Afife ARTIK
Emirdağ Lahikası Müzakerelerinin Beşincisinden Notlar
Risale Akademi’de; Emirdağ Lahikası Müzakereleri devam ediyor. Kainat ile alakadar olan ve kendisine ciddi çalışılması halinde kainatın rengini değiştirecek kabiliyette olan Risale-i Nur’un; okunması, anlaşılması, prensiplerinin hayata aktarılması ve icrası son derece ehemmiyetlidir. Risale-i Nur’dan istifade edenler için bunu izaha hacet yoktur zira şahsî âlemlerinde Risale-i Nur’un nurunun yaptığı fevkalade icraat yakinen bilinmektedir.
Kalbleri fetheden bu nurun intişarı için ise ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu nevî çalışmalardan biri olan bu Emirdağ Lahikası Müzakerelerinde bu haftanın yoğun gündeminden bazı hususlar bunlardır:
- Üstadımız Ayet-ül Kübrâ Risalesinin özü ve özeti olan “Hülasat-ül Hülasa” üzerinde ehemmiyetle durmaktadır. Zira bu vird, bütün kainatın ubudiyyetini birden nazara vermekle bir anda ve birden ve kendi ruhunda bütün kainatı hissedercesine bir münacaata insanı muvaffak kılmaktadır. Bediüzzaman, yorgunluk hissettiği vakit bu Hülasat-ül Hülasa’yı okuduğunu ve bunun içinde bir senelik nafile ibadete bedel olan tefekkürün bulunduğunu 38 ve 57. Mektub (erisale) gibi çok mektublarında beyan etmiştir. Hassaten sabah namazının tesbihatında 33 La İlahe İllallah yerinde bu Hülasanın zaman zaman okunmasını tavsiye etmektedir. (HÜLASAT-ÜL HÜLASA'yı okumak için TIKLAYINIZ)
- Bediüzzaman Risale-i Nur ve Nur Şakirtleri yerinde kendisine ilişilmesini iftihar ile kabul ettiğini kendisini yoğun tazyik ile gözetim altında tutmakla sanki halkların kendisine iltihak etmesine mani olduklarını zannetmelerinin iyi olduğunu, başka yerlerde hizmetin önünü açtığını 57. mektubda ifade etmiştir. Talebelere her daim beraber olduklarını hatta berzahta bulunan Hafız Ali’nin de her gün manen yanında olduğunu haber vererek aynı mekanda bulunamamaktan dolayı müteessir olmalarına lüzum olmadığını tembihlemiştir. Elbette bugün de aynı şekilde manen birliktelik yolu açıktır. Kalben hissedip sevdiklerimizle daim beraberizdir. Mekan olarak yakınımızda ama kalben irtibatımız olmayanlarla ise uzağızdır.
- Bediüzzaman alakadar olduğu kardeşleri ile hiç irtibatını kesmez. Emirdağında iken de Kastamonu’dan nüfusunun buraya nakledilmesine üzülen ve kendisinden mektub alamayan kardeşlerine endişelenmemelerini ve onlarla olan irtibatı azalmayıp daha da kuvvetlendiğini, ihtiyata binaen mektub yazmadığını bildirir. Kendisi ile alakadar olan kimse ile irtibatını kesmemiş ve onlara her fırsatta mektub yazmış endişelerini gidermiştir.
- Üstadımız, Hüsrev Ağabey’in mektublarının kendisini hiçbir vakit incitmediğini, ruhunu okşadığını, elîm zamanlarında bile yumuşak geldiğini söylüyor.
- Sabri Ağabey’in Hüsrev Efendi ve Hasan Feyzi Efendi hakkındaki takdiratı sebebi ile Üstadımız cidden müferrah olduğunu diyor.
- Bediüzzaman Hazretleri sohbette, kendisine fazla hüsn-ü zan besleyenleri değil hüsn-ü zannı az olanları tercih ediyor. Bunun sebebini ise böyle izah ediyor: bana fazla hüsn-ü zan edip yüksek makamlarda bilenler (has şakirtler müstesna) hizmet ve alakalarına mukabil benden ehl-i velayet gibi nurani neticeler beklerler ve bunları göremezlerse hizmetten vazgeçebilirler. Biz hizmet noktasında hırs gösterip çok çalışmakla beraber hizmetimizin neticelerine kanaatla mükellefiz. Ehl-i imanın imanlarını kuvvetlendirmek ise en fevkalade bir neticedir. Büyük bir kutbun makam ve hükümlerine bağlanmaktansa Risale-i Nur’un sarsılmaz hüccetlerine bağlanmak başkalarına da fayda verip sirayet eder. Şahsın büyüklüğü hakkındaki kanaatler ise ne kadar haklı ve yerinde de olsa faydası hususî ve şahsî kalır, iman hakikatlerinin intişarına faydası azdır. Risale-i Nur “kaziye-i makbule” yerine yakinî bürhanı esas almıştır[i].
- Biz Bediüzzaman’ın sohbette kendisine hüsn-ü zannı az olanı tercih etmesinden kendimize ne gibi dersler çıkarabiliriz?
- Üstadın mektublarında ve saff-ı evvel talebelerin mektublarında hiçbir zaman konu ile ilgisi olmayan, muhatabı güç duruma düşürecek ya da cevabı verilmek istenmemesi muhtemel suallere rastlamıyoruz. Direk iman ve Kur’an hizmeti yani; yapılan iş ile ilgili suallerdir. Her zaman müsbete ve gayrete ve metanete şevk veren ifadelerdir. Öyle dehşetli bir zamanda ümit kıran zalimâne icraatlar bile mevzu bahis edilmemiştir. Hiçbir zaman “battık bittik” edebiyatı bu mektublarda hayat hakkı bulamamıştır. Bizi kıskaca aldılar eziyorlar vs. gibi ifadelere de hiç rastlanmamaktadır. Menfilikleri nazara verip hizmete ve gayrete şevki kırmak değil her daim mana alemlerinden ve bin dörtyüz sene evvelinden gelen müjdeler, teşvikler, taktirler, gaybî işaretler; kuşların, zelzelenin yağmurun yani kainatın teşvik eden ve hizmete gayret veren halleri dile getirilmiştir. Bugün için bu hususu nazara almak, kan ve gözyaşı edebiyatı yapmamak birbirimizin şevkine halel getirmemek adına mühimdir.
- Hasan Feyzi Ağabey; 51. mektubda Üstadımızı öyle güzel vasfetmiş ki; Kürdistan’da doğmasının Seyyit olmasına mani olmadığını ve Türklere olan sevgisine de mani teşkil etmemişliğini edebî ifadelerle vurgulamıştır. Mektubunda; Risale-i Nur’a, Üstada, İslama Efendimiz için, Kerbela’da akan kanlar için, ayrılık gecesinde akan gözyaşları için, aşk yoluna sürülen yüz için zafer vermesini dilemektedir. Şiirleri hem mana hem üslub olarak hayranlık uyandırmaktadır.
- Hasan Feyzi Ağabey; Üstadı ve Risaleleri tanımadan evvel bir tarikat şeyhidir, müridleri vardır. Üstadı ve Nurları tanıyınca ise Risale-i Nur’a talebe olur. Sanki kendisi evvelden bir mürşit değilmiş gibi tam bir teslimiyetle talebelik vazifesini bihakkın ifâ eder.
- Bediüzzaman, Kozca Hatibi Hasan Şükrü’nün mektubundan memnuniyetini bildirir ve kendisine selam gönderir. Kendisine mektub yazanların mektublarına bizzat bir mektub ile mukabele etmese de mutlaka bir karşılık verir, en azında selam gönderir.
- Üstad; “mübarekler hey’etinin pehlivanı” olarak vasıflandırdığı Küçük Ali’nin her iki senede bir defa bütün Risaleleri yazmaya karar verip yapmasını kahramanlık olarak değerlendirir ve Risale-i Nur’un birinci şakirdi olan Ağabeyi Mustafa’nın hakiki bir Abdurrahman olduğu, onun arkasında da çok Abdurrahmanlar göreceğine dair keşfiyatını bu hali ile tasdik etmiş olduğunu vurgular.
- Bediüzzaman; Risale-i Nur’un bu vatan, memleket ve hükumet için ne mayana geldiğini böyle ifade etmiştir: “Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’i kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükumet, âlem-i İslam’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir[ii]. ”
- Bediüzzaman 44. mektubda, Alevilerin en fenasının bile münafık olmayacağını, hadd-i şeriattan çıksa en fazla ehl-i bid’a olacağını, Hz. Ali Radiyalahu Anh’a olan muhabbetleri iktizasınca Risale-i Nur’un derslerini Sünnilerden daha ziyade dinlemeleri iktiza ettiğini, zira Risale-i Nur’un üstadı, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’dan sonra “Celelutiye”nin şehadeti ile İmam-ı Ali olduğunu bildirir. Hazreti Ali’nin kendilerine yirmi sene hürmet ile başdanışmanlık yaptığı Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radiyallahu Anhüm) a ilişmeyip Hazret-i Ali Radiyallahu Anh gibi onlara hürmet edip farz namazlarını kılmalarının kafi olduğunu belirtir.
- Said Nursi’nin mektublarının iletişim açısından ciddi incelenmesi gerekir. Mesela; talebelerin teklif ettikleri bir şeye taraftar değil de başka türlü olmasından yana ise “o öyle olmasın” demek yerinde “böyle olsa daha güzel olur” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Muhataplarının fikirlerine karşı, katılmasa bile menfi ve şevk kıran ifadelerden içtinab etmiştir.
- Bediüzzaman, Mustafa Osman’ın oradaki şakirtlere yazdığı mektubu güzel ve edibane bulmuştur. Kendi hakkında fazla makam vermesini ise böyle yorumlar: “Üstadını, kendi parlak ayinesinde çok parlak görmüş.” Bu hüsn-ü zannı reddetmez ve bir manevi dua olarak kabul eder. Demek ki Risalelerin ve Üstadın kıymetlerini anlamak için bizim de kendi ayinelerimizi parlatıp onlara mukabil durmamız icab eder. Nur ve nuranî olanlar elbette mukabilindeki şeffaf ayineleri nurlandırırlar.
- Risale-i Nur şakirtlerinin Risaleler hakkında senakarane ve edibane mektub ve şiirleri, Risale-i Nur’dan ve Bediüzzaman’dan ettikleri istifadeyi ve aldıkları feyizleri pek güzel ifade etmektedir. Bugün de her bir Nur Şakirdi Risale-i Nur’dan aldıkları feyizleri bu gibi edebî ve şevke medar ifadeler ile beyan etmeleri önünde bir engel yoktur. Risale-i Nur’un kıymeti ve fevkalade tesirinin edibane olarak, çağı paylaştığımız şakirtler tarafından da bir daha ve bir daha ifade edilmesi ancak şevke ve gayrete sebeb olur. Bir güneşin mukabilinde ne kadar fazla ayineler olsa, güneşin şaşaasını o denli göstermeye vesiledir. Nurun intişarına da hizmettir.
- Emirdağ Lahikasının 60. Mektubunda Halil İbrahim Ağabey diyor ki: “Risale-i Nur Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın [iii] وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ kavl-i şerifinin îma ve işâratından şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, Risale-i Nur, Türkçede, lisan üzerinde de imam olacağına, yani yarın hâlis Türkçe olan Risale-i Nur'un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur'âniyedendir demiş olsam, hatâ etmemiş olurum zannederim. ”
- Bütün mevcudat ve mevcudatın tesbihatı içinde dizilmiş olan Risale-i Nur’a şakirt olanlar, kainattan hiçbir şeyi kendilerinden ayrı tutmazlar, dışarıda bırakmazlar. Kainatın her zerresi ve mahluku vücudlarının bir cüz’üdür. Dördüncü Şua’da imanı şuurlanan bir müminin, kendi şahsî vücudundan başka, bütün kainat da onun ikinci bir vücudu olacağı izah edilmiştir.
- İman, insana neş’e verir, diri ve canlı tutar. Kalbi ve aklı tatmin eder. Sekînet ve huzur verir. Hastalar Risalesi’nde iman ilacı, her türlü derdin dermanı olduğu vurgulanmıştır.
- Risale-i Nur’un hedef kitlesi sümbüllenmeye müstaid tohumlardır. Semavî vahiy ve vahyin nuruna nâkile olan vasıtalar Adem Aleyhisselam zamanından beri insanın içinde sümbüllenmeye hazır bekleyen istidatları açığa çıkartmıştır. Kur’an ve Kur’andan yankılanan berk gibi tesirli hitap; müstaid çekirdekleri çatlatmış, onlara Rahmet gibi bir âb-ı hayat akıtmış, bir bahar ile âlemin yüzünü nurla güldürmüştür. Risale-i Nur, kıyamete dek bu icraatın bir vasıtası olmaya devam edecektir.
[i] Konunun izahı 53. Mektubdadır. (Envar N, s.91) Bu mektub Risale-i Nur’un ilim içinde açtığı velayet-i kübra yolunu izah etmektedir.
[ii] 43. Mektub, s.78
[iii] İbrahim Suresi 4. Ayetten (14): “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.