıslah ve onarım gerektiren bazı müşterek arızalarını 10 maddede sıralıyor Öztürk. Bu arızalar içerisinde akl-ı selim ile düşünen her insanın katılacağı bazı nazik hususların olduğunu söylemek hakkaniyet ilkesinin gereği. Ancak yazının bütününe hakim olan toptancı bakış o nazik hususları gölgede bırakacak nitelikte. Yazı, sanki cemaatlerin hiçbir güzelliği yok, hepsi kötü yapılarmış intibaı uyandırıyor insanda. “Safi zihinleri idlal etme” tehlikesi gereğince mezkur 10 maddeyi burada sıralamayacağız. Dileyenler yazıyı bulup okuyabilir. Burada o maddeler içerisinde bir-iki tanesi var ki son zamanlarda çok sık rastladığımız FETÖ üzerinden özelde Nur cemaatlerini genelde bütün cemaat ve tarikatları mahkum etme gafletini konu alıyor.
Bütün Cemaatler “Haşhaşi” ve “mankurt”
“Cemaatlerde farklı ses ve söyleme, girintili çıkıntılı düşünceye izin vermemek esastır. Keza cemaat tarafından tavsiye edilenler dışındaki hemen bütün eserler “yasak yayın” kapsamındadır. Gerek aykırı/çatlak ses çıkaran gerekse “yasak yayın” okuyan kişinin başına tokmak indirmek tüm cemaatlerin olmazsa olmazlarındandır. Bu itibarla Hâşhâşîlik ve mankurtluğun FETÖ’ye mahsus bir arıza olmadığı açıktır.”
Yani sadece FETÖ değil diğer bütün cemaatler de bir parça “Hâşhâşî” ve “mankurt”. Öztürk’ün ülkedeki milyonlarca mensubu bulunan bütün İslami cemaatlere reva gördüğü konum bundan ibaret. Peki bu vasıflara ilave olarak diğer bir maddede Nur Cemaatleri ve Risale-i Nurlar için reva gördüğü konum nasılmış? birlikte okuyoruz:
“Kendileri çalar, kendileri oynar”
“Cemaatlerdeki bir diğer ortak özellik dinin ateist, nihilist çevrelerden ziyade dindar zümrelere ya da birbirlerine anlatılmasında kendini gösterir. Sözgelimi, vaktiyle Türkiye’de moda fikir akımı haline gelen vülger materyalizm dalgasına karşı, benzer argümanlardan hareketle imanın gerekliğini vurgulamak için yazılan bir dizi eser, irili ufaklı muhtelif gruplar tarafından senelerdir salt grup üyeleri arasında okunmaktadır. Bu durum “Kendileri çalar, kendileri oynar” sözünü hatırlatmaktadır.”
Bu ifadelerde doğrudan doğruya özellikle Nur cemaatleri ve Risale-i Nurların hedef alındığı çok açık. Evet, sayın Öztürk’ün gözünde Nur Cemaatleri arasında okunan Risale-i Nur uygulaması “kendileri çalar, kendileri oynar” kabilinden bir şey. Öztürk, Risale-i Nurların sadece Nur cemaatleri arasında okunduğunu söylüyor. Eğer bu iddia doğruysa Risale-i Nurların 60’a yakın dünya dillerine tercüme edilmesini ve Cuma hutbelerinde okunmasını ne ile izah edecek çok merak ediyorum.
Cemaatler emniyet sigortası
Cemaat ve tarikatlar bu ülkede birer emniyet supabı. Daha doğrusu emniyet sigortası. Onları yok saymak veya yok saymak için ön-ayak olmak altından kalkılması imkansız bir vebal. Selçuklu ve Osmanlı’dan bu yana dini yaşam -bilhassa sivil alanda- cemaat ve tarikatlar sayesinde günümüze kadar gelebildi. Tarih boyunca bazı devletlerin zaman zaman tahrif boyutuna varan şiddetli müdahalelerine rağmen sahih İslam’ın biricik taşıyıcısı cemaatler ve tarikatlar oldu. Yorum farkından kaynaklanan İtikadi [teolojik] bazı problemleri bahane ederek onları tümüyle ortadan kaldırmaya kalkışmak veya böyle bir teşebbüse yardımcı olmak kelimenin en yalın haliyle sosyolojik bir intihardır. Cumhuriyeti kuran elit (!) kadro bunu çok denedi ama netice ortada. Kemalizm’in akıl almaz baskılarına rağmen bugün ortada bir İslami yaşam pratiği varsa bunu, cemaatlerin faaliyetlerine borçlu olduğumuz kuşku götürmez bir gerçektir.
Cemaatlerin yerine Mealcilik ve Tarihselcilik mi?
15 Temmuz menfur darbe girişiminden sonra başlayan en büyük tehlike Yusuf Kaplan’ın ısrarla işaret ettiği üzere cemaat ve tarikatların bombalanması ve bunu karşılık Kemalizm ve laikliğin pompalanmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için modernist eğilimli bazı ilahiyatçılar ile Kurancılar/mealciler lojistik güç olarak çok sinsi bir şekilde kullanılıyor. Aslında amaç cemaatler ve tarikatlar değil bunların beşeri bazı hata, arıza ve zaafları üzerinden bütün bir İslami yaşam pratiğinin altına dinamit döşemektir. M. Öztürk ve İslamoğlu gibileri -bilerek veya bilmeyerek- [bizce bal gibi bilerek] bu sinsi emele alet olmuş gibi görünüyor. Bindikleri dalı kesiyorlar ama farkında değiller sanki. Bunlara sormak lazım: Bu cemaat ve tarikatları lağvettikten sonra bunların temsil ettiği sosyolojik pratiğin yerine ne koymayı düşünüyorsunuz? İslam Tarihinin hiçbir döneminde ve Müslüman coğrafyanın hiçbir havzasında münbit bir zemin bulamayan köksüz ve kuru bir mealciliği mi? Veya başta Kur’an’ın yüce ahkamı olmak üzere bütün İslam’ı zımnen bitmiş, miadı dolmuş ve geçmişte kalmış bir kültür yığını olarak gören tarihselciliği mi?
Temel sebep kıskançlık
İşin aslına bakılırsa cemaat ve tarikatlere cephe almak AK Parti tabanının yarısından fazlasını teşkil eden koca bir dindar/muhafazakar kitleye cephe almakla aynı şeydir. Cemaatlerin sorunları var, bu doğru. Ama modernist ilahiyatçıların ve gelenek inkarcısı mealcilerin sorunları yok mu? Cemaatlerin bilhassa itikadi [teolojik] sorunları bunlara kıyasla devede kulak sayılır. Özellikle Mustafa Öztürk’ün “tarihselcilik” faslında devirdiği çamları unutup cemaat ve tarikatların indi bazı yanlışlarına odaklanması ibrete değer bir psikolojik vakıadır. Bu ikincilerin laik camia ile el ele, omuz omuza verip cemaat ve tarikatlara acımasızca saldırmalarının temelinde onlar kadar nüfuz sahibi olamamaları, Diyanet tarafından muhatap alınmamaları, maşeri vicdanlarda ma’kes bulamamaları, duyarlı vicdanların içine girememeleri ve geniş dindar kitleler nezdinde itibar sahibi olamamalarından kaynaklanıyor. Temel sebep kıskançlık, çekememezlik yani.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.