İnsan Şuurunun Ebedîliği ve Kabir Hayatının İspatı

Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-17

Hacc suresi 7. Ayetle Rabbimiz der ki: “وَأَنَّ السَّاعَةَ آَتِيَةٌ لَا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ (Hak bu ki, kıyamet denilen saat ve an, gelecek. Bunda, bu mevzuun hak oluşunda derinliğine bakan için şüphe ve tereddüt yoktur. Her hayatın mevti, her nesnenin helaki ve mevti cüz’î ve küllî görüldüğü gibi kıyamet de bir mevt ve fevt-i külli olarak tahakkuk edecektir. Hem yine hak bu ki, Allah, kabirlerin içinde olan her şuurlu kişiyi diriltecektir.) Bu âyet kabir hayatına alenen delalet eder. Çünkü der ki: “Kabrin içinde hak bir şekilde var olan, şuuru da bulunan her kişi, tekrar diriltilecektir.” Burada âyetin ihya için, “Allah” lafz-ı celalini kullanması, mahşerdeki külli ve celalli manzarayı bildirir. Hem Âyete’l-Kürsî’deki Hayy ve Kayyûm isimlerini çağrıştırır ve der ki: “Hayy ve Kayyûm olan Allah, hayatı ilk kez size verip fani bir şekilde yaşattırdığı gibi mahşerde tekrar verecek ve ebedî olarak yaşattıracaktır. O yüzden bu yaşadığınız hayatı ve onu vereni inkâr edemediğiniz sürece bu hayatın ebedî halini de inkâr edemezsiniz.”

Hem kabirlerde, cesed bulunur. Bu âyet der ki ruhlar, hem ölmezler ve şuurları kapanmaz; hem ruhların kabirlerdeki cesedler ile daimî bir bağı vardır.

Hem başka bir açıdan da şöyle der: “Ahirete iman eden ve Âhiret için çalışan ve yaşayanların ruhları serbestlik kazanıp gezebilirler. Fakat kıyametten şüphe edenlerin ruhları, kabir denilen kafeslerin içinde hapsedilir. O kafesten dışarı çıkamazlar, kımıldayamazlar; bir mahkûm gibi sadece dışarıyı seyredebilirler. Çünkü şuurluca orada bulunurlar.” Âyetteki “fi’l-kubûr” ifadesi, hem hak olarak kabir içinde olanları, hem de “belirli kabirleri” ifade eder. “el-kubûr” ifadesindeki lam-ı ta’rif bu manaya gelir. Âyetin içindeki “men” lafzı, ruhların yok olduğu ve şuurlarının yok olabildiği gibi vehimleri siler. Çünkü “men”, Arapça’da şuurlu kişiler için kullanılan edattır.

Ayrıca bu âyet, kabir içinde daimi olarak duran manasıyla, o şuurlu kişinin ruhuyla kabirde bir hayatı ve varlığı olduğunu bildirir. Bu noktada, Mü’min suresi 40. âyete de bakılırsa kabir hayatı ve tarzı da anlaşılır. Çünkü o âyet ile Allah der ki: “Firavun ve ailesi, sabah akşam belirli bir ateşe arz edilirler. Kıyamet saatinde de denilir ki: ‘ Âl-i Firavun’u en şiddetli azaba sokun! ’” Bu iki surenin bu iki âyeti beraber okununca, kabir hayatının hem azaplı ve acılı —Âl-i Firavun gibilere—, hem de rahmetli ve lezzetli —Âl-i İmran gibilere— olduğu görünür. Hacc suresi âyetinin de, bazı kabir ehli için olduğu, onların da kıyamet ve sonrasında şüphede olanlar olduğu ve kabrin onlara tek başına bir “haps-i münferid” olduğu ayan beyan görünür. Âhirete iman eden ve iman ettiği gibi yaşayanlar içinse kabir, kapıları açık bir kafestir. Ruh kuşu, kendisini ziyarete gelen olunca, kafesine geri döner. Diğer zamanlarda ise, Âlem-i Misal ve Âlem-i Berzah tabakalarında gezer. Eğer şehid ise, Âlem-i Cennet ve Âlem-i Şehadette de gezebilir.

Hem bu sure, insanın asıl hayat kaynağı olan kalb ve ruh cihazlarının varlığını, hem kalbin görmesi ve körlüğünden bahsettiğinden dolayı denilebilir ki: “Kabirde haps-i münferid yaşayanlar, kabir hayatını kör olarak yaşayacaklar; daimi karanlıklar içinde kalacak ve azap çekecekler.” Kalbin görmesi, kabir ve berzah hayatında da işe yarayan bir nur olacaktır. Kalb gözü açık olanlar, kabirlerindeyken Berzah, Misal, Gayb, Âhiret ve hatta Şehadet Âlemini seyredecekler, kıyamet zamanında da kıyamet sahnelerini görecekler. Eğer kabirde azap çekiyorsa, kıyametin kopması ona bir teselli olacak fakat Cehennemden de ürperecek. Eğer ehl-i cennet ise, bir müjde almış gibi olacaktır.

Hem Mu’minun suresi 99-100. âyetleriyle şöyle der: “O müşriklerden birisine ölüm geldiğinde der ki: ‘ Ey Rabbim beni terk ettiğim dünyaya geri gönder, tâ ki salih amel yapayım. ’ Hayır! Bu, onun sadece ağzından çıkan kof bir sözdür. Onların önünde ve arkasında tekrar diriltileceği güne kadar bir berzah vardır.” Bu âyet, dünya ve Âhiret arasında, ruhlar için berzah denilen bir ara-âlem var olduğunun delilidir. Çünkü bu âyette, “terk ettiğim dünya” tabiri var. Bu ise, ölmeyi ve ölümden sonra fakat haşirden evvel yapılan bir konuşmayı bildiriyor. Hem ayrıca “Ba’s edilene kadar arkalarında bir berzah var” ifadesi, ölmekte olana söylenmiş bir söz değildir. Bilakis ölmüşe söylenen bir sözdür ki: “Sen dünyaya geri gelemezsin. Çünkü dünya hayatı ile aranda bir berzah var” diyor. Yani sana geçiş yasak; fakat şehidlere serbest… Muminun suresi âyeti, Hacc suresindeki bu âyetle beraber okunduğunda kabir hayatı ve pişmanlıkları, gözle görünür hale gelir.

Semavat ve Arzdaki Şuurlu Mahluklar

Hacc suresi 18. âyette “أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ

(Hak bu ki semavatın içindeki şuurlular ve arzın içindeki şuurlular, Allah’a secde ederler) ifadesinde iki farklı melek sınıfından bahsediyor veyahut iki farklı şuurlu yapıdan bahsediliyor. Burada söz konusu, insanlar olamaz. Çünkü âyetin devamında onların iki sınıfa ayrıldığını, bir kısmının secde edip çoğunun hakkında azap hak olduğunu bildiriyor. Bu demektir ki, baştaki şuurlular insanlar değildir. Bunlar ya melâike-i arziyedir veya devamlı secde edici tarzda ruhani mahluklardır veyahut bir ihtimal, insanların akılları ve yaralanmış kalpleri Allah’a secde etmese de onların fıtratları daima secde halindedir manasıyla bu ifade insanlara da hamledilebilir. Fakat semavatta, şuurlu hayat sahiplerinin var olduğu ve daima secde edici oldukları, onlarda isyan olmadığı âyette net olarak ifade ediliyor.

Muhbit Kullar ve Özellikleri

Hacc suresi 34. âyetle Allah “Muhbitleri yani alçak gönüllüleri müjdele!” diyor. Sonraki âyette ise onların vasıflarını sıralıyor:

* Onlar ki Allah ismini andıkları ve dedikleri an bir âşıkın kalbinin titremesi gibi kalpleri titrer,

* Sevgilileri olan Allah’tan gelen her musibet, tezkiye ve tathir okuna sabrederler.

* Onlar namazlarını devamlı surette ikame üzere ifa ederler ve

* Allah’ın onlara verdiği maddi ve manevi rızıktan infak ederler.”

Kalb Gözü ve Müşahede Hakikati

Hacc suresi 46. âyet ile Rabbimiz diyor ki: “Senin sadrının içinde kalbin var. Kalbinin de gözleri var. O gözlerin de görmesi var. Bir insan için asıl körlük, kalbinin körlüğüdür. Kalbi kör olan, hakkı göremez. Bu körlük kişiye ebedî hayatı kaybettirir.” Nasıl ki insanın başında gözleri bulunuyor. Bu gözlerin görmesine, “basar” denilir. Hem nasıl aklı var. Onun görmesine, “nazar” denilir. Aynen öyle de insanın kalbinin görmesi de var. Onun görmesine ise, “şuhud” denilir. Ki iman, kalbin hakkı görmesi ve müşahedesidir.

Meleklerden ve İnsanlardan Resuller

Hacc suresi 75. âyetle Rabbimiz diyor ki: “Allah meleklerden ve insanlardan resuller seçer. Hak bu ki Allah her bir şeyi işiten ve her bir şeyi görendir.” Bu âyet gösterir ki, Allah’ın meleklerden elçisi sadece Cebrail Aleyhisselam değildir. Hicr suresinde bildirildiği üzere Allah-ı Zü’l-Kemal, “delikanlılar” şeklinde erkekler suretinde melekleri de elçileri olarak seçer. Bunlar hem beşîr (müjdeleyici) hem de nezîr (korkutucu ve uyarıcı) olarak gelirler. Yahudî milletinin ihyasını, Hz. İshak (AS) ve Hz. Ya’kub’un (AS) müjdesiyle bildirdikleri gibi; Lût kavminin de helâkını bildirir ve helak işini ifa ederler. Bu ıstıfa-yı resul hakikati, Allah’ın kullarını işitmesi, dualarını kabul etmesi; yapılan haksızlıkları ve mazlumiyetleri görmesiyle alakalıdır. “Hak bu ki Allah her bir şeyi işiten ve her bir şeyi görendir” ifadesiyle vurgulandığı üzere… Allah, kullarını yaratmış ve bırakmış değildir. Bilakis onlarla daima irtibattadır. Müjdeleriyle cemalini gösterdiği gibi, helakiyle de celalini gösterir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum