Erdem AKÇA
Gelecekten Haber Veren Kur’an Sureleri ve Âyetleri
Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-30
Tebbet Suresi, Ebû Leheb ve hanımının; Müddessir suresi ise, Velid bin Muğire’nin tevhidi kabullenmeden öleceklerini bildiriyor. Onlar bu âyetlere karşılık sırf inad olarak “Yâ Muhammed! Sen bizim hakkımızda böyle dedin. Ama biz sana ve senin getirdiğin tevhid dinine iman ettik. Sen yalancılardan birisisin” diyemediler. Yıllar geçmesine rağmen bu iddiada bulunmadılar, bulunamadılar. Onların böyle bir dava ve iddiada bulunamayışları, irade-i iman konusunda âcizliklerini gösterir. Allah bir vaad ve ihbar olarak diyor ki:
“Onlar iman edemeyecekler. Onlarda iman kabiliyeti kalmadı.” Zaman ise akışıyla bu ihbarı aynen tasdik etti. Bu üç ölüm, “Geleceği bilen” bir zâtın haber vermesi ve tahakkukudur. Bu, bir manevi ve ilmî mucizedir.
Leheb Suresinin Külli Manaları
Tebbet suresi, Ebu Leheb ve hanımının, Hz. Peygamber’e (ASM) yakın olması, onu himayeye en layık olmaları, ikinci bir Ebu Tâlib ve eşi gibi olmaları, değil düşman olmak bilakis en güçlü destekçi olmaları gerektiği halde Hz. Peygamber (SAV) ve getirdiği din hakikatine en şiddetli düşman olmalarından dolayı onları birer sembol haline getiriyor. Kâinat ve içindeki hadiseler külli kanunların uçları, temessülleri, tezahürleridir. Nasıl ki külli hakikatler, cüz’îler üzerinde gözükür. Aynen öyle de bu külli hakikatler ve kanunlar da cüz’î hadiselerde kendilerini gösterirler. Ehl-i tahkik olanlar, bu dağınık fakat birbirinin aynı ruhu ve manasını taşıyan fakat sureti, zamanı ve mekanı farklı hadiselerin perde arkasına geçip külli boyuta çıkarlar; Allah’ın icraatlarının külliyetini hayretler içinde temaşa ederler.
Bu sure Hz. Nübüvvet (AS) modelinde, hakikatin tebliğinde hizmet-i imaniyeye taş koyan bütün maddi akrabaların ifadesidir. Hz. Nuh’un (AS) oğlu ve hanımı; Hz. İbrahim’in (AS) babası; Hz. Lut’un (AS) hanımı gibi…
Hem bu sure bu ümmette iman hizmeti yapan kişi ve ailelerin hizmetlerine taş koyan ve engel olan bütün maddi akraba ve ailelerin külli birer kanun olarak zuhur edeceğini ve kendini asırlar aynasında göstereceğini bildiriyor. Suredeki Ebu Leheb’e ve hanımına lanet, aslında onların bayraktarlığını yaptıkları bütün mel’un akrabalara lanettir ve hepsinin Ahiretteki azaplarının tescilidir.
Hem bir tehdiddir; “Yaptığınız işin mahiyetini ve Allah nazarında sebep olduğu nefret ve gazabı bilin. Uyanın. Ahiretiniz kesinlikle mahvolur” diye ikazdır.
Hem bu sure şahsa bakan yön ile şu manayı veriyor: “Her şahıs, fıtraten hakka ve hakikate yakındır ve akrabadır; onun fıtratı hakkı arar ve hakikati bulmaya çalışır. Bulduğu zaman da yapışır. O hakka ve hakikate karşı müstağni tavra girmez. Girdiği an “tuğyan”a sapar.” Alak suresi ile, Leheb suresi arasında bu manada geçişler bulunuyor.
Bir insan olarak baz alırsak, insanın aklı ve ene’si, “Ebu Leheb”; nefsi ve beden organları ise, “Ümmü Leheb” olur. Surenin konusu kişinin, ilim ile hakikate doğru yol almasıdır. İlme erişme noktasında, nübüvveti dinlemeyen kişi kendi akıl ve şuur meşalesi ile kâinatı ve tabiat gecesini aydınlatmaya, manasını çözmeye çalışır. Bu akıl ve şuur ateşi, odunlarla diri tutulmaya çalışılır. O yüzden Ümmü Leheb, sırtında odunlar taşıyor; ki kocası Ebu Leheb’e destekçi olsun. İnsan, kâinat hakkında mâlûmâtını göz, kulak başta gelmek üzere, dil, ten, burun gibi cihazlarıyla elde eder. Bunlar, kâinatın hayat ormanından kesilmiş, cansız odun yığınlarıdırlar. Ancak yakılmakla ısı ve ışık verebilirler.
Mâlûmât odunlarını yakan ve tutuşturan; onları ısı ve ışık kaynağı haline getiren sır, “kudsiyet” ateşidir. Yani tevhid şuuruyla her şeye Allah namına bakmak ve her şeyin Allah ile bağını kurmaktır.
Eğer bu malumat odunları, zeka bıçağıyla keskinleştirilirse; kalem gibi olurlar. Yeni bilgiler elde etmeye vesile olurlar.
Eğer bu malumat odunları dünyevilik altında kömür haline gelip, sonra tövbe ederek vahyin i’caz baskısı altında kalırlarsa elmaslaşırlar ve sonra işlenerek elmas kılıç haline gelirler. O yüzden denilir “Allah kalemini, kılıç eylesin.” Yani sivriltilmiş, keskinleştirilmiş odun parçalarını elmas kılıç yapsın…
Bu kudsiyet sırrını ise, Leheb (Alev) suresinin arkasında gelen Nur suresi demek olan İhlas suresi verir. İhlasın sırrı, kudsiyettir.
Kuvvet, kudsiyet kesbederse, kudret olur; kudret, Samediyet manasını bildirir.
Mâlûmât, kudsiyet kesbederse, ilim haline gelir. İlim ise, Ehadiyet manasını bildirir.
Ehadiyet ve Samediyet, kudret ve ilim birer nurdur; hakikat ve vücud bu iki nurun sübut bulmuş haline verilen isimdir.
Bu nurlar da, Uluhiyet hakikatini; semavat ve arzı ihata eden; var eden ve devam ettiren ezelî-ebedî hakiki nurun birer tecellisidir.
Uluhiyet ise, Hüviyet hakikatini ve Zât Güneşi’ni bildiren ve yansıtan bir dolunay hükmüne geçer.
Hüve ve Hüviyet ise, doğrudan doğruya Zât Güneşi’ni bildiren, kişiyi Zât’a odaklayan isimdir.
İşte ihlasa dayanan nübüvvet, kişiyi bu muhteşem ve sonsuz güzelliklere açarken; ene’ye takılmak; istiğna ve gurur yapmak kişinin ene’sini “Ebu Leheb” (Ateşin babası) ve nefsini ise “Ümmü Leheb” (Ateşin anası) yapar.
Leheb suresine siyer ve İslam tarihi ve sosyoloji noktasından bakmak da mümkündür. Cahiliye devrinde Emevî-Hâşimî mücadelesi söz konusu olduğu siyer ile sabittir. Bu problem hallolması için bazen kız alıp verme vakaları meydana gelmiştir. Mesela Ümeyye oğullarından Ebu Süfyan’ın kız kardeşi olan Ümmü Cemîl lakablı Sahre bint-i Harb bin Ümeyye’nin Haşimoğullarından Abdülmuttalib bin Haşim’in oğlu olan Ebu Utbe ile evliliğinde gördüğümüz üzere… Ümmü Cemîl, sülalesinden gelen bir liderlik ve baş olma hissi gereği, belki kardeşi Ebu Süfyan’ın da kışkırtmasına aldanması neticesinde kocasının yeğeni olan Hz. Peygamber’e (SAV) ve getirdiği Kur’ana karşı cephe almıştır. Eşinin, Ebu Talib’den sonra Haşimoğullarının başı olacağını düşündüğü şeklinde bir çıkarım yapabiliriz. Oysa kapı komşuları olmalarına rağmen, yakın akraba olmalarına ve akrabasına sahip çıkmamak Cahiliye toplumunda büyük ayıp sayılmasına rağmen Ebu Utbe de, yeğeninden uzaklaşmıştır. Karı-koca İslam ümmeti açısından ilk fitne ateşini yaktıklarından ve fitne Kur’anda “ateş” olarak işlendiğinden kendilerini Ebu Leheb ve Ümmü Leheb lakabına müstehak hale getirdiler. Sahabeler ve Kur’an bu şekilde onları isimlendirmiştir. Ebu Leheb’in hanımı başka bir kadın olsaydı böyle olmayabilirdi, diyebiliriz. Çünkü Ebu Leheb’in içindeki hubb-u cah ateşini körükleyecek odunları getiren, tabir-i caizse Mekke’de kulis yapan fitnebaşı Ümmü Leheb idi. Âyetin bildirdiği üzere… Emsalü’l-Arab arasında “sırtında odun taşımak” şeklinde bir mesel vardır ki, laf taşımak ve malumat toplamak anlamındadır. Ümmü Leheb’in yaktığı ve tutuşturduğu fitne ateşi nihayetinde hem kendini hem Ebu Leheb’i helak etti. Oğlu Uteybe ise annesinin zehirli sözleriyle bir arslanın yemi oldu. Diğer oğulları Utbe ve Muattıb ile kızları Dürre, Halide ve Azze’nin İslamiyete girişleri ise Mekke Fethi sonrasına kadar ertelenmiştir. Burada bütün mes’uliyet bu ümmetin Karun’u makamında olan Ebu Leheb’in karısı Ümmü Leheb’e aittir, diyebiliriz.
Sureye başka boyutlardan da bakmak mümkündür. Mesela kimya ilmi noktasından bakılırsa Ebu Leheb (alevin babası), oksijenin sembolü olur. Ümmü Leheb (alevin annesi) ise, karbonun… Oksijen bir erkek gibi etkin, karbon ise bir kadın gibi edilgendir. Leheb, yani alev, oksijen ve karbonun birleşiminden ortaya çıkar. Bu çerçeve de, Ümmü Leheb’in sırtında karbonik yapı ürünü olan odunlar taşıması bir tesadüf değildir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.