Ahmet AY
Emre Dorman nereye koşuyor 2
Emre Dorman nereye koşuyor 2:
Kur'an'a odaklanayım derken eldeki dinden olmak
Bugün sizinle Emre Dorman'ın twitlerinden birisini daha analiz etmek istiyorum. Bu pek ehl-i akıl geçinen hocalarımızın ettikleri kelamların arkasında ne kadar akıl var, hep beraber görmeye çalışalım. Meşhur twitimiz şu: "Peygamberimizin şüphesiz güvenilebilecek tek hadisi vardır, o da Kur'an'dır. Dolayısıyla dinin tek güvenilir kaynağı vardır, o da Kur'an'dır. " Analize geçmeden önce bir tesbitimi sizinle paylaşmak isterim. O tesbit de şu: Kur'an müslümanlığı savunucularının aforizma merakı.
Evet, Mustafa İslamoğlu'sundan tutun Emre Dorman'ına kadar hepsinde bir Polat Alemdarlık var. Kurtlar Vadisi senaryosu yutmuş gibi afilli cümleler kurup, davalarını da onlara dayandırıp duruyorlar. Fakat kurcalasanız altlarındaki hakikatin boyu ne kadar?
İşte bugün bir tanesini kurcalayacağız, ancak daha ona geçmeden bu 'benzeyiş' bana sırlı geliyor. Müseylemetü'l-Kezzab'dan bu tarafa 'belagat' sahiplerinin, yeteneklerini 'hakikat'e hizmet ettirmedikleri sürece, bu ümmet için nasıl bir tehlike oluşturdukları hepimizin malumudur. (Bediüzzaman da Ene Risalesi'nde Kur'an'a hizmet etmeyen felsefenin tehlikesine dikkat çekmez mi?) Demek güzel söz söylemek yalnız başına hüner değil. Hüner, 'estetik'ten öte 'hakikatli' söz söylemek. Bu noktada insanımızın da sözdeki estetiğe/efsunî etkiye değil, özündeki hakikate talip olması lazım. Bir tuzafın fâşıdır bu söylediğim.
Bir önceki yazımda Emre Dorman'ın hadis ilminde ehl-i ihtisas olmadığını söylemiştim. O sözümü geri alıyorum. Çünkü bunu söylerken en azından bu konuya dair biraz malumat sahibi olduğunu sanıyordum. Dorman düşündüğümden de kötü durumdaymış. Hadisin neye dendiğini, vahyin ne olduğunu birbirinden ayıramayacak ve Kur'an'ı da hadis diye tarif edecek seviyede yüksek bilgi sahibiymiş(!). O yüzden uyarımı geri aldım. Böyle birisine 'ehl-i ihtisas değilsin' uyarısı yapmak abesle iştigal olur. Zira bu cümleyi Dorman'ın yüzüne kurmak için önce Dorman'a hadiste ehl-i ihtisasın ne olduğunu izah etmek gerekir. Olmadığı şeyi söylerken bilmediği şeyden bahsettiğimi bilmiyordum. Böylece o uyarımı tashih etmiş oldum.
Peki, Kur'an'ın, Allah Resulünün sözü anlamına gelen 'hadis'ten başka birşey olduğunun altını çizdikten sonra (ki bu çizişi standart müminler için değil Emre Dorman için yapıyoruz) şöyle bir konuya gelelim: İslamî bilginin kaynakları nelerdir?
Başkaları başka başlıklar kullanabilirler, ama ben mürşidimin kullandığı kategorizasyonu tercih edeceğim: Bize Cenab-ı Hakkı tanıtan üç büyük küllî muarrif vardır: 1) Kitab-ı Kebir-i Kainat. 2) Nübüvvet ve özelde Allah Resulü aleyhissalatu vesselam. 3) Vahiy ve özelde Kur'an'ı Hakîm. (Özelde ifadesiyle andıklarım temsil ettikleri kanunun bu ümmete bakan yüzünü teşkil edenlerdir. ) Yani biz Cenab-ı Hakkı üç bilgi kaynağından öğreniriz: 1) Kainat ve onun bize Yaratıcısı hakkında kazandırdığı marifet. 2) Peygamberlerin ve özelde Hatemü'l-Enbiya aleyhissalatu vesselamın aktardığı marifet. 3) Vahyin ve özelde Kur'an-ı Kerim'in doğrudan Allah'ın beyanından bize aktardığı marifet. Biz Cenab-ı Hakka, hakikatlerin hakikatine dair bilgiyi ancak bu üç kaynaktan elde ederiz. Sair kaynaklar ancak bu 'üç büyük küllî muarrif'in cüzleridir. Onlardan ışık alan aynalarıdır. (Bediüzzaman Mesnevî-i Nuriye'de dördüncü bir öğretici olarak vicdanı da anar. Ancak diğer yerlerde hep üç olarak zikrettiğinden ben de bu genel tarik üzere gideceğim. )
Bu kaynaklara dikkatle baktığımızda şunu görürüz: Kaynaklardan birisi aklîdir. Diğer ikisi naklîdir. Yani kainat, aklî bir çalışmayla çözülebilecek, her an açık tefekkürî bir marifeti bugün bize sağlarken; Kur'an ve sünnet, naklî, yani bizden öncekilerin bize aktardığı kadarıyla, hakkında bilgi sahibi olduğumuz marifet türlerini ifade eder. Bence bu aklî ve naklî ayrımı kesin bir çizgi sayılamaz. Kur'an ve sünnetin akılla tahlil edildiğinde 'Bu kelamın sahibi ancak Allah olabilir!' veya 'Bu ahlak ancak Allah'ın Resulünde bulunabilir!' dedirdiği çok şeyler vardır. Nitekim Bediüzzaman da Allah Resulünü Kur'an'ın bir mucizesi olarak, Kur'an'ı da Allah Resulünün bir mucizesi olarak anmıştır.
Bunun dışında kainat bilgisinin de ne kadar aklî olduğu tartışmalıdır. Zira naklî bir önbilgi, bir yol gösteriş olmadan kainat hakkında yapılan tefekkürün bizi İslam'ın istediği akaide (tüm dengesi ve detaylarıyla) götürebilmesi zordur. (Kaç kişi bulabilmiştir şimdiye kadar öyle tevhidi?) Bediüzzaman bu yolun müşküllerine de Ene Risalesi'nin ahirindeki üç yol örneklemesinde değinir. Naklî deliller eşliğinde girilen bir aklî tefekkür, asansör gibi uçarak kolayca yolculuk ettirirken; nakilsiz aklın tefekkürleri dağları/taşları parçalamak veya uzun uzun yolculukları/mesafeleri aşmak olarak resmedilir. Bediüzzaman'ın bir Eş'arî olduğu hatırlanırsa, bu noktadaki duruşu da daha net anlaşılır.
Şimdi gelelim Dorman'ın muhteşem twitine. Allah Resulünün güvenilecek tek hadisinin(!) Kur'an olduğunu söylerken aslında Dorman bize şunu söylemektedir kelamının mana-i muhalifi ile: Kur'an'ın dışında Allah Resulünden nakledilen hiçbir söze güvenilmez. Yahut da şunu demektedir: Allah Resulünün sözü olarak nakledilen (Kur'an dışında) hiçbir söz aslında onun sözü değildir. ('Kur'an, Allah Resulünün sözüdür' mü demek istemektedir? Hadi o kadar suizan etmeyelim. ) Peki, Dorman'ın boyunu bir hayli aşan bu Polat Alemdar aforizmasının ulaşacağı sonuç nedir? Yani nereye varmak istiyordur Dorman bu sözü söylemekle? Yoksa biz de mi kendisiyle bir meşrep olup süper-hiper-acayip 'bilimsel' duruşunu şöyle tanımlamalıyız: "Sonunu düşünen kahraman olamaz!" Yok, öyle olmayalım. Biz yine biz kalalım ve Dorman'ın aslında ne demek istediğini ve bu redd-i hadis meselesinin nereye varacağını aklımızla arayalım:
Dorman aslında bize şunu anlatmak istiyor: Hadis gibi naklî bir delilin bütün ayakları sakattır, düzmecedir, kurmacadır. Yani hadis imamları, hadis ravileri, hadis ilmi, tebe-i tabiin, tabiin, sahabe... Hatta bunlara itimat etmiş, bunlarla amel etmiş, bunları doğru bilmiş herkes bir düzmecenin parçasıdır. Allah Resulünün hadisi diye birşey yoktur, ama bize 1400 yıldır böyle şeyler varmış gibi yedirilmiştir. Bu ümmet (ve özellikle bu ümmetin Allah Resulüne bizden daha yakın olanları) öyle fasık bir ümmettir ki, ta ilk elden son ele kadar, yememiş içmemişler, Allah Resulü ölür ölmez onun ağzından yalan sözler uydurmaya başlayarak birbirlerine nakletmişler, sonra utanmayıp onları yazmışlar/kitaplaştırmışlar, sonra ona bir ilim oluşturmuşlar, sonra onunla bir fıkıh kurmuşlar, sonra Kur'an'ı onlarla yorumlamışlar ve Allah Resulünün vefatının hemen ardından İslam'ı İslam olmaktan çıkarmışlardır.
Bir de öyle elele vermişlerdir ki bu fasıklıkta, o kadar organize çalışmışlardır ki, modern zamanlara kadar 'Yahu ne yapıyorsunuz?' diyen de çıkmamıştır içlerinden. Hiçbirisi diğerini açık etmeden, hep beraber, her asırda ümmeti sözde ışıklandıran bütün âlimler de bu oyuna iştirak etmişlerdir. Sayın Emre Dorman'a kadar gelen İslam mirası böylesine lanetli/berbat, böylesine sorunlu ve kusurlu bir mirastır. Şükür ki(!) Allah Resulünden 1400 sene sonra artık Emre Dorman vardır. O hadislere bakar bakmaz şıp diye meseleyi anlamış ve yüzlük ampul gibi hepimizi; "Yok abicim öyle şeyler! Uydurma bunlar!" diyerek aydınlatmıştır. Hey mübarek... Keşke evvel geleydin. Arada çok insan kaynadı gitti.
Ama bir saniye! Bu cümlede o zaman bir ikircik var. Eğer naklin bütün ayakları, kaynakları, elçileri, mirasçıları, derleyenleri, kitaplayanları, ders verenleri, ders alanları, ondan yorum yapanları, o yoruma uyanları, akaidcileri-fıkıhçıları-kelamcıları-muhaddisleri, otuz iki kısım tekmili birden böylesi fasıklardan ve Allah Resulü adına yalan söz uydurmaktan, yaymaktan, bile bile inanmaktan çekinmeyenlerden oluşuyorsa; o zaman aynı ellerden gelen Kur'an nasıl güvenilir olacaktır?
Öyle ya, bu Kur'an da aynı ellerden yine bir naklî bir bilgi olarak bizlere taşınıp gelmiştir. Yine aynı hafızalarda ezberlenmiş, yine aynı dillerden nakledilmiş, yine aynı ellerde taşınmıştır. Mesele hadis olunca yemedikleri nane, kırmadıkları ceviz, kandırmadıkları adam, uydurmadıkları yalan kalmayan bu insanlar; nasıl olmuştur da Kur'an mevzubahis olunca hiçbir ayeti değiştirmemişler, hiçbir yalan katmamışlar, hiçbir şeyi çıkarmamışlar, bir harfine bile dokunmamışlardır? Naklî delilin her ayağındaki/safhasındaki her insan, istisnasız, hadis konusunda böyle yalancının yalancısı, kötünün kötüsü, güvenilmezin güvenilmezi olduktan sonra, aynı ellerden gelen Kur'an'a daha kim inanır?
Siz ne derseniz değin, bu işte bir iş var. Bu Kur'an müslümanlığı birşeyin nihayeti değil, ilk adımı. Eğer naklî bilgiye güveni absürd/dayanaksız iddialarla böylesine kırarsanız, o bilginin yaslandığı herşeyi sarsarsınız. Yarın Kur'an'ın Allah'ın vahyi olduğuna da kimseyi inandıramazsınız. Oyun büyük. Bu insanların varmak istedikleri yer, en iyi ihtimal deizmdir. Allah'ı sadece kainat bilgisinden bulmak ve ötesini/naklî bilgiyi boşvermektir. Bugün hadise bunu yapan, yarın kaçınılmaz şekilde Kur'an'a da şunu yapacaktır. Çünkü Kur'an, sünnet ve kainat İslamî marifette birbirinden kopmaz bir bütündürler. Birisinin altını oymaya başlarsanız ötekinin de altını oyarsınız. Nübüvveti çıkarırsanız vahiy, vahyi çıkarırsanız da kainat deliline zarar verirsiniz.
Bu insanlar İslam'a kuvvet olmuyorlar, İslam'ı deizme evriltmeye çalışıyorlar. Bunun bir adım ötesi de yine agnostizm olacak. Çünkü naklî delillerin bağlayıcılığını/belirginliğini yitirerek bu kadar izafîleşen bir kainat yorumu, Allah'ın varlığı ile yokluğunu bir hale getirecek. Uğraşılmayacak. Konuşulmayacak. Düştüğü görecelilikten dolayı tutunamayacak. Çok sinsi geliyor bu saldırı. Aptallığından bihaber, aklın zirvesinde gibi satıyor kendini. Çok kurnazca, aforizma aforizma yaklaşıyor, dikkatli olunmalı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.