Erdem AKÇA
Bütüncül Bakış ve Tevhid Delilleri-3
İhya Fili ve Diriliş Hakikati
Said Nursi tevhid delillerine şöyle devam eder: “Hem o Sâni-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihyâ eder; aynı kanunla şu önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihyâ eder. Ve o kanunla küre-i arzı yine o baharda ihyâ eder. Ve aynı kanunla haşirde mahlûkatı da ihyâ eder. Şu sırra işareten, a1 [ Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir." (Lokman Sûresi, 31:28) ] Kur'ân ferman eder.”
Burada konu ise, ihya edilmek… Yani ölümünden sonra diriltilmek veya çekirdek ve yumurta halinde olan bir şeyin ilk kez ağaç veya bir canlı şeklinde diriltilmesidir. Bu konuda Yasin sûresi 78-79. âyetler “İnsan ölüp kemikleri çürüyünce insanı kim diriltebilir, diye meydana okuyan müşrike hitaben ‘De ki, onu ilk kez kim topraktan diri olarak yaratan ve çıkartan kim ise ikinci kez da o yaratacak ve hayatlandıracaktır. O, bütün yaratma şekillerini ve modellerini bilir’” der. Nasıl yer çekimi denilen kanunla her nesne nerede olursa olsun küre-i arz tarafından kendine doğru çekiliyor. Her cisim kendine has bir muhataplıkla çekim kanununa tabidir. Aynen öyle de kâinatın tamamında bir ihya kanunu var.
- Her bir sinek bu kanunla diriltildiği gibi, her bir çınar ağacı ve bütün ağaçlar da o kanunla diriltilir;
- Bütün otlar ve çiçekler o kanunla diriltildiği gibi bütün kuşlar ve yumurtalar da o kanunla diriltilir;
- Bütün cinler o kanunla hayatlandırıldıkları gibi bütün insanlar da o kanunla diriltilirler;
- Uyku ölümün kardeşi olması sırrınca uyumakla ölen her insan, hayvan ve bitki aynı ihya kanunuyla diriltilirler;
- Yeryüzü kışın ölüp baharın yağmur sularıyla diriltildiği gibi mahşer günü de rahmet-i İlahi yağmuruyla aynı kanunla bütün ölüler diriltilirler;
- Ölmüş ve manevi açıdan kurumuş toplumlar ve fıtratlar nebilerin getirdiği imanla diriltildiği gibi sosyal açıdan kıyameti yaşamış ve darmadağın olmuş toplumlar, medeniyetler ve ahlaklar, resuller ve ülü’l-azm resuller eliyle diriltilirler;
- Ölmüş kalpler mürşidlerin elinde diriltildiği gibi kurumuş akıllar âlimlerin, kararmış ruhlar ise üstad-ı kudsi-yi nuranilerin ellerinde diriltilirler.
- Dünya ve içindekiler böyle külli bir kanunla diriltildikleri gibi Cennet ehli ebedî feyizlerle, nurlarla devamlı diriltilirler.
- Cennet ehli ihya edildikleri ve diriliklerine dirilik katıldığı gibi ebedî saadet ehli rüyetullah ile diriliğin mertebelerinde yol alarak ebedî ve sermedi ihyaya erişirler.
Mahlukat ve dünya fanilik zindanı ve ölümlülük prangasından kıyametle kurtularak taşı-toprağı ile diri olan Âhiret şeklinde ebedî diriliğe erişirler. “Dünya hayatı oyun ve eğlencedir. Âhiret ise yeminle derim, her şeyiyle diri olan yerdir.”[1] Din, insanı diriliğe çağırır. Ölüler ve ölü kalmak isteyenler dine kulak vermezler. Çürümekten muzdarip olan, kendini yokluk ejderhasına yem olarak hisseden ve günden güne manasızlaşmakla ruhunun ezilmesinden kurtulmak isteyenler şu âyeti duyarlar: “Allah ve resulü sizi, sizi ihya edecek işlere çağırdığında onlara icabet edin ve etmekte istekli olun.”[2]
Burada Esma-yı Hüsna Muhyi’dir. Ölü maddeyi, hayat ile dirilten O’dur. Manası bilinmemekle manen ölü sayılan âlemleri zişuur olan insan ve cinlerle manen ihya eden O’dur. Şuur sahibi olarak yaratılan fakat şuursuzca tavırlarıyla kendilerini manen ve maddeten öldüren cinleri ve insanları, nebiler ve resuller, kitaplar ve vahiyler göndererek dirilten O’dur. Dindarlıkları maddeciliğin ve nefislerinin baskısı altında ölmeye yüz tutan ümmetleri “müceddid” denilen ihya edicilerle dirilten O’dur. Hayatın kıymetini kavrattırıp hayatı iman ile ihya eden, islam ile iman çekirdeğini ihya eden, ihsan ile islam ağacını meyve verdirmekle ihya eden O’dur. Ona iman edenlerin bâki istidad ve ruhlarını, Cennet ve Ebedî Saadet ile ebedî ihya eden O’dur. Hayatın muazzam hakikatini ve Kâbe gibi konumunu kavrattırarak hayatı maddi ve manevi nimetlerle, zevk ve lezzetlerle bezeyen ve Kendi Hayat-ı Mukaddese’sine o fani hayatları bağlayarak hizmetkarı kılan ve o küçücük hayatları Kendi hayat-ı zâtiyesine ayna kılan O’dur. Zâtî ve mutlak bir hayatla yaşayan O’dur. Her şeyi yşatan O’dur. Yaşatmak isteyen O’dur. Yaşamayı sevdiren O’dur.
Üstad burada Rububiyete dair bazı Esma-yı Hüsna’yı ve onların külli tecellilerini dünya ve Âhireti içine alacak şekilde anlattı. Cevşen’deki bütün isimlerin bu şekilde en küçükten en büyüğe, bir ferdden bütün türlere kadar dar ve geniş çaplı, farklı surette ve tarzda tecellileri var. Bütün bu fiillerin aynı anda aynı el tarafından, bizim zerrelerimiz ve bedenimizden bütün zerrelere-bedenlere-cisimlere-dirilere-âlemlere kadar tecellilerini birden hayal gözümüzün önüne getirdiğimizde Rububiyetin sırrını görüebiliriz. Rububiyetin sırrı, Hâkimiyet’tir. Yani her şey Allah’ın Rububiyet avucunda, Onun kontrolü ve Hâkimiyeti altındadır. Onun iradesi olmadan Dünya ve Âhiret âlemlerinde, madde ve mana dünyalarında hiçbir şey olamaz. Her şey Onun terbiyesinden gelir; celal de gelse, ikram da gelse, lütuf da olsa kahır da olsa… Bu noktada Niyazi-i Mısrî Hz.leri şöyle der:
Lütf u kahrı şey’-i vâhid bilmeyen çekti azap
Ol azaptan kurtulan olur sultan anlar bizi
(Lütuf ve kahrı tek bir şey olarak bilmeyen azap çeker. Bu ikisini aynı şey gören kişi azaptan kurtularak bir manevi sultan olur. Sultan olunca ancak Bizi anlar.)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.