Afife ARTIK
Emirdağ Lahikası Müzakerelerinin Üçüncüsünden Notlar
Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asırdaki bütün zulüm ve zulümata nurani ve şiddetli bir darbe vuran Risale-i Nur’un hangi düsturlar muvacehesinde yaşanabileceğini izah eden mektublardan müteşekkil Emirdağ Lahikası üzerine üçüncü müzakere, 12 Eylül 2015 tarihinde Risale Akademi’de gerçekleşti.
Müzakereciler, mektubların kumandası altında, pek çok önemli mevzu üzerinde fikirlerini beyan ettiler. Bahsi geçen çok konulardan bazıları bunlardır:
- Risale-i Nur’un Kur’andan gelen kudsî hakikatlarını ve bu hakikatlara uygun bir hayatın ne surette, hangi yöntemlerle yaşanabileceğini okumak elbette büyük bir ihsandır. Bunları okuduktan sonra ise karşımıza bu sual gelmektedir: “bugün şimdi, içinde bulunduğumuz hal ve şartlarda ne yapalım ki bunların pratik uygulamalarını hayatımızın içine taşımanın ferahlığını yaşayalım?” nasıl bir iş üzerinde mesailerimizi tanzim edelim ve müşterek gaye ile hareket edelim? manevi bir şirketin, manevi bir fabrikanın kuruluş esaslarını Risalelerden öğrenerek bu şirketin bir elemanı, fabrikanın bir çarkı olmak için ne yapalım? Bu sualleri takib etmekle, her insanın kendine sorduğu; “neden bu dünyadayım” “burada işim dedir, vazifem nedir” hususi suallerinin de has cevabını bulabiliriz.
Bun yaptığımızda; anlam dünyamız değişecek, gelişecek ve vazifemize odaklanmakla, malayaniyattan kurtulacağız. Yoka bir ömür boyu vazifemiz olmayan işler ile oyalanmak ve eleştiri ve şikayet fabrikası olmak tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.
- Mahkemeler ve ehl-i vukuf bunu tescil etmiş ve defaatle belgelemiş ki: Risale-i Nur’da iman ve Kur’an hakikatleri, faydalı dinî, aklakî kaideler haricinde bir şey yoktur ve bir başka gizli amaç, siyasî bir hedef, güç elde etmeye dair hiçbir nesne de içinde yoktur. Sayısız uzmanlar Risaleleri incelemiş ve Risale-i Nur’un müellifi ve şakirtleri de sıkı takip altında tutulmuş, böylelikle bütün şüphe ve iftiralardan defalarca beraat almışlardır. Her biri Risale-i Nur’un sadece iman ve Kur’ana hizmet ettiğine, hayatları ve yaşam tarzları ile de mühür vurmuşlardır. Risale-i Nur’un has şakirtlerini hayatları Risale-i Nur’un hakkaniyetinin birer hüccetidirler.
- Siyaset fırtınaları ile merakla meşgul olmak, iman ve Kur’an hizmetinde bulunanları mağlub eder. [i]
- Said Nursî, hem kendi hayatını hem has talebelerin hayatını şahit göstererek diyor ki; bu hayatlar, Risale-i Nur gibi bir neticeye göre teçhiz edilip sevkedilmiş. [ii]
- Risale-i Nur mağlub olmuyor nedeni ise; koruması gereken imandan ve Kur’andan gayrı bir şey olamayışıdır. Kur’anı ise indiren Zât (cc) koruyacağını vaad ettiğinden Risale-i Nur’un hizmeti de inayet ve hıfz ve himayet altındadır. Beşerî bir güç ile korunmayı iktiza eden maddi ve dünyevî metaları olmadığından sıdk ile hizmette bulunan has talebeleri de inayet ve himayet altındadırlar. Çok mektublarda Said Nursî, Risale-i Nur kendi başı ile intişar eder, kendi kendini müdafaa eder, kimseye muhtaç olmadan bir ordu kadar kuvvetlidir diye hatırlatmış ve bizim korumamız gerekenin evvel emirde kendi imanımız olduğunu sonra da başkaların imanına kuvvet verecek tarzda çalışmamızı tavsiye etmiştir. İmanımızın gerektirdiği tarz[iii] ile hizmet etmek elbette başkalarının imanına kuvvet vermek demektir.
- Asay-ı Musa; firavunları susturuyor, mağlub ediyor. Biz de nefsimizin firavunluğunu kırmak kastı ile onu okuyabiliriz. Risale-i Nur’un beraetine bir vesile olması ile de isbat etmiştir ki; firavun meşreplerin tecavüzüne karşı da bir seddir[iv].
- Said Nursî; Emirdağ Lahikasının 27. mektubunda diyor ki; Risale-i Nur’un hizmet-i imaniyesi hayat-ı bakiyeye baktığı için hayat-ı faniyenin meşgalelerine ve faidelerine tercih etmek ehl-i imana vacibdir.
- Kuvvetli düşmanlar karşısında az ve zayıf ve fakir olan Nur Şakirtlerine bir gaybî imdad ve teşci ve sebat ve metanet vermek için Said Nursî, İmam-ı Ali Radiyallahu Anh’un gaybî kerametlerini yazmaya mecbur olduğunu bildiriyor. [v]
- Mirac Mucizesi Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’a en zor zamanında verilmesi gibi, her mümine mirac yolunu talim eden kerametli Ayet-ül Kübra Risalesi de ceberutun en dehşetli zamanında yazdırılmış.
- Amelsiz ilim, Efendimiz aleyhissalatü Vesselam’ın bildirdiği gibi helaket sebebidir. İlmimiz ile ne iş yaptığımız önemlidir. Hayat pratiği olarak yaşamadığımız ilim sırtımızda yüktür. Bizi o ilmi bilmeyenlerin altında bir derekeye düşürme ihtimali vardır. İhlas ve Uhuvvet Risalelerini birbirimize okumanın ötesinde hakikatlerini yaşayarak o hakikatlerin intişarına hizmet etmemiz gerekir. Bir hakikati sonraki nesle aktarmanın yolu; o hakikati yaşamak ve yaşatmaktır. Halimizin ayine olmadığı bir hakikati dilimizin söylemesi o hakikatin muhatabımız üzerindeki tesirini kırabilir. Hayatımıza hayat olan bir hakikati anlatmak için ise fazla efor harcamamız gerekmez. Gücümüzü, hakikatleri daha çok insana anlatmak yerine o hakikati daha derin yaşamaya sarf etmekle muktesit bir tavır takınmış olabiliriz. Elbette bunun, bizi hakikati anlatmaktan geri bırakması da gerekmez. Zira insana en ziyade tesir eden ses kendi sesidir. Muhatabımıza anlattığımız hakikati evvela nefsimizin dinlemesini Said Nursî kendisi de uygulayarak bize talim etmektedir.
- Her Nur Talebesi için, Üstadın gözü ile bakmak ve Üstadın hissiyatı ile fikren yaşamak mümkündür. Said Nursî’nin yazdığı mektublar, nasıl bir nazar ile hâdisata baktığını ve ne hissiyatta olduğunu göstermektedir. Onun tarz-ı hareketini benimsemek ise Kur’an nurunun yayılmasının en kolay ve selametli yoludur.
- Risale-i Nur ve şahs-ı manevisi bir kumandandır, prensipleri bellidir ve hizmet eden her bir şahıs da ancak bu kumandanın idaresi altında olan bir neferdir. Şahıs zamanı olmayan bu zamanımızda bir tek şahsın kurtarıcı olamayacağı, ancak bir şahs-ı manevinin, bir ordunun bu vazifeyi göreceği önümüzdeki günlerde inceleyeceğimiz mektublarda bildirilmiştir. [vi]
- Ehl-i tasavvuf kardeşlerimize Risalelerin onların malı olduğunu anlatabilmemiz gerekir. Onların bağlı oldukları bütün mübarek zâtlar Üstadımızın arkadaşlarıdır. Mana âlemlerinde onlar omuz omuza oldukları gibi bizim de şehadet aleminde omuz omuza olmamız gerekir. Üstadımız 34. mektubda (s. 62-63) bir ehl-i tarik zata hitab ediyor ve onu iman ve ubudiyyeti için tebrik ve taltif ettikten sonra kendisine tarikatin hakikatini beyan eden Telvihat-ı Tis’a eserini elde edip okumasını tavsiye ediyor. Risale-i Nur’un ehemmiyet ve kıymetini ve böyle bir zamanda inatçı düşmanlara mağlub olmadığını bildirerek hususî ve cüzî mesleklerin mağlubane perde altındaki hizmetlerinin, bid’alara müsamaha ve tahrifat içinde, dine tam hizmet edemeyeceklerini anlatıp yine o zâtın iman ve himmetini överek Risale-i Nur’a şakirt olmaya kendisini davet ediyor. Bu yol ile manevî şirketten hissedar olarak hayır ve iyiliklerini cüzîyetten külliyete çıkaracağını ve kendisinde bulunan iman ve hayırları tam kârlı bir ticarete dönüştüreceğini ona haber veriyor.
- Üstadımızın ehl-i tarik kardeşlerimize hitabı ve iltifatı bizlere numune-i imtisal olmalı. Zira yine Üstadımız başka meslekleri butlan ile ittiham etmemeyi, bütün mü’minlerin kardeş olduğunu Kur’andan bize ders vermiştir. Bizim de ayrılık noktalarını değil en büyük birleştirici olan iman ve Kur’an hakikatlerini nazara vermemiz gerekir. Zira her mü’min Kur’an ehlidir ve Kur’an hakikatlerine ihtiyacı vardır. Kalben o Mübarek Zâtlara merbut kardeşlerimiz elbette nur dairesinde o zâtlar ile olan irtibatlarını çok kuvvetlendirirler ve aklı önde kalbi arkada kalmış olanlarımıza bir nevi mürşit kardeş olabilirler.
- Said Nursî, ümmi ihtiyarların ve masum çocukların yazdıkları risaleleri tashih ederken çok zahmet çektiğini ve bu zahmetten istifade ettiğini beyan ediyor. Bu yazıların okunmasındaki güçlük sebebi ile yavaş okuduğunu ve bunun da istifadeyi sadece akla münhasır kalmaktan halas ederek kalb, ruh, nefis ve hissin bile istifadelerine medar olduğunu demekle yavaş ve dikkatli okumanın faydasını da bildirmiş oluyor. İlginçtir ki yazılarını okumasına rağmen diyor; ben onların masumane, halisane, samimi ve tatlı dillerinden, derslerinden Risale-i Nur’un şirin ve derin mes’elelerini lezzetli bir hayretle dinliyorum ve ders alıyorum. Yani; yazdıklarını onların dilinden dinliyor. Benzer şekilde Hulûsi Bey’de aldığı risaleleri Üstadın bizzat mübarek sesinden dinler gibi dinlediğini ifade ediyor. Burada karşımıza “yazısını dilinden dinler gibi okumak” kavramı çıkıyor ki bizim hadis okumalarımız da Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ı dinlemek demektir. Yine Üstadımız Kur’an-ı Hakîm’in üç yol ile okunabileceğini ders veriyor ki; birincisi Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın dilinden dinler gibi, ikincisi Cibril-i Emin Aleyhissalem’dan dinler gibi dinlemek üçüncüsü ise Mütekellim-i Ezelî (cc)’den dinler gibi dinlemek.
Demek yazı içinde yazı sahibi işitilebilir. Risale-i Nur da bize Allah’ın yazdığı bu kainat kitabından Halıkımıza giden yolu bulmayı talim ediyor. Bir mektubun kelimesi olan hayatımızı okumakla da hayatın sahibine giden yolda ilerlemek mümkün.
[i] Emirdağ Lahikasının 30. Mektubu (erisale); siyasî boğuşmaları merakla takip etmeye müptela olanlara harika bir tiryaktır. İki ayetin de beyanı ile bu takipten sarhoş olanları ayıltıyor. (Envar N.s56-58)
[ii] Bu konuyu 28 ve 29. Mektublarda (erisale) Üstadımız izah etmiş. (Envar N. 52-55)
[iii] İhlas Risalesi, Uhuvvet Risalesi, Hatveler, Hizmet Rehberi, Üstadın ve saff-ı evvellerin muamelatı bize bu tarzı hem kitabî hem uygulamalı olarak talim etmektedir.
[iv] İmam-ı Ali Radiyallahu Anh, Asay-ı Musa ve Ayet-ül Kübra risalelerine celcelutiyye namlı kasidesinde dikkat çekmiştir. Haber vermiş ve taktir etmiştir.
[v] 32. Mektub, s.60- 61
[vi] 39. Mektub da bu konuyu izah ediyor. S.39-40
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.