Mehmet KAZAR
Dar pencerelerden bakmak
Kâinata Gaflet Gözüyle Bakış – 2
“Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kàsır fikirli insanları aldatır.”Lemalar / On Üçüncü İşaret
Gaflete düşmenin alanı genişledikçe, hakikatler görülmez. Ve insan gafletin tesir alanında yanlışları kendi bakış açısına göre doğru görmeye başlar. Şeytan insanı gaflete sürüklemek için fırsat kollar ve durmadan vesveseler verir, taaki insan ona kanıp şu kâinata ve kâinattaki icraata kendi dar penceresinden bakıp aldanana kadar. İşte bu noktada irade ve akıl çok önemlidir. İradesini doğru yola sevk etmeyenler, her türlü zevk ve sefa içinde yaşamak isterler ve gaflete düşerler. Sorumluluktan kurtulma düşüncesi ile kendi heves ve isteklerine göre hareket etmek isteyenler, inkârda diretip vesveselere kulak verir ve şeytanın gösterdiği yanlış yola kendini kaptırır. Bu yanlış yolda ısrar eden insan, kendine göre doğru sandığı bir takım yanlış bilgilerle şu âleme bakar ve büyük gaflet dili ile konuşmaya başlar. Evet, insan öyle büyük bir gaflete düşer ki hayatı boyunca bu gafletten kurtulamaz ve her şeyi kendi dar penceresinden değerlendirir. Hatta kendisini inkâra sürükleyecek sorular sormaya başlar ve Allah’ı tanıma hususunda büyük bir gaflete düşer. Bu durum, büyük bir hakikate dar bir pencereden bakıp “ben her yeri görüyorum” demesinden farksızdır. Pencereden güneşe bakan birinin “güneş küçüktür, pencere kadardır” demesi akıldan ve mantıktan uzaktır. Hakikatin inkişaf edilebilmesi için başka pencerelere de ihtiyaç vardır ve bu en başta Kur’an penceresidir. Sadece kendi fikirlerini benimseyip, kendi görüşlerini ön plana çıkaranların büyük yanlışlara düşmesi kaçınılmazdır.
İnsan bazen gaflete düşebilir, yanlışlar yapabilir, lakin hemen kendine gelmeye çalışır ve gafletten kurtulur. Tıpkı ayağı takılıp yere düşen birinin hemen kendini toparlayıp ayağa kalkması gibi, bu sebeple gaflete düşmenin de bir sınırı vardır. Her inanan insanda gaflete düşebilir, dünya hayatına dalabilir ve ahiretini unutabilir ama hemen farkına varır kendine gelmeye çalışır. Nihai nokta, Allah’ı hakkıyla bilmeme hususundaki gaflet, en büyük gaflettir. Bu gafletin büyüklüğünü kâinat genişliğinde olduğunu tasavvur edersek, bu gaflete düşenler sınırları zorlamaya başlıyor ve kâinatın sahibine “eğer varsa” deyip hesap soracak kadar gaflete düşebiliyor. “Allah varsa beni neden yarattı? Allah neden bizleri imtihan ediyor? Deneme tahtası mıyız biz? Başka yaratacak bir şey bulamadı mı? Cennet, cehennem neden var? Allah cehenneme atmayı çok mu seviyor?” Gibi sorular yöneltir ve hâşâ “Allah varsa egoist bir yaratıcıdır” deyip kendince O Sonsuz Kudret ve Merhamet Sahibi Allah’a dar bakış ve fikirleriyle sıfatlar isnat edebiliyor. Evet, yazımızın ileriki bölümlerinde tüm bu soruların cevaplarını akla kapı açacak şekilde cevaplamaya çalışacağız.
Şimdi “Egoist” ne demek önce bu tarifi öğrenelim ve üzerinde değerlendirme yapalım. Egoist: sadece kendini düşünen, kendi menfaatini ön planda tutan, yalnız kendini nazara veren, bencil, hodbin, kendi çıkarından başkasını düşünmeyen ve bu uğurda herkesi ve her şeyi feda edebilen demektir. Allah hakkında bu tür düşünceler her şeyi dar penceresinden değerlendiren insanın “egosantrik” düşüncesinden ibarettir. Egosantrik düşünce her türlü hadiseyi kendisi ile ilişkilendiren, her şeyin merkezine hep kendisini koyan ve kendisini gören psikolojik bir rahatsızlığın sonucudur. Egoist düşüncesi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’a isnat edilmesi düşünülemez. Çünkü insan, Allah tarafından yokluktan varlığa çıkarılmıştır. Önce olmayan insan var edildikten sonra, varlığını borçlu olduğu Zat hakkında olumsuz düşünceler beslemesi kendini kaybetmişliğin bir sonucu olsa gerek. Allah, en başta insana her an muhtaç olduğu oksijen nimetini veriyor ve bunun yanında insana sayısız nimet veriyor. Hangi nimet sayılabilir ki...
Allah, egoist bir yaratıcı olsaydı (hâşâ) hiçbir şey yaratmaz kendi mülkünde kendisi ile baş başa olurdu. Oysaki Allah, mülkünde insanı yokluktan varlığa çıkarmış ve insana sayısız nimetler vermiştir. Allah’ın bu kadar nimetleri insanlar için hazırlaması, yeryüzünü bin bir çeşit nimetlerle donatılmış bir sofra halinde sergilemesi, O’nun kullarına, yaratıklarına ve sanatına ne kadar değer verdiğini O’nun sonsuz rahmetini, merhametini ve şefkatini göstermez mi? Nasıl olurda Allah’a hâşâ “sadece kendini düşünendir” denilir? Sadece kendini düşünen biri varsa oda sorumluluktan kurtulmak isteyen, her şeye kendi dar penceresinden bakan nankör insandır. Yoksa insan kendisinin sayısız nimetler içinde olduğunu görmüyor mu? Bu sayısız nimetleri insan mı kendi kendine vermiş? En azından insan ciğerlerine çektiği oksijeni her an kendisi mi üretip kendine veriyor? Oksijenin sahibi bir an oksijeni insandan alsa hali ne olur? Allah’ın insana ne ihtiyacı olabilir ki? O Allah ki, insanı yokluktan varlığa çıkarmış ve mülkünde her an yarattıklarını nimetlendiriyor.
Allah’ın mülkünde O’nun yarattığı her şeye karşı çıkmak ve hesap soracak kadar kibirlenmek şeytana uyan insanın düştüğü büyük bir aldanmışlıktır. Kâinata ve yaratılışına, insanın kendi dar penceresinden bakıp ahkâm kesmesi doğru değildir. Sınırlı bir akıl sınırsız bir aklın icraatlarına bakıp, tüm bunlar manasızdır demesi akıldan çok uzaktır. Kul acz ve fakrının farkında olmalı. Sonsuz Kudret Sahibi bir Zat (cc) var. O Allah ki, insana değer veriyor. İradesi ile O’na (cc) itaat edenler, “eşrefi mahlûkat” yani yaratılmışların en üstün sıfatına sahip olabiliyor. Allah insana değer vermemiş olsaydı, mülkünde O’na itaat edip, salih amel işleyenlere ebedi bir cennet hazırlamazdı. Ebedi bir cennet hayatı insana sunulmasına rağmen, insan bile bile elinin tersiyle o hayatı itiyor ve fani dünya hayatı tercih edip büyük bir gaflete düşüyor. Evet, egosuna takılan biri varsa oda muhtaç olan insandır.
Sonuç; inkârcının sorgu ve sualler sonucunda hakikati kabul etmeyip düştüğü büyük inkâr ve gaflet; Allah’ı hiç bilmemek, varlığını idrak etmemek, maddeye ezeliyet kavramı vermek ve bir köşeye çekilip kendi penceresinden her şeyi yorumlamasından ibarettir. İnsan kendi dar penceresinden bakıp her şeyi anlaması mümkün değildir. Pencerenin görüş açısı sınırlı olduğu gibi insanında her şeyi kendine göre yorumlaması sınırlıdır ve yanlıştır. Bu yanlış çok büyük gafletlere sebebiyet verir. İşte bu hususta Kur’an nuruna müracaat edilmeli ve onu anlamak için çalışılmalıdır.
İdrak, irade ve akıl hep geri planda bırakılsa, gaflet girdabı insanı zifiri bir karanlığa gömer ve o karanlık insanın üstüne çöktükçe çöker, taaki insan her yeri karanlık görene kadar. Hal böyle olunca gafletin bu karanlığına girenler o karanlıkta küçücük ışıklarla oyalanır, bir nevi ateş böceklerinin ışıklarını güneş zanneder ve asıl güneşin farkına varmaz. Dar penceresinde gördüğü küçük ışıklarla oyalanan insan, sonrasında gafletin diliyle konuşmaya başlar, taaki inkâr bataklığında batana kadar. Evet, insanın içine düştüğü bu büyük gaflet nefis ve şeytanın kapsama alanıdır ve bu gafletin kapsama alanından ancak tahkiki iman ile çıkılabilir. Aksi takdirde gafletin kapsama alanı hayatın her alanında hazır bulunur ve insanda her zaman gafletin kapsama alanında olur hakikati görmez. Yazımızın bu bölümünü Ziya Paşa'nın çok derin manalı bir sözüyle nihayete erdirmek istiyorum;
"İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzi o kadar sıkleti çekmez."
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.