CHP’li başkanın evinde Nur dersi

CHP’li başkanın evinde Nur dersi

“Ağabeyler Anlatıyor-2” kitaplarının yazarı Ömer Özcan, bir nur kahramanını Risale Haber okuyucularıyla paylaştı

“Ağabeyler Anlatıyor-2” kitaplarının yazarı Ömer Özcan, bir nur kahramanını Risale Haber okuyucularıyla paylaştı. Kötürüm Alil lakaplı Ali Osman Öztop’un Bediüzzaman ve Risale-i Nur hizmetiyle ilgili fedakarlıkları büyük bir ibret örneği.

İşte okuyanları o günlere götürecek hayat hikayesi...

(Ali Osman Öztop'un kötürüm olmadan önceki resmi)

Yazar Ömer Özcan, Ali Osman Öztop bilgilerine nasıl ulaştığını şöyle anlatıyor:

Kötürüm (Alil) Ali Isparta Atabeylidir. 1913 tarihinde dünyaya gözlerini açmıştır. 20 yaşlarında iken yürüyemez olur, kötürüm olmuştur. Sonra hemşerisi Tâhirî Mutlu Ağabey vesilesiyle nur hizmetlerini tanır. Allah ayaklarını almış, fakat ona mânevî kanatlar vermiştir. Kısa ömründe, yarım vücuduyla hizmette adeta uçmuştur. Çok hızlı bir hizmet hayatı vardır. Ona, dünyasına bedel âhireti yüzüne gülmüştür. Zira Üstadı, vefat ettiğinde öyle diyor: “..Tebrik ediyorum ki, vazifesini tam yapmış ve şimdi de Nur kahramanları Hâfız Ali ve Hâfız Mustafa yanında duama dâhildir.” Diye yazıyor taziye mektubunda. Emirdağ Lâhikasında adı: “Alil Ali, Kötürüm Ali, Ali Osman, Demirbaş Ali Osman” şeklinde çokça geçmektedir. Ali Osman Öztop (RH) 1950 tarihinde daha henüz 37 yaşında iken vefat etmiştir. Mezarı Atabeydedir. Bana sorulsa ki: “Bir nur talebesinin hayatını filme alalım?” Aklıma gelen ilk isimlerden birisi, “Alil Ali” olurdu.

Hatıraları müsvedde olarak yazan Ali Osman Ağabeyimizin yeğeni Ali Rıza Atadal’dır. Kendisi 38 yıllık kadim dostumdur. Ankara ODTÜ mezunudur. Dayısının vefat yıllarında doğmuş ve hizmetlere Onun bıraktığı yerden devam etmektedir. O’na tam bir hayr-ül halef olmuştur. Hatıraları tekrar yazıp düzenlendikten sonra kendisine tashih ettirdim.

YEĞENİ ALİ RIZA ATADAL ANLATIYOR

Ben Ali Rıza Atadal. Ali Osman Öztop’un yeğeniyim. Dayım Kötürüm (Alil) Ali (RH) Hakkındaki Malumatlarım:

Genç yaşında kötürüm oldu

Dayım kötürüm (Alil) Ali Isparta’nın Atabey İlçesinde 1329 (1913) tarihinde doğmuş ve 20 Ekim 1950’de daha 37 yaşında iken vefat etmiştir. Mezarı Atabeydedir. (Atabey, Agros ve Aras diye de bilinir. Her üç isim de Risale-i Nurlarda geçmektedir.) İlkokulu bitirdikten sonra bağ-bahçe işleriyle meşgul olmaya başlar… Boylu poslu olan genç Ali Osman tahminen 20 yaşlarında iken, halk arasında “yılancık” diye bilinen bir hastalık vücuduna arız olmuş ve birkaç sene içerisinde bacaklarının kas ve sinirleri tamamen zayıflayarak yürüyemez bir hale gelmiştir. Artık kötürüm olmuştur, bir daha hiç yürüyemez. Çare olarak; yere dayanıp yürüyebilmesi için, altına deriden bir altlık, ellerine de birer ellik verilmiş. Bu şekilde önce ayaklarını öne atıyor, sonra elleriyle yere dayanarak vücudunu ileriye doğru verip yürüyebiliyormuş.

Nurları Tâhirî Mutlu tanıtır

Kötürüm olan dayımın hayatı evinde böyle geçerken, tahminen 1938-1939’lu senelerde Risale-i Nurları tanımakla şereflenir. Aynı memleketli, Tâhirî Mutlu (RH) Ağabey bizzat eve gelerek dayımla meşgul olmaya başlar ve Risale-i Nurları Ona tanıtır. Zaten bekar olan dayım Ali Osman, artık o tarihten itibaren kendini tamamen nurların hizmetine vakfeder. Bedenî hayatı bir anda yıkılan dayımın, mânevî hayatı birden ayağa kalkmıştır. Üstadına yazdığı bir mektubunda: “Allah’ıma şu dünyadaki bütün zerratlar adedince hamd olsun. Şu zamanın hatta mazi ve müstakbelin de en büyük ve en mühim uleması olan Risale-i Nur’u bizlere bahşetmiş.” Diyerek hayatını iman ile hayatlandırmış, yarım vücuduyla, kısa ömründe, sanki on ayakla hizmete koşmuştur.
Nurlarla ayaklanan Alil Ali, Tâhirî ağabeyin getirdiği nur risalelerinin yazılıp çoğaltılması ve yakını olan eski arkadaşlarına Risaleleri tanıtmakla meşgul olmaya başlar. Dayım aynı zamanda kitap ciltlemeyi iyi bildiği için, diğer ağabeylerin yazdıkları kitaplar da ona gelir, onları da ciltlermiş.
Atabeyde, Tâhirî Ağabeyle beraber nurları tanıttıkları ciddi gayret sahibi talebeler şunlardır: Memleketimizdeki lakaplarıyla beraber; Câranların Şükrü Özbek, İmamların Hilmi Uysal, Tatarın Abdullah Çavuş Sualp. Ben bu ağabeylerin ilk ikisini çocukluğumda dedemlerin mahallesine gidip gelirken görüşüp tanırdım. Bu fedakarlar gizli olarak hem nurları yazarlar, hem de çocuklara Kur’an öğretmekle meşgul olurlardı. Nurları tanıdıktan sonra da asıl Abdullah Çavuş Ağabeyle çok münasebetlerim olmuştur. Onun hakkında zaten Kastamonu ve Emirdağ Lahikalarında epeyce bahisler vardır.

Yoksulluk içinde hizmet etti

Burada Annem Ayşe Atadal’dan (RH) dinlediğim bir hatırayı arz edeyim. Ta ki o günkü hizmet şartlarının zorluğunu tekrar hatırlayalım:

Annem anlatıyor: “O tarihlerde en küçük bir ihbar olduğunda, gelip evleri basıyorlar ve yazılan risaleleri imha ediyorlardı. Bu sebeble risaleler ekseriyetle geceleri, kandil veya gaz lambasının ışığı ile yazılıyordu. Ancak şüphe çekmemek için dışarıya ışık sızdırılmadan yazılması lazımdır. Ali Osman da o yazanlardan biridir. Ev eski, ahşap, her taraftan soğuk alırdı. Yakacak odun ve kömür de fazla olmazdı. Bu sebeble akşamdan yanan sobanın kor halindeki ateşi, mangaldaki külün içine alınır ve mangaldaki kor ateş çabuk sönmesin diye de üzeri külle örtülürdü. Ali Osman yazdıkça üşüyen parmaklarını, sadece parmaklarını bu külü açarak ısıtırdı. Üşüdükçe tekrar ısıtır ve bu şekilde sabaha kadar yazıya devam ederdi.

Rahmetli Ali Osman ağabeyim bu şartlarda çok fazla hizmet etmiştir. Bu ihlâslı fedakarlığı bana çok tesir ederdi. Arada bir parça nurlardan okuyuverdiğinde; ‘sanki ağzından Cennet balı akıyor gibi tatlı lezzet alırdım.”
İşte Dayımdan sekiz yaş küçük olan Annem Ağabeyi Ali Osman’ı böyle anlatırdı. Cenab-ı Hak cümlesine gani rahmetler eylesin. Amin.”

Eğirdir’de Musa (AS) gibi korunur

Dayım, Atabey’de Anne babasının evinde böyle hizmet ederken, Eğirdir’e birisinin gitmesi icap eder. Ağabeyler üstadımızla da istişare ederek, bekar olduğu için dayımın gitmesini uygun görürler. Ve Eğirdir’de hizmet etmesine karar verirler. Dayım Alil Ali nihayet Eğridir’e taşınır. Orada Çilingir Ali Savran, Kazım Ağabey vs. ile hizmete devam ederler. Burada enteresan bir inayet-i İlahiye ile hizmetler cereyan eder. Şöyle ki:
Şimdiki gibi her yerde nur dersaneleri olmadığı için evler kullanılır. Nur talebelerinin evleri de hem genişlik, hem de emniyet bakımından müsait değildir. Eğirdir halkı da ekseriyetle Halk Partililiği ile meşhur olduğu için; nurların tanıtılması ve yazdırma hizmetleri oldukça müşkül şartlarda yapılmaktadır.

Orada ikamet eden büyük dayım Hasan İnce vardır. Yani, dayım Ali Osman’ın ve annemin dayısı olan büyük dayımız. Onun iki katlı, o günkü şartlara göre güzel ve geniş olan evi vardır. Fakat büyük dayım Halk Partilidir ve Eğirdir Halk Partililerin başıdır.
Kaderin tecellisine bakın ki; büyük dayımızın hanımı olan yengemiz Şehriban İnce, ‘Musa’nın Asiye’si gibi’ çok safi, salabetli ve dindar bir hanımdır. Yeğeni olan kötürüm Ali Osman Dayımı oraya yerleştirir. Hizmetlerin kendi evinde yapılmasını ısrarla ister. Ve evinin, hem de üst katını hizmetler için ayırır. Büyük dayımız da buna mecburen muvafakat eder. Artık İlçenin Halk Parti Başkanının evi dersane-i nuriye olmuştur. O andan itibaren bu ev arama ve baskınlardan -şikayet bile olsa- müberra ve mahfuzdur. Burada arama ve baskın yapılamazdı. Çünkü o günkü idarecilere göre; en emniyetli şahıs, elbetteki kendi partilerinin başkanı olan şahsın evidir. İşte kaderin tecellisi; Allah (CC) geçmiş devirlerde Musa Aleyhisselamı hangi saraylarda büyütmüşse, benzer bir tecellisi Eğirdir gibi bir yerde görülür. Ve o günkü dehşetli şartlarda böyle bir evde Kur’an nurları çoğaltılır, her tarafa neşredilir.

Üç-dört sene gibi uzunca bir müddet büyük dayımızın evi böylece nur dersanesi olur. Orada Eğirdir köylerinden gelen bir çok insan nurları tanır ve imanlarını arttırırlar. Bu insanlar köylerine dönerken dayım onlara okumaları ve yazmaları için birer risale verir. Onlar da yazdıklarını ertesi pazar getirirler. Dayım da tashihatlarını yapar, ciltler ve yazmaları için onlara başka risaleler verir... Böylece epeyce bir nur talebesi yetişmiş olur. Sonra dayımı merkezî bir köy olan İmrahor’a taşırlar. Bir müddet de orada hizmetlere devam eder.

Eğirdir’deki bu hizmetleri Üstadımız bakınız nasıl tahsin ve tebrik ediyor:
“Atabey'li alîl (kötürüm) Ali Osman'ın yazdığı uzun mektubu ve Asâ-yı Musa Risalesi ve Nurların neşrinde cidden tesirli çalışması ve hizmet-i Nuriyede çok çalışkan Çilingir Ali ile ve dayısı Hasan'ın ona yardım etmesi ve mübarek hülyaları ve tevafukları bizleri ferahlandırdı. Eğirdir kasabasını bana ziyade sevdirdi. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onlardan razı olsun.” (Emirdağ Lâhikası 159)
“Sâlisen: Hüsrev'in mektubunda, Atabey'li Kötürüm Ali ve Eğirdir'li Kâzım'ın Nurlara tam şevkle hizmetleri, hattâ ruhanîleri de onları tebrike ve tahsine sevkeder.” (Emirdağ Lâhikası 154)
“Atabey kardeşlerimizden, Lütfü vârislerinden Ali Osman'ın mektubundaki sualine cevab vermeğe vakit bulamadık.” (Emirdağ L. 96)
“Alîl Ali Osman ve Çilingir Ali, Nur'un pek çalışkan kardeşlerimizin tebriklerini ruh u canımızla hem bayramlarını, hem Leyle-i Kadir'lerini, hem hârika ve kıymetli ve çok sevablı hizmet-i Nuriyelerini tebrik ediyoruz ve muvaffakıyetlerine ve mahfuziyetlerine dua ediyoruz. Onlar, Nur dairesini ebede kadar bir cihette minnetdar ettiler, Allah razı olsun, âmîn! Ali Osman, mektubunda isimleri bulunan kardeş ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz ve dualarını istiyoruz. Ve mübarek bir kardeşimiz olan Kâzım'ın ruhuna Cenab-ı Hak binler rahmet eylesin ve kabrini pürnur etsin, âmîn!

Ali Osman'ın mübarek kaleminin bir kerametidir ki; gönderdiği onbeş parça risalecikler, aynı vakitte Konya Medrese-i Nuriyesinin iki mühim şakirdi geldiler, aynı o risaleler bize lâzımdır dediler, onlara verildi. Ali Osman'a daha geniş bir sahada sevab kazandıracaklar. Umuma birer birer selâm ve dua ediyoruz.” (Em. L. 250)
“Sâlisen: Nur santralı Sabri'nin (R.H.) Lâhika'ya girecek güzel mektubu ve Ali Osman ve Çilingir Ali'nin Nurların neşrindeki kudsî hizmetleri … ve Eğirdir köylerinde Ali Osman'ın ve Halil İbrahim'in tasdikiyle çok hâlis Nurcuların yetişmesi… Cenab-ı Hak onların umumundan razı olsun. Hususî ve ayrı ayrı mektub yazamadığımdan gücenmesinler.” (Emirdağ Lâhikası 271)

Hasan Feyzi’nin yerini Demirbaş Ali Osman doldurur

Emirdağ Lâhikasında Denizli Kahramanı Hasan Feyzinin vefatı münasebetiyle Üstadımızın bir mektubu vardır. Bu mektupta Üstad Hazretleri Hasan Feyzi’yi müjdelerle tâziye ettikten sonra; mektubun hâşiyesinde Onun yerini Ali Osman’ın (R.H.) doldurmasını tavsiye ediyor. Şöyle ki:
“…İnşâallah Cenab-ı Hak onun vazifesini dünyada gördürecek Nur dairesinde çok Hasan Feyzi'leri yetiştirecek.” (Haşiye)
“(Haşiye): Bu merhum kardeşimizin Nur'a ait müteaddid vazifelerini tamamen görecek ve şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihab edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar, o vazifeleri taksim-ül a'mal suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmağa başlasın. Demirbaş Ali Osman, bu vazife Isparta'da sana düştü. Hem oradaki kardeşlerin meşvereti ile, onun yeri boş kalmamak için Nur'la onun gibi çok alâkadar birisi, şimdilik Denizli Hüsrev'i vaziyetini alsın. Ona hediye ettiğim takkeyi muhafaza etsin, tâ hakikî sahib çıkasıya kadar.” (Emirdağ Lâhikası 190)

Malum ve Meş’um Afyon Hapsinde

Bu arada 1948’lere gelinmiştir. Malum ve Meş’um Afyon Hapishanesine üstadımızla beraber nur talebeleri toplattırılmaya başlanır. 06 Mart 1948’de, o civardaki bir çok nur talebesiyle beraber, dayımı da kötürüm olmasına rağmen tevkif ederler. Sadece iki hafta kadar hapiste kaldıktan sonra, 22 Mart 1948 günü tahkikatı yürüten Afyon Cumhuriyet Savcılığı, o güne kadar tevkif edilmiş 48 nur talebesinden otuzu hakkında takipsizlik kararı vererek, otuz kişiyi serbest bıraktırır. Dayımda bunlardan biridir. Bu arada ağabeylerden bazıları tutuklanma tarihlerine göre kimisi iki ay, kimisi de birer ay, hatta bir iki hafta kadar kalıp çıkıyorlar.

Fakat, bilahare incelemeyi yürüten Afyon Sorgu Hakimliği ise, üstadla beraber 49 maznunun evrakını yeniden incelemiş ve 26 Mayıs 1948 günü verdiği kararla, savcının serbest bıraktığı 30 kişinin men-i muhakemelerini reddederek, gayr-ı mevkuf olarak ağır cezada muhakeme edilmelerini karara bağlamıştır. Dayım Alil Ali de bu otuz kişi içindedir. Ve gayr-ı mevkuf olarak mahkemeye çağrılır. Fakat ani gelen bir kararla, sakat olduğu için, onun muhakemesi gıyabi olarak yürütülecektir. “Bizzat gelmesine lüzum yoktur” denilince, tekrar Atabey’e döner.

Mahkeme 6 Aralık 1948’de verdiği kararla üstadımızla beraber 18 nur talebesine altışar ay ceza verir. Diğerlerinin masumiyetlerine hükmedilip, beraat verilir. Dayım da gıyabi beraat alanlardandır.
Bu mahkeme Temyiz ile beraber uzun süre devam eder. Neticede bu şekilde mahkeme devam ederken iktidarı ele alan Demokrat Parti Hükümeti, umumi af ilân etti. Afyon Mahkemesi de af kanununun daire-i şümulüne girdiği için dosya ortadan kaldırıldı. Afyon Mahkemesi, ehl-i vukufun raporuna istinaden de, Haziran 1956 tarihinde, ittifakla Nurların beraetine ve serbestiyetine karar verdi. Karar kat'ileşti. Artık bu tarihten sonra, merkez-i hükûmette, Risale-i Nur mecmuaları matbaalarda tab edilmeye başladı.

Tâhirî Mutlu Kötürüm Ali’yi anlatıyor

Burada Tâhirî Mutlu Ağabeyimizden bizzat dinlediğim güzel bir hatırayı nakledeyim:
Afyon Hapishanesinden üstadımızla beraber bütün ağabeyler 22 Mart 1948 günü mahkemeye giderler. Dayım da mevkuf olarak aralarındadır. Herkes ikşer ikişer kelepçelenir. Hatta üstadımız Sav’lı bir ihtiyar ile kelepçelenir. Jandarmaların refakatinde bütün grup hapishaneden mahkemeye doğru hareket eder. Fakat Dayım kötürüm olduğu için arkalarında kalır. Tek başına arkalardan sürünerek, kendini çeke çeke mahkeme binasına kadar gelir. Önden giden üstad ve ağabeyler muhakeme edilecek olan binanın üst katına çıkarlar. Salonun dış sofa kısmında merdivenin başında mahkeme saatini beklemektedirler.
Dayım ise arkadan gelmiştir. Üst kata çıkması lazımdır. Merdivenlerden çıkmaya başlar. Evvela vücudunu bir üst basamağa alıp, sonra ayaklarını çekerek, geri geri, “tık.. tık.. tık..” diye ses çıkararak tırmanmaktadır. Manzara çok dokunaklıdır. Yukarıdan bu manzarayı Üstadla beraber seyreden ağabeylerin bazıları: “İşte en sakatımız dahi buraya gelmiş idamla yargılanıyoruz!” diye hüzünlenirler. Üstadımızın da gözleri yaşarmıştır... İşte tam bu esnada, Üstadımız gür bir sesle bütün topluluğa hitaben: “Korkmayınız Kardeşlerim! İnşallah bu Nurlar parlayacaklar” der.
Tâhirî ağabey: “Bizim, idamla yargılandığımız mahkemede, bu kadar dehşetli şartlar içinde, Üstadımızdan çıkan bu sözün münasebetini bir anda kuramadık. Hatta, ‘acaba Üstadımız hapishanenin o dehşetli tecridhanesinde muvazeneyi mi bozdu?’ diye endişelenmiştik. Sonra zaman o sözü tefsir etti ki; aynı hakikat bir müjde imiş. Mübarek Üstadımız ilham ve ihtarlarla bize bu müjdeleri veriyormuş.”

Vefatı ve iki kere kılınan cenaze namazı

Nihayet dayımın son seneleri daha da ciddi hastalıklarla geçer. Esbab dairesinde yaşıyoruz. O, zor, soğuk şartlar ve çok kitap ciltlemekle meşguliyet esnasında aldığı selülozik tozlar, Onun tüberküloz (verem) olmasına vesile olur. Nur talebeleri ağabeyler ve ev halkı tedavisi için çok uğraşırlar. Fakat takdir-i İlahi öyle hüküm vermiştir. Nihayet 10 Ekim 1950 günü Rahmet-i İlahiye ye ve Onun Resulüne kavuşur.
Üstadımız dayımı şu mektupla taziye eder:
“Râbian: Ali Osman'ın vefatıyla hem akrabasını, hem Medreset-üz Zehra ve Nur dairesini ta'ziye ediyorum. Ve onu da tebrik ediyorum ki, vazifesini tam yapmış ve şimdi de Nur kahramanları Hâfız Ali ve Hâfız Mustafa yanında duama dâhildir. Umum kardeşlerime binler selâm. El Bâki Hüvel Bâki. Said Nursî” (Em L.. 2- 48)
Civardaki bir çok nur talebeleri ve memleket halkından epeyce bir cemaatle Atabey’de defnedilir. Defnedildiği gece cenaze namazını kıldıran memleketimizin hocasına rüyasında görünür: “Hafız Efendi benim cenaze namazımda, ‘Sübhaneke’ okunurken, ‘ve celle senâüke’ yi unuttunuz. Cemaati toplayıp lütfen namazımı tekrar kıldırınız” der. Hocaefendi de hakikaten unuttuğunu hatırlar ve namazı tekrar kılarlar. Hatta uzak yerlerden gelip cenaze namazına yetişemeyen birkaç nur talebesi de cenaze namazını kılmış olurlar.
Cenab-ı Rabbim; Üstadımız ve cümle nur talebeleriyle beraber O’na gani rahmetler eylesin ve bizleri de hâlis nur talebeliğine muvaffak kılarak, onların şefaatlerine mazhar ve Saadet-i Ebediyelerinde beraber eylesin. Âmin.. Âmin.. Âmin..

***

Alil Osman’ın Üstadına yazdığı bir mektup

Alil Ali Osman Ağabeyimiz yazdığı bu samimi mektubunda, Aziz Üstadına hem hizmetlerini arz ediyor; hem de hal ve hastalığına karşı Nurlarda bulduğu teselliyi anlatıyor:

“Çok Aziz, çok sevgili ve çok muhterem ve şefkatli Üstadım Efendim Hazretleri!

Mübarek şuhur-u selaselerinizi tebrikle mübarek el ve etek ve bizlere yümn-ü bereket bahşeden kadem-i mübarekelerinize yüzümü ve gözümü sürerek hürmetlerle pûs ederim. Bu fakir âciz talebeniz iki gün evvel mübarek aylara tebrikiniz olan mübarek kendi yazınız tebdil edilmeden iki mübarek mektubunuzu aldım.
Birisi Kahraman Tâhirî ve İnebolu ve Kastamonu kahramanlarından aldığınız teberrüklerin tevafukunu bahseden..
İkincisi: Bizlerin sa’y ü gayretlerini arttıran bu mübarek aylarda beş vecihle sevap kazandıran Zülfikâr Mu’cize-i Kur’anî ve Ahmed’i’ye çalışmamıza dair müjde ve beşaretleriniz..
Üçüncüsü: Canlı canlı mektubunuz olan Kahraman Tâhirî Ağabeyimin bu mektuplarla beraber gelerek, bir akşam hanemizde kalarak, siz sevgili Üstadımız Hazretlerinin karşıdan selamlaşmalarınızla cismen bizimle görüştürür gibi bu âciz pür-kusur talebenizi tarifinde aciz bir derecede memnun ederek bu mükerrer tebriklerin bir günde gelmesini hakkında büyük bir nimet bilerek kabül ettim. Cenab-ı Hak her ikinizden ebediyen razı olsun. Âmin.

Sevgili Üstadım! Biz, mübarek nurlarınızı burada ümmi talebeniz Çilingir vasıtasıyla herkese hatta her eve ulaştırıp okutmakta ve neşrine çalışmaktayız ve nurlar takdir edilmektedirler. Cenab-ı hakkın lûtfu ve siz sevgili Üstadımızın dua-i himmetleri ve nurların tesiriyle Cenab-ı Hak bizlere yoldaş verip bu hafta iki tane Asâ-yı Mûsa siz sevgili Üstadımızın mübarek elleriyle tashih ettiğiniz bir müsveddeden tashih ediyoruz. Ve bu arada tashih için gelecek arkadaşlarım gelinceye kadar da ikinci vazife Zülfikar’ı yazıyorum. Onuncu Söz zeyliyle ve Yirmibeşinci Söz zeyilleriyle beraber hemen bitmek üzere. Yetmiş sayfa kadar bir şey kaldı. Ondan sonra Ondokuzuncu Söz’ü Cenab-ı Hakkın müsadesiyle ve dualarınız himmetiyle bu mübarek şuhurlarda hitam buldururum inşallah.

Sevgili Üstadım! Senelerden beri Nur içinde bulunduğum halde ve bütün ömrümü ona sarf edip hattâ başka eski güzel tefsir görüp içerisinde bazı ihtiyaç görülen mes’ele olup okunması lâzım iken, dikkatin zayi’ olmaması için Risale-i Nur’dan anladığım ve aldığım feyiz kâfi diye onları okumaya bile vakit geçirmediğim halde Nurları takdirime dair kalemim kalbimdeki takdir ve tahsinlere tercümanlık yapıp hiç bir vecize yazamamaklığım ve bir kısım yeni kardeşlerimin mektublarındaki güzel tahsinler görüp kendimi Risale-i Nur’dan uzak görüp bu güzel Nurlar kalbimde bir ilham açmayıp, açtı ise de kalemim tercüman olamadığına müteessir oluyorum. Anlıyorum ki; her kardeşim terakki edip, kendimi de tedennide görüyorum. Risale-i Nur’dan aldığım izahla ben kendime yine büyük bir lütuf olduğunu anlayarak kabul ediyorum. Çünki sıhhatım yâr olsa idi ben de bir kısım emsalim gibi mübarek Nurların kevser şerbetlerini siz sâkî olan sevgili Üstadımdan alıp sizlerle temas edemezdim, biliyorum. Bu kusurlu talebeniz fakir aileye mensub, ibtidaiye tahsilimden başka tahsilim olmayıp, onbeş-onsekiz senedir de mariza-i bedenimin şiddetli ızdırabları yüzünden ve tahsilin açtığı fikir ve zekâ kapıları kapanıp bilgilerimi unutmuşum. Şu on senedir de bulunduğum haneden bir tarafa çıkamayıp, anlamak istediğim müşkillerimi anlamak için hiç bir âlimin yanına varamıyorum. Allahıma şu dünyadaki bütün zerratlar adedince hamdolsun, şu zamanın hattâ mazi ve müstakbelin de en büyük ve en mühim üleması olan Risale-i Nur’u bizlere bahşetmiş.”

Nur Şakirdlerinden, Atabey’li
Alil Ali Osman
(El yazması Osmanlıca Emirdağ L. 196/30)