Dünya-Ahiret dengesi nasıl olmalı?

İslam Dini; dünya ve ahiret hayatını bir bütün olarak değerlendirir. Âhiret hayatını ihmal etmeyi kabûl etmediği gibi, dünya hayatından kopuk ve dünyanın ahiret'le ilgili belirleyici niteliğini göz ardı eden bir ruhanîliği de tasvip etmiyor.

Kur’an-ı Kerim, dünya ile ahiret arasındaki ilişkinin ölçüsünü: "Allah'ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî ahiret yurdunu imar etmeye çalış, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara iyilikte bulun, sakın yeryüzünde bozgunculuk çıkarma! Çünkü Allah, bozguncuları sevmez." [1] ayetiyle dört ilkeyle özetler.

Ayette ifade edilen dünya-ahiret dengesini ferdî ve içtimaî hayatta pratiğe dökmek, kolay bir iş değil. Bu, Müslümanlar kadar, diğer dinlerin mensupları için de bir problem olagelmiştir. Çünkü Yahudilikte ahiret hayatı, Hıristiyanlık'ta ise dünya hayatı ihmal edilmiştir. Ayette anlaşıldığı üzere “Yahudiler, ahiret hayatından çok dünya hayatına düşkün, ahiretten umutlarını kesmiş ve Allah'ın azabını önemsemeyen insanlar hâline gelmişlerdir.”[2] Buna karşılık, İncilde ise, genellikle ahiret hayatına düşkünlük ve ruhanîlik ön plana çıkmış durumda.

İnsanın yapısına ve yaratılışına uygun olan İslam dini ise, dengeli bir hayat sürdürmeyi; yani "dünya için ahireti, ahiret için de dünyayı ihmal etmemeyi" öngörmektedir.

Kur’an-ı Kerimde; Karun gibi hazineler sahibi birine yapılan bir öğütte, "Dünyadan da nasibini unutma" tavsiyesinde bulunması, İslâm dininin dünya için çalışmaya verdiği önemi göstermektedir. Bununla birlikte Kur'an-ı Kerim, daha sonraki ayetlerde ise, büsbütün dünyaya dalmanın getireceği felaketleri de canlı bir şekilde gözler önüne sererek, dünya ve ahiret hayatını dengeleyen orta bir yolun tutulması ve sürdürülmesi için şöyle bir tavsiyede bulunur: "...İnsanlardan öyleleri var ki; 'Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver’ derler. Böyle isteyenlerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da, 'Ey Rabbimiz! Bize dünyada da bir iyilik, ahirette de bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.' derler. İşte onlar için, kazandıklarından (ahirette) büyük bir nasip (hisse) vardır..."[3] buyrulur.

Şüphesiz insanın maddî ve manevî yapısı ile bir bütün olduğunu göz önünde bulunduran İslâm dini; insan hayatının sadece bu dünya hayatından ibaret olmadığını, öldükten sonra ahiret hayatının varlığını gözler önüne sermekte ve bu hayatın daimi olduğunu vurgulamaktadır. Öyle ise her iki dünya hayatı burada kazanılacağı için çok iyi çalışmak gerekir. Çünkü dünyanın da, ahiretin de kazanılacağı yer burasıdır. Ayrıca İslâm çalışmaya engel de değil, karşı da değildir. Bilakis “İnsanlar için ancak çalışmak vardır” ayeti çalışmayı bir zorunluluk olarak sunmakta ve teşvik etmektedir. Ancak İslâm'ın vurgulamak istediği tek şey çalışmanın, mal-mülk edinmenin bir amaç değil bir araç hâline getirilmesidir.[4]

Konuyu özetleyecek olursak: İslam dini, insan hayatına bir anlam katıyor, bir hedef gösteriyor. Hayata bir anlam kazandırmaya ve farkında olarak yaşamaya yardımcı oluyor. ‘Ben kimim?’, ‘Nereden geliyorum ve nereye gidiyorum?’ gibi temel sorulara cevap vermeye ve toplumu bir arada tutarak dayanışmayı sağlayan ortak değerlerin tesisine katkı sağlıyor. Yine sorumluluk duygusunun gelişmesinde ve toplumsal hayatı şekillendiren değer, norm ve kuralların üretilmesinde önemli rol oynuyor. İnananların ebedi kurtuluşu ve mutluluğu için yol gösterici oluyor. Dinî duyguların hem dünya hem de  ahiret hayatı için birer saadet vesilesi olduğunu bildiriyor.

Öyle ise Müslüman; fani dünyada kırılacak şişeler hükmündeki değersiz işleri ebedi hayatın elmas hükmündeki işlerine tercih etmemeli! Ahirette verilecek bitmez, tükenmez lezzetleri, geçici ve zehirli bala benzeyen gayr-ı meşru, peşin bir kısım zevk ve lezzetler uğruna, elinin tersiyle itmemeli! Maddi ve manevi hayatını tehlikeye atmamalı!  Hem dünya, hem de ahiret hayatını karartamamalı! Hayatını helal daire içerisinde sürdürmeli! Çünkü "Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye hiç lüzum yoktur."[5]  Ne mutlu dünya hayatını ahiret hayatına basamak yapanlara!..



[1] Kasas Sûresi, 28/77

[2] Bakara Sûresi, 2/94-95; A'râf Sûresi, 7/169; Mümtehinne Sûresi, 60/13

[3] Bakara, 200-202.

[4] Diyanet Aylık Dergi, Ocak 2002

[5] Sözler, Altıncı Söz, s.29

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum