Devlet mi millet mi?

Askerlik vazifemi yerine getirirken, -varsa- imla hatalarını düzeltmem emredilerek elime tutuşturulan metne baktığımda bir cümle dikkatimi çekmişti:
“Kara Kuvvetlerinin 2219. kuruluş yılı.”
Konuşmayı yapacak olan aynı zamanda bana düzeltme emrini veren subaya “nasıl bu kadar net tarih verebildiğini” sordum. Aldığım cevap enteresandı:
“-Karıştırma orasını sen, geçen seneki konuşmayı alıp baktım, 2218 yazıyordu, bir yıl ekledim.”

Bilmem dikkatinizi çekti mi, Cumhurbaşkanlığı forsunda on altı yıldız vardır ve her biri tarihte kurduğumuz Türk devletlerini temsil etmektedir. Daha doğrusu aynı soydan geldiğimiz boy ve kavimlerce kurulduğuna inanılan devletleri temsil etmektedir. Hepsini doğru kabul etsek bile bu durum aynı zamanda on beş devlet yıktığımız anlamına gelmez mi?
Üstelik tarihe mal olmuş bu devletlerin bir çoğunun düşman saldırırsıyla değil, kardeş kavgası neticesinde yıkıldığını da düşünürsek, kendimize madalya mı veririz yoksa sabıkalı sicilimizden mi korkarız?
Bu on altı devlete Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan gibi sonradan eklenenleri de katarsak sayı yirmiyi geçer.

O devletlerin hüküm sürdüğü yine etkili ve yetkili makamlarca defalarca “İlelebet payidar kalacaktır” gibisinden nutukların çokça atıldığını tahmin etmek sor olmasa gerek.
Müesses nizam tarafından devletin “selameti ve bekası için” hiç olmazsa zaman zaman fertlerin hukukunun hiçe sayıldığını da.
“Bir hanede veya bir gemide birtek mâsum, on câni bulunsa, adalet-i Kur’âniye o mâsumun hakkına zarar vermemek için, o haneyi yakmasını ve o gemiyi batırmasını men ettiği”  ilahi düsturunun hatırlara gelmediğini de.

Bu devletlerin iki dünyada da övünebileceğimiz, ucundan kenarından da olsa mensubu olmakla iftihar edeceğimiz uygulamaları yanında maalesef utanacağımız işlere de imza attıklarından şüphe etmeyiz.
Devletin silahlı ve silahsız bürokrasisiyle, basın yayın organlarıyla, hukuk sistemi ve maddi gücüyle bir güç yığılması olduğunu ve o güç yığılmasının doğru kontrol edilmediğinde ferdi ezebileceğini kabul etmeliyiz. Devlet mekanizması karşısında zayıf kalan ferdin hukukunu koruması gereken kanunlar, zaten güçlü olan devletin hukukunu korumak üzere düzenlenmişse neler olabileceğini de elbette.

Devletin temel esasının “hizmet etmek” olması gerekirken, “hükmetmek” esas olduğunda neler olabileceğini ayn’el-yakin, ilm’el-yakin bazen de hakk’el-yakin biliriz.
Hal-i hazırdaki son devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yerini bulan “Devletin ülkesi ve milleti ile …” diye başlayan kısım bile bir çok şeyi açıklar haldedir. “Devletin ülkesi” olur, çünkü devlet bir sistemdir ve o sistem bir arazi üzerinde uygulanır, desek bile “Devletin milleti” olur mu diye düşündüğümüzde yediğimiz golün farkına varırız.
Devletin milleti değil, milletin devleti olur ve o devlet hizmet etmek için vardır.

“Hapislerde sürünmek,  zindanlarda çürümek”  hapse veya zindana düşmesek de hepimizin anlayabileceği bir durumdur, peki ama “mahkemelerde sürünmek” diye bir deyimi hangi durum kazandırmıştır dilimize? Yıllarca masum olduğunu ispatlayamadan tecritte, tevkifte veya sürgünde kalan ve hakkında bir gün bile hapis cezası verilmeden ömrünü tamamlayanların ibretlik hali mi?
Geç işleyen, bazen de işlemeyen beşeri adalet mi?

Para yatırırken kuyruğa giren, saatlerce sıra bekleyen başka kaç tane millet vardır, fertlerin kılık kıyafeti de dahil, her ayrıntıya “yönetmelik” gibi değinen ve böyle yapınca da bir çok şeyi birbirine karıştıran bir anayasayla kaç ülke yönetiliyordur?

Emniyet teşkilatımızın 164, itfaiyenin 295, posta teşkilatımızın 169, Danıştay’ın 141, Sayıştay’ın 145 yıllık olduğunu hesaba katarsak, nasıl oluyor da devletimiz seksen altı yaşında oluyor? Türkiye Cumhuriyetin memurlarının yargılanmasını düzenleyen kanun bile Osmanlıdan kalma olduğunu söylemedik bile.

Kimse kalkıp “önemli olan millettir, millet var oldukça on altıncı, yirmi altıncı, hatta elli altıncı devleti kurar, yeter ki devlet, devlet olmanın vazifelerini yerine getirsin, devlet hizmet etmiyorsa, edemiyorsa, o devleti ne yapsın millet?” diyebiliyor mu?

Kabul etmek gerekir ki seksen altı yıl önce devleti kuran kadrolar, devlet kurmaktan çok millet kurmaya yöneldiler. Millete ait ne varsa tepeden tırnağa değiştirerek yeni bir millet kurma gayretine girdiler.

Daha da önemlisi, Batıdaki neticeyi sebep sanarak, kılık-kıyafet, takvim, sanat, ölçü, tartı, yazı, örf ve adetleri değiştirerek doğrudan neticeye varmayı hedeflediler.
Sözü uzatmayalım; netice ortada…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum