Dünya bomba olup patlatsa korkutmayan sır

Dünya bomba olup patlatsa korkutmayan sır

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Evet, her hakiki hasenât gibi, cesâretin dahi menbaı imândır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi, cebânetin dahi menbaı dalâlettir.

Evet, tam münevverü'l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek.

Fakat, meşhur bir münevverü'l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?" der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)

Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermâyesi hiç hükmünde. Hem nihayetsiz musîbetlere mâruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde birşey. Adetâ sermâye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir.

Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. Mâlûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola velev on ihtimâlden bir ihtimâl ile olsa tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimâl ile bir saadet-i ebediye hazînesi vardır. Fısk ve sefâhet yolu ise hattâ fâsıkın itirafiyle dahi menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimâl ile şekâvet-i ebediye helâketi bulunduğu, icmâ ve tevâtür derecesinde, hadsiz ehl-i ihtisâsın ve müşâhedenin şehâdetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbarâtıyla muhakkaktır. (Sözler. s, 25)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
HASENÂT : Hayırlar, iyilik ve güzellikler.
MENBÂ : Kaynak, merkez.
UBÛDİYET : Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah\'a itaat etme.
SEYYİÂT : Kötülükler, günahlar, suçlar.
CEBÂNET : Korkaklık, ürkeklik.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
MÜNEVVERÜ\'L-KALB : Kalbi nurlanmış, îmânla aydınlanmış olan.
ÂBİD : İbâdet eden kul.
KUDRET-İ SAMEDÂNİYE : Herşey kendisine muhtaç olan Allah\'ın gücü.
MÜNEVVERÜ\'L-AKIL : Aklı nurlanmış, aydınlanmış olan.
FÂSIK : Günahkâr, büyük günahları işleyen.
EVHAM : Olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular.
RÛH-U BEŞER : İnsan rûhu, insan varlığı.
DERK : İyice anlamak, idrak etmek.
FISK : Günâh; Allah\'ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak.
ŞEKÂVET-İ EBEDİYE : Daimi sıkıntı ve işkence, bitmeyen azab.
İCMÂ : Fikir birliği. Bir meselede âlimlerin ittifak etmesi.
TEVÂTÜR : İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.
EHL-İ İHTİSAS : Mütehassıs kimseler.