Erdem AKÇA
İnsanlar Melekleri Ne Zaman Görebilir?
Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-7
İnsanlar Melekleri Ne Zaman Görebilir?
Hicr suresi 6-7. Âyetler diyor ki, müşrikler seni, cinlenmiş ve sana cin bulaşmış zannediyorlar. Sana gelen zikri de, böyle bir cinin sözü olarak görüyorlar. Biliyorlar ki, cinlerle melekler bir arada bulunmazlar. Bu yüzden diyorlar ki, “Sana güvenmemiz için sen bize melekleri getir ve göster.” Gerçi onların bu sözleri bahaneleridir. Çünkü Yasin suresinde onlar diyorlar ki: “Rahman, melekleriyle bir vahiy indirmez, hem kimse ile konuşmaz ve konuşmadı.” Vahyi reddeden, meleğin vahiy için inişini kabul etmeyen kişi için melekler ancak azab için iner. Melekler ancak müminler için rahmet ve nusret amaçlı gelirler. O halde azaba istihkak olmadığı sürece müşrikler melekleri göremezler. Ayetler arası i’caz bu noktada belirmektedir. Arkadaki âyet de hemen buna geçiyor: “Bir müşrik bir meleği ancak Azrail ve Zebani olarak görebilir. Cebrail ve Mikail olarak meleklerle görüşemez, liyakati yoktur. Gördüğü an da, Âhirete geçme ânıdır” der.
Meleklerin Görünme Sistematiği
Hicr suresi 8. Ayet diyor ki: مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ
(Biz melekleri ancak bir hak ile ve hak için indiririz. İndirildikleri zaman da azabı hak edenlere mühlet verilmez.) Melekler, ya azab için indirilirler. İndirildikleri zaman da çoğunlukla helak olur. Surenin içindeki Lût kavmine inmeleri bahsinde olduğu gibi… Veyahut öldürmek için gelirler. Bedir ve Huneyn savaşlarındaki gibi… Ki bu da, bir çeşit helak sayılır. Bedir’de 3000 melek gelmiştir. Uhud da ise, 5000 melek… Bazen de melekler, rahmet ve sekînet için gelirler. Kadir gecesinde olduğu gibi… O gece de rahmet ve sekinetin tahakkuku var. Hem Hicr suresinin devamında Hz. İbrahim’e (AS), oğlu Hz. İshak’ı (AS) “gulâm-ı alîm” diye müjdelemeleri gibi… Bir de mahşer günü bu olacak… “Yevme yekûmu’r-rûhu ve’l-melâiketü saffa” (O gün rûh kıyam eder, melekler de saf saf olurlar) sırrı… Melekler, olağan şartlar dahilinde gelmezler. Acz ve zaaf hissedilince, sebepler tükenince inzal-i melek devreye girer. Şehadetin ordusu acze düşünce, gaybın orduları destekçi olur. Bedir ve Uhud savaşlarında olduğu gibi…
Kur’anın Muhafazası Vaadi ve Gerçekliği
Hicr suresi 9. Âyetle Rabbü’l-Âlemîn diyor ki: “إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
(Bu zikr olan Kur’an-ı Mübîn’i, melek vasıtasıyla, risalet hakikati için, biz peyderpey indiriyoruz ve Onun için koruyucu da Biziz.) Bu âyet, Kur’anın lafzen himayesini garanti ediyor. Eğer bu mümkün olmasa, yeni vahyin inzali gerekecekti. Tevrat ve İncil’de böyle bir garanti olmayabilir. Çünkü Kur’an geldi. Kur’anın gelişi bir açıdan onların metninin korunmadığını ima ediyor.
Ayrıca bu âyet, Kur’anın mana itibariyle yanlış anlaşılması noktasında da Onun korunmasını garanti ediyor. Çünkü eğer Tevrat ve İncil gibi lafzen veya bazı ilim ehline göre lafzen olmasa da mana itibariyle tahrif edilmesinden dolayı Kur’anın indirilmesini icap ettiren bir hal Kur’an hakkında da cari olsa, yine yeni bir vahiy gerekecekti. Bu manada müceddidlerin varlığına bu âyet apaçıkça işaret ediyor. Bunun da İlahî bir kanun olduğundan bahsediyor.
Ayrıca bu âyet, hâfızlık müessesesinin kıymetini ve sünnetullah olarak icrasını bildiriyor.
Ayrıca bu âyet, vahyin boş bir söz değil, diri ve hayat verici bir söz olduğunu “zikr” olarak bildirerek, Kur’anın kalplerde ve ruhlarda manevi bir hayatı başlattığını, kalp ve ruhların da birer manevi rahim olduklarını bildiriyor. Allah (CC), Ruhu’l-Kudüs ile kalpleri teyid eder; Ruhu’l-Emîn ile ruhları tahşid eder. Kalp ve ruhtan, kudsî ve nurani hayat parıltıları âleme yayılır. Din, bu olduğu için, bunu temin eden de vahyin lafzen ve manen hıfzı ve himayesi olduğu için ve Kur’ana saldıranlar çok olduğu için elbette bu himaye sebepler-üstü ve sebepler-altı şekilde Allah’a aittir.
Hem bu âyet diyor ki hıfz, bekayı temin eder. Kur’an, yaşanılmak içindir. O halde Kur’anın lafız ve manasını zihin-kalp-ruh-sır ve saire iç dünyasına yerleştiren, daha sonra da Kur’anı hayatına hayat yapan birisi aynen Kur’anın kendisi gibi, bu hıfz ve himaye garantisi altına girer. Aynen Kur’an gibi, Kur’an sebebiyle bekaya mazhar olur. Bunu, Zât-ı Akdes, bu âyetteki “İnna” (Hak olarak Biz), “Nahnü” (Biz), “Le” (yemin olsun ki) ifadelerindeki celal ve azametiyle vaad ediyor. Kur’anın 14 asırdır, hıfz ve himayesi, bu vaadi de teyid eder.
Yaratılış Sistematiği ve Rahmet Hazineleri
Hicr suresi 19. Ayetle Rabbimiz diyor ki: وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
(Ve arzı uzattık, madde yaptık, yaydık. Onun içine, dağları ilka ettik, yerleştirdik. Gemilerdeki sabit ve sağlam direkler gibi… Ve onun içinde mevzun her şeyden bitirdik.) Allah diyor ki: “Çiçeklerdeki mevzunluğu görün! Her bir çiçek, ölçülü, tartılı, dengeli, vezinli bir şekilde yapılıyor. Bu mevzun yapı zaten onlardaki hüsün ve güzelliğin sebebi oluyor.” Ayetin iç dizaynında bu dengelilik vurgulanıyor. Arzın, dengeli ve sarsıntıdan uzak olarak feza denizinde yüzen bir gemi olması için dağların dengeleyici bir unsur olarak arza ilka edilmesinden bahsediliyor.
Sonraki âyet ise bu bitkilerin, insanlar ve hayvanlar için yaşama vesilesi ve rızık kılındığını bildiriyor.
Daha sonraki âyet ise, tohum ve çekirdeklerin birer rahmet hazinesi olduğunu ve bunlardan silsile halinde zamanın akışı içinde yeni çiçekler, bitkiler ortaya çıktığını bildiriyor. Bu çıkışı bir rahmet nüzulü olarak sunuyor. Siz bu rahmetin nüzulüne muhtaçsınız, diyor. Hem bu nüzul bir muayyen ve takdir edilmiş ölçü, mikdar ve kader ile olmaktadır, diye ilan ediyor.
Sonraki âyet, rüzgarların bulutları aşılayıcı olarak gönderilmesini ifade edip sonra yağmurun indirilmesi ile yeryüzünün sulanmasını bildiriyor. Hem bulutları ve gökyüzünü buhar halinde bir su deposuna benzetiyor. O depodan suyu indiriyoruz, diyor.
Sonraki âyet, önceki rahmet hazinesi çekirdeklerle beraber okunduğunda diyor ki: “Su denen rahmet ile, çekirdek denilen rahmet hazinelerini açıyoruz; oradan mevzun nebatat çıkartıyoruz. Sonra onlara tohum ve çekirdek verdiriyoruz. Sonra onları vefat ettiriyoruz. Geriye ise, gelecek mevsimlerin tohum ve çekirdekleri miras kalıyor.” Bu noktada diyor ki: “Dirilten de Biziz, öldüren de Biziz; Vâris de Biziz.”
Daha sonraki âyet, bütün insanlığın da aslında bu iki tohum arası hayatını ve asırlara yayılan tohumlar arası bağını bildiriyor ve diyor ki: “O bütün önceki tohumların içindekileri ve onlardan çıkanları bildiğimiz gibi, sonra gelecek tohumları ve onlardan çıkacakları da biliyoruz. Bilmemiz, zamana bağlı değildir. Zaman bilmemize bağlıdır.”
Sonraki âyet de diyor ki: “Sonraki asırlarınızın nesilleri, sadece ilim halinde varken sonra onları Rububiyetiyle tohum ve çiçek yaparak görünür kılan Allah, ilim ve hikmeti gereği, onları topluca diriltecektir, ömürlerinin hesabını soracaktır.”
İnsan ve Cinlerin Yaratılış Farkları
Hicr suresinde 26 ve 28. âyetlerde Cenâb-ı Hakk, insanın “kuru bir balçıktan hilkatini” vurguluyor. Hem cinlerin daha önceden “nâr-ı semûm” dan (hakikaten zehirli bir ateşten) halk edilmesini bildiriyor. Hem diyor ki: “Onun içine ruhumdan nefh edeceğim. Bu nefhadan sonra siz Ona secde edeceksiniz.” Yani insanın hilkatine değil, fıtrat ve ruhuna secde edilecek. İblis secde etmiyor ve 33. Âyet diyor ki: “İblis gibiler, insana secde edilmesini onun hilkatiyle alakalı zannederler.” Allah diyor: “İnsana hilkati ve kalıbı için secde etmeyin. Kalbi, fıtratı için secde edin.” Demek ki, cinlerde nefha-yı İlâhî boyutu yoktur. O boyutu İblis, nazara sunmuyor ve kalıba secdede takılıyor. Çünkü kalıb itibariyle, kendisi kıvrak ve esnek bir ateşten meydana geliyor. Oysa Allah diyor ki: “Sen, zehirli bir ateşsin.” (Yani hilkatin bile zararlı ve şerre açık. İnsan ise, önceki ayetlerde belirtildiği üzere 1001 çeşit ölçülü çiçeğin, asırlardır yaşayan ağaçların ve rızıkların anası olan topraktandır. Ey İblis, senin hilkatinin kime ne hayrı var ki hilkatini vurguluyorsun.)
İlâhî İlmin Sonsuzluğu
Hicr 38. Ayet diyor ki: “Kıyamet, Allah için mâlûm ve muayyendir; takdir edilmiş ve görülmektedir.” Kullar bilemezler, O bildirirse başka… İnsanın ilmi, sınırlıdır. Çünkü insan sınırlı ve yaratılmıştır. Fakat İlâhî ilim, İlahî bütün sıfatlar gibi sınırsızdır. Zaten ilim hakikati, zaman-üstü ve bâkidir. Yaratılış, İlâhî ilmin huzûrî boyuttan şuhûdî boyuta geçişidir. Bu çerçevede madem Kıyamet, kâinatın bir ölümüdür. Aynen insanın ölümü gibi… Madem Kıyamet de bir mahluk ve yaratılıştır. O halde İlâhî ilimde mevcut ve muayyen olması, aklen zaruridir. Bundan dolayı Kıyamet, kula meçhul, Allah’a malum bir hadisedir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.