Dünyevi makam için mukaddesatını alet edenler

Dünyevi makam için mukaddesatını alet edenler

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

"Manevi ve makbul ve zararsız ve bütün ehl-i İmân ve hakikatın istedikleri nurani makamlar ve uhrevi rütbelerden, halis kardeşlerimizden hüsn-ü zanla verilen ve ihlasınıza zarar gelmediği halde, eğer kabul etsen, reddedilmeyecek derecede senetler, hüccetler bulunduğu halde; sen, değil tevazu ve mahviyetle, belki şiddet ve hiddetle ve o makamı sana veren kardeşlerinin hatırını kırmakla o rütbelerden ve makamlardan kaçıyorsun."

Elcevap: Nasıl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için kendini feda eder. Öyle de, ehl-i imanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa-hem lüzum var-kendim, değil yalnız layık olmadığım o makamları, belki hakiki hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi feda etmeye, Risale-i Nur dan aldığım ders-i şefkat cihetiyle terk ederim.

Evet, her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalaletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfuruşluğun heyecanlı asrında büyük makamlar herşeyi kendine tabi ve basamak yapar. Hatta dünyevi makamlar için dahi mukaddesatını alet eder. Manevi makamlar olsa, daha ziyade alet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsi hizmetlerini ve hakikatleri basamak ve vesile yapıyor diye itham altında kalıp, neşrettiği hakikatler dahi tereddütlerle revacı zedelenir. Şahsa, makama faydası bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.

Elhasıl: Hakikat-i ihlas, benim için şan ve şerefe ve maddi ve manevi rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men ediyor. Hizmet-i Nuriyeye, gerçi büyük zarar olur; fakat, kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, halis bir hadim olarak, hakikat-i ihlas ile, herşeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum.

Çünkü o on adam, tam o hakikati herşeyin fevkinde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveselerle, o kutbun derslerini, "Hususi makamından ve hususi hissiyatından geliyor" nazarıyla bakıp, mağlup olarak dağıtılabilirler. Bu mana için hizmetkarlığı, makamatlara tercih ediyorum. (Emirdağ L. Sh.66)

Bediüzzaman Saidi Nursi

SÖZLÜK:
HÜSN-Ü ZAN : Güzel düşünme, sağduyu
HÜCCET : Senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.
TEVÂZU : Alçak gönüllülük, kibirsizlik, mahviyet.
MAHVİYET : Tevâzu, alçak gönüllülük.
EHL-İ HAMİYET : Karşılıksız fedakârlıkta ileri gidenler.
EHL-İ ÎMÂN : Hakkı kabul ve tasdik etmiş olanlar, dînin bütün hakîkatlerini kabul edenler, îmân sahipleri.
HAYAT-I EBEDİYE : Âhiret hayatı; sonsuz hayat.
DERS-İ ŞEFKAT : Şefkat dersi.
GAFLET-İ UMÛMİYE : Umumî gaflet, ekseriyetin dikkatsizliği ve vurdumduymazlığı.
GALEBE : Üstün gelmek, yenmek, bozmak, çokluk.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
HODFURUŞ : f. Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen.
MUKADDESÂT : Kudsî, temiz, pâk, ârî olan şeyler. Dince değerli kabul edilen şeyler
NAZAR : Bakmak, bakış, göz atmak, düşünmek.
İTHAM : Suçlama.
NEŞRETMEK : Yaymak.
REVAC : Sürüm. Kıymet, değer, geçerlik, makbuliyet.
HAKİKAT-İ İHLÂS : İhlâsın gerçeği, özü.
KEMİYET : Nicelik, sayı çokluğu.
KEYFİYETEN : Nitelik ve özellik bakımından. Kıymet ve kalite bakımından.
HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr.
FEVKINDE : Üstünde, yukarısında.
KUTBİYET : Evliyalar içersinde zamanın en büyük mürşidi olmak.
İRŞAD : Doğru yolu gösterme; gafletten uyandırıp hidâyet yolunu gösterme.
SEBAT : Dayanmak, kararlı olmak.