Erdem AKÇA
Risale-i Nur Okuma Notları-49: Kur’an ve Hayat
Cenab-ı Hak, sebepler dünyasını belirli bir tertip ve düzenle yarattığı buna mukabil insan ise fıtraten aceleci olduğundan insanın sünnetullah kanunlarıyla bir zıtlaşması bulunuyor. Bu noktada sabır hakikati, kişinin kâinatı ve sünnetullahtaki İlâhî tecellileri kendi lehine çevirmesidir. Sabrın üç çeşidi bulunuyor:
a) Günahlara karşı sabır. Bu sabır, “takva”dır. Takva, insanı "Allah takva sahipleriyle beraberdir" âyetine mazhar eder.
b) Musibetlere karşı sabırdır. Bu ise teslim ve tevekküldür. Bu sabır kişiyi "Allah tevekkül edenleri sever" ve "Allah sabredenleri sever" âyetlerindeki şerefli makama mazhar eder. Âciz insanın, başına gelen acılar karşısında şikâyet etmek fıtratında vardır. Fakat bu şikâyet Allah'a karşı olmalı! Allah'ı kullara şikâyet manasında "Ben ne yaptım da başıma bunlar geldi. Ahh. Off, Eyvah" gibi olmamalı. Bu konuda rehberimiz ve mürşidimiz Hz. Yakub'dur (AS). O şefkatli resul, yürek yakan, gözlerini a'ma eden acısını içine gömerek şöyle der: "İnnema eşku bessi ve hüznî ilallah" (Hakikat bu ki ben, dağınıklığımı ve hüznümü Allah'a şikayet ederim.)
c) İbadetlere karşı sabır. Bu sabır kişiyi “makam-ı mahbubiyet”e çıkarır. En büyük makam olan “ubudiyet-i kâmile” yönüne doğru sevk eder.
Sabrın en temel yönü ise, "İllellezine âmenû ve amilü's-salihât" (Asr suresi, 3) âyetlerinin bazen "illellezine saberû ve amilü's-salihât" (Hud suresi, 11) şeklinde kullanılmasının işaret ettiği üzere, sabrın iman ile eş değer olmasıdır. Kişi, imanlıysa sabreder. Sabır, bir tevhiddir. Allah'ın celaline imandır. Sabrına göre kişi, ruhen terakki eder; imanını kuvvetlendirir; ruhunun tealisine yol açar. İman, sabırdır. Sabır ise, acze dayanır. Salih amel ise, şükürdür. Şükür ise, fakra dayanır. Acz ve fakr ise, yaratılışın ve kulluğun temeli olan iki sabit hakikattir. (Mektubat, 23. Mektub, 4. Sual)
Bütün hayırlar Allah'ın elindedir. Rahmaniyet ve merhamet-i İlahiye bütün hayırların kaynağıdır. Rahmaniyetin bir tecellisi olan Kur'an, insanı sırat-ı müstakime getirerek, Cenab-ı Hakk'ın her yaptığı hayır haline gelen kulları arasına katar. Akıllarını hikmet ve marifetle, kalplerini meveddet ve şecaatle, nefislerini iffet ve şükürle hayırlı bir hale dönüştürür. İnsanın gerçek malı, onun iradesini kullanarak yaptığı hayır ve hasenatlarıdır. İlim sahibi olanlar ilim, hikmet ve ihlasla iradelerini hayra hizmetkâr ederler. İlim sahibi olmayanlar hayırlı kulları taklid ederek hayra erişirler.
Cenab-ı Hakk, Hafiz ismi gereği kâinatta olan biten bütün her şeyi kaydeder. Bitkilerin tohumları, ağaçların çekirdekleri, insanların üreme hücreleri ve hafızaları birer diri hafıza olduğu gibi, insanın sesini, görüntüsünü, kokusunu, niyetinin sinyallerini kaydeden bütün hava zerreleri, su molekülleri, esir maddesi İlâhî bir hafıza, bir disket ve CD gibidir. Bu manada bütün âlem Hafiz ismi noktasında bir arşiv kayıt cihazıdır. İnsanın salih amelleri, ona verilmiş nimetlerin şükrü ve karşılığıdır. Fakat insanın Allah rızası yaptığı tebliğ, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker, diğer insanların imanının kuvvetlenmesi için sergilediği çabası, sarf ettiği sözleri onun ebedî hayatta mükâfât kazanmasına vesileler “hayır” lardır. Bunlar birer kudsiyet ve nuraniyet cilvesi içerdiği için Hafiz-i Mutlak daha öncelikli olarak onları özel kayıtlarla kaydeder. Bir çekirdek gibi de olsa bu hayırlı hizmetleri, insanlık dünyasında zaman tarlasına eker. Onu unutmaz, unutturmaz. " Fezkurunî ezkurkum" (Siz Beni fâni hayatla zikredin Ben sizi bâki hayat ile zikredeyim) sırrı gereği... (Mektubat, 20. Mektub, 1. Makam, 9. Kelime)
Oruç, insanı açlığa alıştırır. Bu şekilde zaman zaman yaşanan açlıklara karşı sabır ve tahammül veren bir idmandır. Oruç, mideyi dinlendirerek midenin hizmetkarı olan göz, dil, kulak ve saire cihazların asli vazifeleri ve ibadetlerini hatırlamalarına yol açar. Gözün ibadeti, Kur'ana bakmak ve okumak; dilin ibadeti Kur'anı okumak ve hak sözleri anlatmak; kulağın ibadeti Kur'an ve hak söz dinlemek...
Oruç, maddi ve manevi hayat için bir perhizdir. Maddi sağlığı bozan yemek üstüne yemek illetinden insanı kurtarır. Fıtri beslenme tarzı olan iki öğün yemeye insanı alıştırır. Şifalı beslenme, hazımla olur. Normal bir açlık 5-6 saatte yenilenir. Oruçla 15 saatte bir yemek yemeye girmek cismi çok rahatlatır. Ramazan ayında nefis ve midenin susmasına rağmen akıl, kalb, ruh, sır ve saire cihazların terakkileri ve feyizleri gerçekleşir. Müminler derecelerine göre Ramazan-ı şerifte ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevi sürurlara mazhar olurlar. (Mektubat, 29. Mektub, 2. Kısım, 8. Nükte)
İslamın bir kısım emirleri "taabbüdî" denilen insanın akıl sınırlarının ötesinde hikmet ve sırları olan meselelerdir. Bunlarda hikmet ve maslahat bilinmediği için doğrudan doğruya illetin, emr-i İlahi olduğu görünür. İhlas ile yaşanılır. Onlar İlâhî birer mucizedir. Akıllar onların karşısında çaresiz düşer, secde eder. Bir kısım emir ve nehiyler ise, hikmet ve maslahatı bilinebilen şeylerdir. Bunlara " ma'kulü'l-ma'na" denilir. Yani manası akılla anlaşılabilen işler... Fakat hikmet ve maslahatlar, emir ve nehyin asıl sebepleri değildirler. Ramazan orucunun Ramazan ayında olması, orucun 30 gün olması, her gün olması, orucun başlama ve bitme süresi, oruçta yasaklanan şeyler gibi hususlar taabbüdî birer meseledirler. Müslümanlar hikmet ve maslahatını bilmese de orucunu tutarlar. Bu açıdan ezanın Türkçeleştirilmesi, namazın Türkçe kılınması gibi hoş gözüken şeyler dine zarar veren bid'atlardır. (Mektubat, 29. Mektub, 1. Kısım, 9. Nükte)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.