Kur’andan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-4

İçtihad ve İhtilaf

Nisa suresi 59. Ayet olan:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

âyeti sünnetin ve ona itaatin lüzumunun isbatıdır. Çünkü bu ayet mealen der: “Ey tahkiki iman sahipleri! Allah’a itaat edin; resûle ve sizden olan ülü’l-emrinize yani idarecilerinize itaat edin. Eğer bir mevzuda ülü’l-emrinizle çekişme ve niza yaşarsanız, mevzuu hemen Allah’a ve resûlüne geri götürün. Bu sizin Allah’a ve Ahiret gününüze imanınızın belirtisi olacaktır. Bu hem daha hayırlı hem de te’vil ile mevzuun köküne inme açısından daha güzeldir.” Arapça belagatinde, bir kelam içinde aynı fiil, emir veyahut nehiy iki defa tekrar edilirse bunlar farklı şekilde ele alınır. Bu âyette “Allah’a itaat edin” ve “resûle ve ülü’l-emre itaat edin” deniliyor. Bu âyet, Allah’ı ve resûlünü ve idarecileri “emir makamı” olarak gösteriyor. Hem üç farklı merci olarak bu emir makamlarını gösterdiği için emrin hayriyeti ve hususiyeti de mercie göre değişir. Mesela emr-i İlâhî, “hayr-ı mutlak” ve “külli-i daimî”dir; ifası, farzdır. Fakat emr-i resûl, “hayr-ı külli” ve “hususî-i mukayyed”dir; ifası, vâcibdir. Fakat emr-i ülü’l-emr, emr-i İlâhî ve emr-i resûle muvafıksa “hayr-ı hususi” ve “cüz’î”dir; îfası, lâzımdır. Hem üç farklı merci olması bu emirlerin “Farz-Sünnet-İçtihad” olması noktalarını da nazara alıyor. Çünkü

-Allah’a itaat, Onun emir ve nehiylerine riayetle belli olur. “Sünnetullaha ittiba”dır.

-Resûle itaat, Onun emir ve nehyi olan sünnete itaat ve ittiba ile olur. Çünkü Allah, Kur’an’da her şeyi tek tek sayarak emir ve nehiy yapmamıştır. İçtihada ve kıyasa kapı aralamıştır. Aksi halde, Kur’anda “Eroin, kokain kullanmayın emri yok” diye bazı çevrelerce onlara fetva çıkartılır. “İnneme’l-hamru…. ricsün min ameli’ş-şeytan” (Mâide, 90) ayeti “Hakikaten ve zahiren olan sarhoşluk, aklın örtülmesi şeytanın murdarlıklarından bir murdarlıktır” âyeti içkiyi değil, sarhoşluğu haram kıldığı için, “Sarhoşluğa sebeb olan her nesne haramdır” içtihadına açıktır.

-Ülü’l-emre itaat, onların içtihad tarzı emir ve nehiylerine uymaktır. Çünkü onların Kitab ve Sünnet’i uygulamalarında onlara itaat, Allah’a ve resulüne itaat etmektir. Oysa “Ülü’l-emre itaat edin” ifadesi “Ülü’l-emr, kendi irade ve fikirleriyle bir içtihadda bulunduklarında eğer bu içtihad Kur’an ve Sünnet ruhuna muvafıksa; semavilik, uhrevilik ve kudsiyet taşıyorsa onlara itaat edin” demektir. Fakat bir ülü’l-emr, Kitab’a ve Sünnet’e muhalif iradede bulunursa bu durum toplumdaki niza ve kargaşanın sebebi olur, diye ayet bildiriyor. Bu noktada âyet, çareyi Allah’a (Kitab’a) ve Resulüne (Sünnet’e) arz olarak gösteriyor. Ayetteki üç merci demek, üç farklı irade demektir.

Hem âyetin devamı şöyle bir mesaj veriyor: “Ümmet, önce Kur’an’dan hak hükümleri kendisi bularak hareket edecek; Resulullah ve sahabeleri gibi… Sonraki kuşak Resulün sünnetine harfiyen sarılacak; tabiin gibi… Sonraki kuşak ülü’l-emr olan Müçtehid imamların fetvalarına tabi olacaklar. Niza, burada çıkacak... İçtihadlar yüzünden çekişme ortaya çıkarsa burada yanlışlık var, demektir. O vakit, müçtehid imamın dayandığı Kur’an ve Sünnete o mevzuu ve içtihadı arz edin. Bu sizin Allah’a ve Ahiret gününe imanınızı gösterir. Hem bu sizin için daha hayırlıdır. Hem de hükmü anlama noktasında yapacağınız te’vil için en güzelidir.” Âyetin bu tanzimi gösterir ki, farz ve sünnette ihtilaf olmaz. Farz ve sünnet, mahfuzdur. Fakat içtihad-i eimme, ihtilafa vesile olabilir. Âyet, “Eğer ihtilaf mevzuunu imamlar, kendi aralarında istişare ederek çözmeye çalışırlarsa bu hayırlıdır. Fakat daha hayırlısı Allah’a ve resulüne meseleyi geri götürme ve arz etmedir” diyor. Hem bu tarz hallerde yapılması gerekeni veriyor. Hem de Kur’anın ve sünnetin farklı bir gözle tekrar incelenmesi ve daha derinliğine anlaşılmaya çalışılmasını da tavsiye ediyor. Ki, en hayırlı olanı ve şerri en az bulunan hükmü elde edelim.

Yaratılışın İki Sırrı: Cihad ve Sabır

Mülk suresi 14. Âyet أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ demekle, daire-i ilm-i İlâhîyi ikiye ayırır:

a) Daire-i ism-i Latîf

b) Daire-i ism-i Habîr…

Latîf ismi, sonsuz ve ehadî lütuf ve letafet sahibi demektir. Bu zahir noktaya nazaran, âlem-i gaybın ilim sıfatıyla takdir edilmesi ve çizilmesi “mahz-ı lütuf” tur. Bu, lütuf manası cihetiyle… Hem Zât-ı Hakk, gaybî mevcudat-ı ilmiyenin bütün cihetlerine nâfizdir. Bu, letafet manası cihetiyle…

Habîr ismi ise, sonsuz ve ehadî şuurluluk, farkında oluş demektir. Habîriyetin altında “hibr” ile parlaklık; daha altında ise “cebr” ile, daire-i şehadete gelmenin de bir gizli “cebr-i lütfî” olduğuna işaret vardır. İlm-i kinaye tarikiyle… Bu isim işaret eder ki, gaybdan şehadete geçişte gaye, ay gibi parlak bir ruh sahibi olup “ulema-yı Ahbar” olmak değildir. Belki güneş gibi ışıl ışıl ve sıcacık bir şuur ve haberdarlık sahibi “hubera-yı Rabbânî” olmaktır.

Ahbar, bir ruhun, cisim kafesi içinde ruh seviyesini yaşamasıdır. Oysa Habîr ismine mazhar Rabbâniyet ise, ruhlaşmak değil sırlaşmaktır. Yani sırrın hayat mertebesine girmek, kendini aşmak, özünde saklı İlâhî güzelliği açığa çıkarmak, bedene hükmetmek, cismini bir saadet sarayı kılmaktır. Herkes bu nimetin kadrini ve dünya hayatı denilen fırsatın kıymetini bilmediği için dünyaya geliş çoğu kişiye bir teklif olarak görünecek. “Kalu Bela” hadisesi gibi… Oysa gaybın gaybında dünyaya geliş, ruhların manevi âlemde yaratılması gibi bir “lütf-u cebrî” dir. Gaybdan şehadete geçişe, bu âyet-i kerîme, “halk” (maddeten yapılma ve yaratılma) diyor. Bu halk meselesi o kadar kıymetlidir ki, Bakara suresi 21. âyet ubudiyetin sebebi olarak bu hilkat meselesini gösteriyor. Yani yaratılmak “hayr-ı mahz”; ubudiyet ise, bu nimete karşı “şükür-ü külli” dir. Dünya hayatında çekilen bütün sıkıntılar, yapılan bütün manevi ve maddi savaşlar kişinin ism-i Habîr’e mazhar hale gelebilmesi içindir. Bu ancak, mücahede ile olur. Bunu beceremeyenler ise sabır hakikatiyle, ruhlaşırlar. Fakat bu taklidî bir ruh seviyesidir. Yani neyi yaşadığını bilmeden, acz içindeki hiçlikle ruhaniyeti yaşama...

Muhammed suresi bu konuda her ruh için iki ibtiladan bahseder: İbtila-yı evvel ile müminlerden, mücâhid ve sâbir olanlar birer “âlem” olmayı kazanırlar. Latîf ismine erişirler. İbtila-yı sânî ile onlar ism-i Habîre mazhar hale getirilirler. İlkinde ruh âleminde tebarüz ederler. Bir, “alem-i zahiri” (ay gibi bir sembol) olurlar. İkinci de sır âleminde taayyün ederler. Bir, “alem-i hakiki” (güneş gibi bir sembol) olurlar. Bakara suresi 154-156. âyetler bu ibtila sürecinin mücâhidler için “şehâdet” denilen ebedî hayat meyvesi vereceğini bildirir. Onlara “ölü” demeyi haram sayar. Cihad edemeyenleri ise “musibet” denilen acılar fırınında arıtır, damıtır. Bunları “havf, açlık, mallardan azaltma, canlardan azaltma, mahsullerden azaltma” şeklinde sıralar. Dünya, maddi ve manevi, şuhudî ve gaybî, daha derinde gaybü’l-gaybî acz ve çaresizlik içinde kendini aşma Hazret-i Latîf-i Alîm-i Habîr’in huzurunda “hiç” lik ve “hiç-ender-hiç” liğini ders alma ve hissedip yaşama mekanı ve fırsatıdır. Namazın iki secdesi, sırasıyla bu iki makama işaret eder. Bu iki secdeyi şuurî olarak yapanlara farklı feyizler ve nurları bahşeder.

Risalet ve Minnet Hakikati

Kur’an Saffa suresi 14. Âyetinde diyor: وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ

(Musa ve Hârun’a minnet hissi uyandırtacak bir lütuf olan risalette bulunduk.) Kur’an’da bu manada resullerin gönderilmesinden dolayı Allah’ın minneti hak ettiği özellikle vurgulanıyor. (Âl-i imran, 164 gibi…) Risalet, Mennân ismiyle bir tecellidir. Ayrıca risalet, Rahmaniyetin bir eseri ve beyan-ı haktan ibarettir. Bu manada insanların hakkı beyandan ibaret olan risalete ve risaletin neticesi olan hakka uygun hayat olan islamiyete karşı minnettar olmaları zaruridir. (Hucurat suresi, 17) Cevşen’de de minnet ve beyan beraber kullanılır. Ya Ze’l-menni ve’l-beyan… (5. Bab, 9. Ukde)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum