İbrahim KAYGUSUZ
Düşüncede semavi ve beşeri karakter
Beşer zihninin yöneldiği eşya ve olaylar ortak olduğu halde, yönelişlerin geri planındaki nazarlar ve niyetler bireyler bağlamında farklı neticelerin ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor.
Mesnev-i Nuriye’de Üstadımız nazarla niyetin mahiyet-i eşyayı tağyir ettiğini zikreder. Der ki: “Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i ilahiyedir.”
Beşeriyetin düşünce tarihinde bu ikili bakış açısı hep var olmuştur.
Bunun için hikmetin nübüvvete dayalı semavi yapısı kadar beşeri karakteri de vardır. Bir insani düşüncenin hikmet olması onun vahiy ile mutabakat içinde olmasına bağlıdır. Değilse marifet olmaz.
Bir insani düşüncenin hikmet tanımına girebilmesi doğrudan vahiy ile bağlantılı ve ona dayalı olması gerekir. Vahyin öğretileri doğrudan hikmettir. Bu anlamda insanın vahye dayalı olarak geliştireceği bilgi de hikmet olabilir.
Nitekim Peygamber (asv) hadislerinde hikmeti, peygamber olmayan insanlara da izafe etmektedir. Hatta Kur’an’da ismi geçen Lokman Hekîm, peygamberlikle doğrudan görevli olmadığı halde, kendisine hikmet gönderilmiştir.
Şu halde hikmet derce farkıyla “peygamber”den “bilge”ye ve hatta “sıradan insan”a kadar yayılma istidadı gösterir.
Böyle bir hiyerarşide peygamber hikmeti (nebevi hikmet) bütün hikmetleri belirler. Onlara kıstas olur ve aynı zamanda onlara ilham kaynağı ve hareket noktası teşkil eder.
Nebevi hikmeti salih amel, üstün takva, kesintisiz ceht, ilimde rüsuh alanında gösterdikleri başarılarla mukarreplerin hikmeti izler.
Nübüvvet nurundan en çok istifade eden bunlardır.
Akıl nuru kalp basireti onları hakikatin bilgisine öylesine yakınlaştırır ki peygamberin kalbine ilim ve hikmeti ilka eden kaynak, onların kalbine de bir takım esintileri (ilham) göndermeyi ihmal etmez.
Üstadımızın ilham eseri ve serapa hikmet dolu risale metinleri bu kategoriye girer
Ama mukarreplerin hikmet ve bilgileri asla kur’an vahyini ve nübüvvet hikmetini yani peygamberin sünnetini aşamaz ona aykırı düşemez, onun üstüne çıkamaz.
Hikmetin ifade edilen mahiyeti çerçevesinde felsefeye baktığımızda iki kavram arasında çok önemli bir mahiyet farkının olduğunu görürüz.
Çünkü felsefe “beşeri hikmet” çıkan “salt insani düşünce” tarzının adıdır. Bu tanım Batı felsefesi için özellikle doğrudur.
Salt beşeri aklın tecrübe ve sezgi gücüne dayanan felsefenin ilahi hikmetle ve vahiyle hiçbir bağı kalmamıştır.
Bu felsefede tamamen karamsarlık, vesvese, bunalım ve şaşkınlık vardır.
Bu şekli ile felsefe ilk defa Yunan’da teşekkül etmiş, gerçek etki ve belirtilerini Rönesans ve Aydınlanma(!) çağından sonra geçen yüzyıl ve bugün göstermiştir.
Batı merkezli “düşünce tarihleri”nde ve “tarih felsefeleri”nde hikmete hiç yer verilmez.
Aristo öncesi Yunan’da Platon ve hocası Sokrates felsefelerinde tevhid izlerine rastlamak mümkündür. Bunu Üstadımız Lemaat’ta zikreder.
Yine Pre-sokratik dönemde Xenophanes , Parmenides ve geçen haftaki yazımızda bahsi geçen Pisagor felsefelerinde de nebevi ve tevhidi izlere rastlamak mümkün.
Bazı kaynaklar Lokman Hekim’in Davud (as)’ın çağdaşı olduğunu yazar.
Pre-sokratik dönemin filozoflarından Empedokles’in Şam bölgesinde yaşayan Lokman (as)’dan hikmet dersi aldığı ve Yunanistan’a döndüğünde kainatın yaratılışından bahsettiği ifade edilir.
Yine Yunanlılar’ın ikinci hekimi olan Pisagor’un Süleyman (as)’ın müteakibi olan bazı mutemed kişilerden hikmet dersi aldığı ifade edilir.
Sicistani, Pisagor’un tabiat, sayı ve ilahiyat konusunda nübüvvetin nurundan izler taşıdığını söyler.
Dolayısıyla bunların fikri ürünlerine “felsefe”den çok “hikmet” demek daha doğru olur.
Fakat Aristo ile beraber çark tersine döndü. Aristo, düşünceyi laikleştiren ve vahiy ile bağını keserek profanlaştıran bir filozoftur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.