Habibi Nacar YILMAZ
Din ticaret midir?
Bazen küsuf tutsa da Şahin Doğan'ı bir yıldız olarak görüyorum âcizane. Bazen tecahül-ü ârif yaparak paylaşımlar yapıyor, şaşırıyoruz. Aslında paylaştığı şeyin cevabını da çok iyi okuduğu nurlarda bulabilir, bunu da biliyor. Belki tartışılsın diye paylaşıyor, insanların cevabını en çok aradığı mevzuları ortaya atıyor. Bu da güzel. Fakat cevaplarını da güzel üslubu ile vermesi gerekmez mi? En azından cevabı da var, düşünen bunu bulsun ya da cevabı falanca kitapta, isteyen arasın, bulsun denemez mi? Her neyse. Bunlar benim hüsn-ü zanlarım belki. Fakat ondan çok şey beklediğimizi de ifade edeyim.
Antiparantez mesela yine bu sitede yazılarını okuduğumuz ve sosyal medyada Risale-i Nur derslerini sürdüren Ahmet Ay kardeş, fevkalâde net ve tavizsiz çizgisini telif yazıları ile sürdürüyor. Kıvrak, tahlilci, biraz da polemik katılı yazılarını okumanızı isterim. Bu arkadaşlar bizim gibi derlemeci, taklitçi değil; kalemleri oturmuş ve iddiası olan ilgiye, alakaya, takibe değer arkadaşlar.
Bu yazıda Şahin'in geçenlerde yaptığı bir paylaşım üzerine birkaç şey ifade etmek istiyorum. Önceden yaptığı ve sık aralıklarla tekrar ettiği kötülük problemi ile ilgili paylaşımlarını, daha önce üç gün çıkan "Kötülük Problemi mi Yoksa İyiliği Görememek Körlüğü mü?" adlı yazılarımıza havale ediyoruz. Ama yine de yeniden bu konuda yazmayı deneyeceğiz İnşallah.
Bu konuyla ilgili paylaşımlarında Şahin kardeş önemli bir hususu, dünyanın bir imtihan meydanı olduğunu kaçırıyor ya da es geçiyor, bilemiyorum. "Zalim, facir, gaddar insanlar, gayet refah ve rahatla ve mazlum ve mütedeyyin adamlar, gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar." Bundan iki şeye varıyor Şahin. Birincisi, Allah buna niçin müsaade ediyor? İkincisi de meşakat çekip zulme uğrayanlar, buna mecbur mu? Bu mecburiyet İlâhî adalete sığar mı? Bir diğer önemli husus da"Bir sürü iyiliklerde bulunan, icadlar yapan, insanlık için çalışanlar da cehennemde ebedî olarak kalması nasıl adalet olur?" gibi nurlarda cevapları net ve uzunca verilen itirazların dillendirilmesi. Bu tip paylaşımlardan benim anladığım bu. Yani bir nevi imtihan meydanının şartlarına ve bu şartların neticelerine, şekline itiraz var.
"Evet beşerin bulaşık elinin karışamadığı âlemde hükmeden yüksek bir intizam ve tam bir adalet ve hikmet-i mutlaka, ona nasıl müsaade eder? Bu zâhirdeki zulmü, bu kadar adaletsizliği nasıl kabul eder?" mealinde, sorular soruluyor.
Güzel kardeşim, bir filmi seyretsen, hareketli bir romanı okusan; filmin ve romanın en olmadık yerde bittiğine şahit olsan, ne dersin? Aklına ne gelir? Bunun bir devamı var, bunun böyle bitmemesi lazım, dersin değil mi? İşte bu adaletsizlik ve zulümler, şahit olduğumuz birkısım olumsuzluklar, başka bir âlemin, bir diğer-i âherin vücudunu bize haber veriyor zaten. Hayat dünyadan ibaret olsaydı, haklıydınız. Dünya, ruhlar aleminde başladığımız yolculukta sadece bir kahvaltılık müddetince bir durak. Her şeyin bittiği, zalimin zulmünün yanına kâr kaldığı bir yer değil ki. Hikmetin ve imtihan sırrının gereği, kömür gibi ruhlar ile elmas gibi kabiliyetlerin ayrılması için, bu dünyada zıtlar birbirine girmiş; zarar ve menfaatler, hayırlar ve şerler, çirkinlikler ve güzellikler hamur gibi yoğurularak iç içe konulmuş. Tecrübe ve imtihan bitince, iki silsile halinde olan, fakat şimdi bir ve iç içe gördüğümüz kir ve nurun aktığı bu oluklar ayrılacak. zahirde zulmani gördüğümüz bu perde yırtılacak. Herkes, hiçbir şey eksik bırakılmadan kendi yaptıkları ile doldurduğu defteri ile başbaşa kalacak. Zulüm olarak yapılan ne varsa, bir adalet süzgecinden geçirilecek. Bu olmazsa, o zaman bu itirazlarda haklı olabilirdiniz.
Sonra ömrünü küfürde geçirmiş, Allah'a ve cennetine inanmamış insana cennet niye yok diye, nara atılır ve sorulur mu? Adam zaten inkâr ediyor. Kendini, sahibini sormamış, hatta bir köpek gibi ölüp gideceğim demiş. Elbette bununla ilgili de bizden daha çok alakadar olan Rabbimiz, en adaletli hükmü verecektir. Yaptığı iyilikler, güzellikler varsa da dünyada şan ve şöhret şeklinde aldığı mükafat dışında başka bir mükâfat hak ediyorsa, onu da Mutlak Adalet gününde şeklini çok bilemediğimiz, kendine mahsus sekilde alacaktır. Demek, esas olan Rabbimizin adaletine iman ve itimattır.
Ben mukabil bir soru sorsam size. İmtihan dünyası nasıl olsaydı daha iyi olurdu mesela? Adam haksızlık ve zulüm yaparken yapamasaydı mı? Hep iyilik ve lütuflar mı serbest olsaydı? Adam istese de kötülük yapmasaydı mesela. İyi ile kötü insanın eşit olduğu bir âlem mi olsun istiyorsunuz yani? Mesela Amerika atom bombasını yapamasaydı, yapsa da atması mümkün olamasaydı mı olsun? Çalıp öldürmeye teşebbüs eden adamın eli kalkamasaydı. Bunu mu istiyorsunuz? Yani insanlar melek mi olsaydılar?
Bu tip itirazlar sahipleri, bu soruların cevaplarını vermelidir. Ama zulüm çoğunlukta diye itiraz olabilir. Bir üniversite açsanız, oradan bir İbn-i Sina, dokuz yüz tane de aylak adam çıksa, zararda mı olursunuz? Ya da bir Einstein kaç serseriye bedeldir? Burada keyfiyet, ölçü olmalıdır. Yoksa bir ton kömür, bin kilo diye bir kilo altından değerli midir mi diyeceğiz?
Her neyse biz başlığa dönelim. Şahin Bey bir paylaşımında "Dinin esası ticarettir, meseleye tüccar mantığıyla yaklaşmak gerekir." notundan sonra, Altıncı Sözde orijinal ve yeni bir bakış açısı ile tefsiri yapılan Tövbe Suresinin 111. Âyetinin "Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almak istiyor." cümlesi ile mealini de veriyor.
"Düşünen düşer.' paylaşımlarını da hatırladığım Şahin'in bu paylaşımını doğru düşününce ya da fıtratı, insanı doğru okuyunca insanın düşmeyeceğini göstermesi açısından bazı eksiklerine rağmen yaklaşım olarak, genel itibariyle doğru buluyorum. Yalnız "Din ticarettir." cümlesi, biraz soğuk geliyor bana. Sanki biz dinden ayrıyız, din bir yerde duruyor, kârlı bir ticaret yapmak için dine girmek, bu ticareti yapmak lazım düşüncesi veriyor zihne. Öyle değil ki arkadaş. Din insaniyet-i kübra. Yani en mükemmel insanlığı biz din ile, dinin tâlimi ile öğrenmişiz. Bugün dinle alakasız hatta düşman da olsa, taşıdığı fakat onların asıl sahibinden habersiz olduğundan, ona faydası olmayacak olan yüksek ne kadar haslet, güzellik varsa, onları da bize Rabbimiz gönderdiği peygamberlerle ve dinlerle hediye etmiştir. Yani din bizim hayatımız, fıtratımız, ruhumuz, hürriyetimiz, değer ölçümüz, aslımız, asliyetimiz. Din bizden farklı bir şey değil. Bizden ayrı değil ki. Ticaret olan din değil; hayat, ömür ve topyekün varlığımız. Din bu ticaretin şeklini, tarzını, kârlısını, zararsızını tarif eden bir tarifenâme. Din bir ticarettir derken, bunları anlamak ve kastın bu olduğunu düşünmek gerekir herhalde.
Üstad, dünya için "Seyyar bir ticaretgâhtır." diyor. O zaman burada bir ticaret yapmak lazım. Hastalar Risalesi'nde Üçüncü Devada da "Azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.' buyuruyor. Âyetin izah edildiği Altıncı Sözde ise "Nefis ve malını Cenab-ı Hakk'a satmak, ne kadar karlı bir ticaret ve rütbe olduğunu anlamak istersen..." girişi var.
Demek burada ticaret denen husus, din değil, yine O'un verdiği nefis ve malını Allah'a satmak. Dinimizden, bunun kârlı bir ticaret olduğunu ve nasıl yapılacağını öğreniyoruz sadece. Yani bize emanet olarak verilen, hakikî sahibi, yaşatanı, idare edeni olmadığımız; mecazen "Bizimdir, benimdir." dediğimiz ruh, göz, akıl gibi değerli cihazlarımızın kısa bir hayatta zayi olmaması için, yine onları bize veren Rabbimiz bize bir teklifte bulunuyor. Bu teklife âyette ticaret deniliyor. Yani işin içinde kaçırılmayacak bir teklif var. işte dinimiz bu teklifim sözleşmesini bize sunuyor, yollarını gösteriyor. Bu sözleşmeyi kabullenip bu cihazları hakikî sahibine satarsak, zararlardan kurtulacağımız gibi, kârımız da çok olacak. Şahin Doğan, bunu kast ederek din bir ticarettir, hükmünü veriyor. Kasıt bu ise, itiraz etmiyoruz. Ama bu tabiri içeriden birisi olarak biraz soğuk buluyoruz sadece.
Bazen değişik zeminlerde dinî bir sohbette bulunur musunuz, davetini alırız. Ben de âcizane dinî sohbet değil, insanî sohbet diyorum. Niçin? Yeryüzünü, gökyüzünü keşfeden insanlık, daha insanı tam keşfedememiş. Gayesiz, maksatsız bir şey olur mu ? Var mı böyle bir şey? Peki bütün kâinatın hizmet ettiği insanın gayesi, maksadı nedir? Kim, ne için var etmiş insanı? İnsanın sadece ölümle bitecek bir kısa hayata ve böyle bir hayattaki insanlara hizmet gibi basit bir gayesi olabilir mi? Ölümle nereye gidiyoruz? Bunları doğru şekilde çözmedikten sonra, insanoğlu hiçbir meselesini çözememiş sayılır.
Bugünkü sancıların temelinde bu var aslında. Bunları da insanın hakiki sahibine kulak vermeden çözemeyiz. Şimdi bunların cevaplarının incelendiği, verildiği sohbete sen, hangi ismi verirsen ver. İstersen ticaret de diyebilirsin. İsimlerin değişmesiyle hakikat değişmiyor ki.
Evet dostlar, nereye gidersek gidelim, neyi paylaşırsak paylaşalım hakikat değişmiyor. Parlak isimler takmamız, gözümüzü kapamamız yolculuğumuzu durdurmuyor. İletişimin zayıf olduğu dönemlerde neredeyse her insana bir peygamber gönderen Rabbimiz, Sahib-i Hakikîmiz bize de Kur'an'da son mesajını vermiş. Sonu izmle biten sahte oyuncak ve emziklerle geçirilecek zamanınız olmamalı. Zira ömür sermayesi hem hızlı akmakta hem de kendi adıma söyleyebilirim bitmek üzere.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.