Ey Kürtler! Gayret ediniz
Günlük Risale-i Nur dersi…
Bismillahirrahmanirrahim
Suâl: "Şu hükûmet ve Türkler nasıl olsalar, biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Başımızı kaldırıp onların üzerinden âleme temâşâ etmek ve ellerimizi onlarla beraber sâfi suya uzatmak, kendimizi de bir kavim olduğumuzu göstermek nâsıldır? Zîrâ hükûmet ve İstanbul daha bulanıktır."
Cevap: Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misâl-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır. Öyle ise kendinizden teşekkî ediniz; her kabahati hükûmet ve Türklere atmakla çok aldanırsınız.
Size bir misâl söyleyeyim:
Her tarafa şubeler salmış bir büyük çeşme başında bir tegayyürât olursa, her tarafa da sirâyet eder. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tâbîdir. Faraza, o havuz tamamen tegayyür ederse veyahut Allah etmesin bozulursa da, çeşmelere tesir etmez-eğer pınar, pınar olursa.
İşte, bakınız:
İstibdâdın hükmünce, İstanbul ve hükûmet belağbaşı idi; şikâyette hakkınız vardı.
Şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve, İstanbul göldür, hükûmet havuzdur, Türk zeynâbdır veya öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir.
Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdâdı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz olan meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti haffâr yapıp, mârifet ve fazîleti eline veriniz.
Şu yerlerde de bir küngân atınız; tâ bir kemâlât pınarı bizde de çıksın. Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. Hem de, dilencilik para etmez. İnsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız veya tenbeldirler. Eğer siz insan olsanız, hükûmet ve İstanbul ve Türkler nasıl olsalar olsunlar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir. (Münazarat sh. 42)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
TEMÂŞÂ : Hoşlanarak bakmak, seyretmek, ibretle bakmak.
KAVİM : Millet, aralarında dil, âdet, örf, kültür birliği olan insan topluluğu.
MEŞRÛTİYET : Bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idâre edilen devlet sistemi.
HÂKİMİYET-İ MİLLET : Milletin hâkim olması, sözünün geçmesi. Milletin egemenliği.
EFKÂR-I ÂMME : Halkın düşüncesi ve fikirleri. Kamuoyu
MİSÂL-İ MÜCESSEM : Cisimleşmiş örnek.
MEBUSÂN : Milletvekilleri.
HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr.
TEŞEKKÎ : Kötü hâlini anlatarak şikâyet etme.
KABAHAT : Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
MİSÂL : Benzer, örnek.
TEGAYYÜRÂT : Değişmeler, başkalaşmalar, bozulmalar.
SİRÂYET : Bulaşma, yayılmak, gelişmek.
TEGAYYÜR : Değişme, başkalaşma, bozulma.
BELÂĞBAŞI : Kaynak, pınar, Çeşme başı
İTİBÂRÎ : Gerçek olmayan, varsayılan.
BİLKUVVE : Daha fiiliyâta geçmemiş, potansiyel halinde; fiil mertebesine varmadan, niyet olarak.
ZEYNÂB : Küçük su akıntılarının her taraftan gelip toplanarak meydana getirdikleri gölcük, havuz.
TAAFFÜN : Kokuşma, bozulma, çürüme.
İSTİBDAD : Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi. * Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak.
SEBEB-İ SAADET : Mutluluk sebebi.
HAFFAR : Kazıcı.
MÂRİFET : Bilgi, bilme, tanıma, hüner, anlatma, övme.
FÂZÎLET : Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece.
KÜNGÂN : Künk, su borusu.
KEMÂLÂT : Olgunluklar, mükemmellikler, faziletler.