Esmaü’l-Hüsna Konusunda Said Nursi’nin Bazı Tespitleri

Bediüzzaman, Esma-yı Hüsna konusunu 24. Söz isimli eserinde çok yönlü olarak ele alır. Esma-ı Hüsna arası ilişkileri, kâinat ve insanda tecelli edişlerini ise bu Söz’ün 1. Dal’ında şu şekilde işler.

Vahdet-i Zât ve Kesret-i Esma Sırları

Bir zâtın, zâtı bir ve tek olsa da ünvanları, isimleri çok olabilir. Bu ilk tespit… Dünya milletlerinde tarih boyunca görünen şirklerin ana kaynağı bu meseledir. Allah’ın isimlerini kendisinden kopuk, bir birinden kopuk ve ayrı algılamalarıdır. Yunanlılar aşk ve sevgi tanrıçası, Afrodit; hikmet ve bilgi tanrısı, Hermes; güzellik tanrıçası, Venüs v.s. isimlerle Allah’ın Vedud-Hakîm-Cemil isimlerini, aşk-hikmet-cemal sıfatlarını Onun zatından ayrı, birbirlerinden kopuk olarak düşünmüş ve görüp şirke düşmüşler. Said Nursi burada ilk tespiti yapıyor: Zât, bir ve tektir. Fakat çeşitli bağlantı ve yönler itibariyle 1001 ismi-ünvanı-sıfatı vardır. Örnek: Padişah misali… Padişah 1 tanedir. Fakat mülkiye denilen idarecilikte onun adı “Sultan”; hukuk ve adalet işlerinde ismi, “Hâkim-i Âdil”; askeriyede “Kumandan-ı Azam”; ilim sınıfı ile irtibatında “Halife…” Şimdi padişahın isim ve sıfatlarının çokluğu zâtı itibariyle bir ve tek olmasına halel vermiyor. Bilakis onun zatının ihtişamını ve büyüklüğünü gösteriyor. Çünkü Padişahı tanımak isteyen kişi, isimler ve ünvanların, sıfatların ve şuunatın kaynağı olarak padişahın mükemmel zâtını bulacak ve görecektir.

Vâhidiyet ve Ehadiyet Sırları

Esma-yı Hüsna, Ehadiyet ve Vâhidiyet şeklinde kâinatta ve insanda tecelli ederler. Bir temsille anlatırsak, güneşin ışığı ve ısısı ile bütün yeryüzünü toptan etkisi altına alması, “vâhidiyet”i; her bir nesnede renkleri ile ve şeffaf şeylerde kendi görüntüsü, ısısı ve ışığı ile hâzır olması ve yansıması ise “ehadiyet”i anlatır. Güneş ışığında, 7 renk topluca bulunduğu gibi; güneşin kendi tecellisinde de sıcaklık, ışık ve 7 renk de beraber bulunur. Bu manada vahidiyet, sıfat tecellisi; ehadiyet ise, zâti bir tecelli hususiyeti taşır. 7 rengi, sıfat-ı sübutiye; sıcaklığı ise kudret-i İlahiye olarak hakikate tatbik edebiliriz. Bu tecelliler neticesinde Esma-yı İlahiye iç içe bulunurlar. Bunun neticesinde bir ism-i İlahiyi bir yerde, bir şeyde okuduysak aynı yerde diğer isimler de bulunduğu için görebilir ve okuyabiliriz. Bu iç içe olma özelliğini Hz. Peygamber (ASM) Cevşenü’l-Kebir duasında 35. Bab’da şöyle gösterir:

Yâ Men hüve fî ‘ahdihî vefiyy
Yâ Men hüve fî vefaihî kaviyy
Yâ Men hüve fî kuvvetihi ‘aliyy
Yâ Men hüve fî ‘ulüvvihî karîb
Yâ Men hüve fî kurbihî latîf
Yâ Men hüve fî lütfıhî şerîf
Yâ Men hüve fî şerefîhî ‘azîz
Yâ Men hüve fî ‘izzetihî ‘azîm
Yâ Men hüve fî ‘azametihî mecîd
Yâ Men hüve fî mecdihî hamîd
Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne ecirnâ mine’n-nâr.”

Ey sözünü yerine getiren, ahdinde vefalı,
Ey vefasında kuvvetli,
Ey kuvvetinde yüce,
Ey yüceliğiyle beraber çok yakın olan,
Ey yakınlığıyla beraber latif olan,
Ey lütfunda şeref sahibi olan şerif,
Ey şerefinde izzet sahibi olan aziz,
Ey izzetinde büyük olan azim,
Ey azametinde, büyüklüğünde ikram sahibi mecîd,
Ey yüceliğinde övülen Hamid,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,
Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

Hz. Peygamber (ASM) bu bab’da “ahde vefa” meselesinin derinliklerinde bulunan 10 hakikati tespit edip “vefîyy-kaviyy-aliyy-karîb-latîf-şerîf-azîz-azîm-mecîd-hamîd” Esma-yı Hüsna’sını ehadiyet gereği iç içe aynı olayda okutuyor. Hz. Peygamber (ASM) Cevşen’in bu bâbının tamamını bu iç içe yapıyı öğretmeye ayırmış. Başka bablarda ise babın yarısından sonra ve içinde bazı bölümler arasında bu ilişkiyi gösteriyor. 81. Bab ve diğerleri…

İsimler Arasında Geçiş Sırrı

Esma-yı Hüsna iç içe görünse de bir birinden ayrı mahiyetlerini sergilerler. Fakat birinden diğerini kapılar açılır. Birbirlerini hatırlatırlar. Bir birlerini tamamlarlar. Birbirlerini hissettirirler. Yani birinden diğerine geçiş yapabiliriz. Mesela Allah, Vehhab ismi ile bize bazı şeyleri hibe eder; karşılıksız verir. Hayat (canlılık) gibi… Fakat Vehhab ismi bu manasıyla bize Allah’ın bazı verdiği şeyler konusunda karşılığını istediğine dair bize hatırlatma yapar. Bu konuyu araştırdığımızda Deyyan (borç veren) ismini karşımızda buluruz. “Din hakikati” bize Deyyan isminin verdiği, karşılığında “minnettarlık hissi” isteyen bir gerçektir.[1] Biz Vehhab isminden, Deyyan ismine bu şekilde geçiş yaptık. Deyyan isminden, Mâlik ismine ve mahşere, oradan Muhyi ve Kadîr ismine geçiş yapabiliriz. Madem din hakikatini Allah insanlıkta minnettarlık uyandıracak derecede temel bir ihtiyaç yapmış, her asırda bir din ile peygamberlerini göndermiştir. İnsanların dine ve peygamberlere karşı tavrı nasıl oldu, diye sorulunca görülüyor ki, çoğunluk dini reddetmiş, peygamberlerine işkence etmiş, binlerce o şefkat abidelerini şehit etmiş… Elbette bir mahşerde ve hesap ile o mülk sahibi dinin, peygamberlerin, dindar insanların hukukunu çiğnetmeyecek ve intikamlarını adaletle alacak… O halde bir dinin kendini göstereceği gün ve yer olacak… O günde yetki tamamen bir elde toplanacak… Veya yetkinin hakikatte de bir elde olduğu o gün ayan-beyan olacak… O gün, “yevmü’d-dîn” ( din günü ); onun da mâliki, “Mâlik-i Yevmü’d-dîn” dir.[2] Madem bir din ve hesaplaşma günü olacak, elbette o günü kudretiyle icad edecek; orada yargılamak için, dünyaya gelen şuur ve irade sahibi canlıları ihya sıfatıyla diriltecek bir Kadîr ve Muhyi olması şart…[3] Bu şekilde bir okuma 1001 isim arasında bir birine geçiş yaptırır. Bütün hakikatlerin bir birini desteklediğini, akıl ve kalbe gösterir.

Baskın İsim ve Farklı Âlem Sırrı

Esma-yı Hüsna iç içe tecelli etse de bir âlemde, bir türde ve farklı vazife gören yapılarda bir ism-i İlahî ve bir sıfat öne çıkar. O tür, o yapı veya o âlem o isimle tanınır. Fakat bu tanıma onun içerdiği diğer yönlere karşı bizi kör etmemek gerektir. Eğer kör olursak önümüz tıkanır ve şirke düşeriz. Mesela kudret sıfatı, maddeyi yarattığı gibi canlılığı da yaratır. Fakat canlı yapıların bünyesi belirli bir seviyeye kadar büyür. Balina en büyük balıktır. Fakat hiç bir canlı Ağrı Dağı kadar büyük değil… Veya dünya kadar büyük değil… Güneş kadar hiç değil… Oysa güneş, 1 milyon dünya kadar büyük… Oysa bizim güneşimizden 1 milyar kat büyük yıldızlar uzay tarlasında serpiştirilmiş… İşte biz gözümüzü balinadan dünyaya, dünyadan güneşe, güneşten o büyük yıldızlara doğru ilerlettikçe karşımızda kudret sıfatı çok zâhir olarak tecelli eder.

Fakat sırf kudreti görsek ve onda saplanıp kalsak, materyalist bir dinsiz oluruz. İşte bu noktada kudret ile beraber her yerde tecelli eden ilim ve iradeye geçmek felah kapısıdır. Örneğimize gelelim: Balinayı yapan kudret, ay ve güneşi, yıldızları ve galaksileri de yapıyor… Balinanın derisinin bir rengi var. Derisinin altındaki etinin, yağının, iskeletindeki her kemiğin, vücudundaki alyuvar ve akyuvarların, kanının ve her bir organının ayrı ayrı renkleri var. Bazısı pembe, bazısı koyu turkuaz, bazısı kırmızı, bazısı beyaz v.s. Biz şu an biliyoruz ki, canlıların renklerini veren ve bunu belirleyen şey onların genetik kodları, genetik kodlarında kendini gösteren bilgi ve ilim… Bu bilgi ve ilim Allah’a aittir. Şimdi gözümüzü balinadan dünyamıza çevirdiğimizde uzaydan baktığımızda masmavi bir gezegende yaşadığımızı, atmosferin mavi renkte, toprağın kahverengi renkte, kayaların gri-siyah-yeşil-kırmızı v.b. renklerde, kayaların kaynağı olan lavların sarı-kırmızı yoğunlukta olduğunu gözlerimizle görüyoruz. Hatta bir kayayı veya taşı kestiğimizde dış kısmının gri tonajlı olmasına rağmen içinin desen desen işlenmiş, rengârenk yapıda olduğunu gözlerimizle görebiliyoruz.

Demek İlahi ilim, canlıların her hücresini ve sinirini renklendirdiği gibi, üzerine bastığımız mermer blokların her santimetre karesini de renklendirmiş ki, biz aynen onu da renkli olarak görüyoruz. Güneşin dışının sarı, içine doğru gittikçe turuncu ve kırmızı olması; ölümü halinde siyah renge bürünmesi de gösterir ki, yıldızlar ve güneşimiz de bu renklendirme fiilinden hissesini almış. Şu tespiti yapabiliriz: “Kâinatta renksiz hiç bir şey yoktur.” Her şeyin içi de, dışı da bir renk sahibidir. Bu konuda istisna “SU” dur. Su ise, renksiz olduğu için içine konulduğu veya karşısında olduğu şeyin rengini alır. Denizlerin yosunlardan dolayı yeşil ve turkuaz, berrak gökyüzünden dolayı masmavi görünmesi bundandır. Bu okuma bizi kudret içinde ilme eriştirir. Bunu yaptığımızda materyalist olmaktan kurtuluruz. Eğer iradeyi de görecek hale gelirsek tam manasıyla imanımızı selamete çıkartırız.[4]

(Devam edecek)

[1] Hucurat suresi, 17

[2] İnfitar suresi, 17-19 ve Fatiha suresi, 4.

[3] Rum suresi, 50.

[4] Bu konuyu Yeşeren Duygular isimli kitabımın ilk iki sorusunda işlemiştim. Varlık-Hayat-Sanat sıralaması ile… İlgilenenler bakabilirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
20 Yorum