Gel gör beni aşk neyledi?

Saat gece 3’ü gösteriyordu. Arayan çok sevgili kardeşim, dava arkadaşımdı. Korkulu, hüzünlü, kısık ve titrek bir sesle : “Gel” diyordu. “ Gel de gör beni aşk neyledi.?..” Oturduğum yer şehre biraz uzak olduğu için bu saatte kardeşimin yanına gidecek bir vasıta bulmam çok zor görünüyordu. Lakin niyet ettikten sonra inşaallah tüm yollar beni kardeşime ulaştırır düşüncesiyle bir çırpıyla uzandığım yerden kalktım ve hızlıca hazırlanarak yollara düştüm.

İçerisinde bulunduğum ay Şubat’tı ve dışarıda tam bir ayaz havası vardı. Gecenin bu saatlerinde az mı yürümüştük aziz kardeşimle, iman ve nur davası için hayallerimizi, hedeflerimizi heyecanla birbirimize anlatarak, birbirmize aşk ve şevk vererek... Ruhumda o lezzetine doyamadığımız güzel sohbetlerimizin sıcaklığını hissederek bir taksi bulma ümidiyle yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra, nihayet bir taksiye binebilmiştim. Bir yandan bir an önce kardeşimin yanına varabilmenin telaşı ile takside zor durabilirken, bir yandan da mesajlar atıyordum, “Geliyorum kardeşim az daha sabret” diye...

Nihayet varmak istediğim yere gelmiş ve soluğu kardeşimin yanında almıştım. Bana en olumsuz şartlarda dahi her zaman büyük bir aşk ve şevk veren kardeşimi ilk defa böyle görüyordum. Sanki bu gördüğüm o değildi. Yatağında iki büklüm bir şekilde uzanıyor ve sürekli titriyordu. Karşısında beni görünce yüzünde acı ile dolu olsa da o kendisine çok yakışan tebessümü belirmişti. Beni ne zaman görse neredeyse belimi incitecek şekilde sımsıkı sarılışını bu sefer tam yapamıyordu. Yattığı yerden ayağa kalkmaya çalışıyor, kollarıyla bana sımsıkı sarılıyordu yine, ama o eski muhabbet dolu gücünün çok azaldığını anlamam hiç zor olmuyordu. “Sen hiç yorulma aziz kardeşim şöyle sakince dinlen” dedikten sonra hemen bir çay suyu koydum ocağa. Zira kendisiyle saatlerce yaptığımız sohbetlerimizde az mı demlik demlik çay bitirmiştik...

Bir yandan çay suyu kaynarken bir yandan da kardeşimin ellerini tutarak “Anlatsana ne oldu? Seni bu hale ne getirdi?” diye sormaya başladım. “ Hiç sorma azizim, canım kardeşim” dedikten sonra uzun uzun anlatmaya başladı... O anlattı ben dinledim. Ben anlattım o dinledi... Dakikalar saatleri kovalamış ve ikimiz de konuşmanın hararetiyle vaktin nasıl geçtiğini anlamamış bir şekilde uyuyakalmışız. Uyandığımızda, saat gündüz 3’ü gisteriyordu...

Tek derdi tek düşüncesi iman ve nur hizmetleri olan çok sevgili kardeşim bir anlık nefsinin gafletiyle fena ve fani bir aşka meyletmiş. Günlerce, gecelerce ve aylarca içine atmış atmış durmuş. Kimseye tek kelime dahi anlatamamış. En sonunda herşeyi göze alıp evlenme niyeti ile konuşmuş, ama ne fayda... Karşılık alamamış...

Bana her fırsatında “Unutma aziz kardeşim; Fedainin feda edemeyeceği hiç bir şeyi yoktur’’ diyen çok sevgili kardeşim; bir yandan bu hakikate ters hareket ettiği düşüncesi, bir yandan fani bir aşka meyletmesi ile hizmetlerini bir yana bırakıp böyle bir düşünceye kapılmasının acısı, bir yandan hayatında ilk defa böyle bir şey yaşamasının şaşkınlığı ve ızdırabı, bir yandan da karşılık bulamamanın verdiği hüzün ile yanmış yanmış durmuş geceler boyunca...

Ben de hiç bir şey sormadan saatlerce dinledim kendisini. Ara ara da teselli vermeye çalıştım. Üstadımız (r.a.) diyor ya dedim: “Kâinatta her şey ya bizzat güzeldir. Ya da neticesi itibarıyla.” “Sen de bu olayın güzel yanını görmeye çalış. Hem şimdi fena ve fani bir aşkın ne kadar yakıcı ve acı veren bir şey olduğunu bizzat anladın. Hem insanın kalbindeki şiddetli ebedilik ve muhabbet arzusu fena ve fani bir aşkla tatmin olamaz ki. Asıl şimdi hakkalyakin bu meseleyi yaşamanın verdiği tecrübe ile iman ve nur hizmetlerine daha da sıkı sarılmalısın. Bütün muhabbet ve aşkını Hakiki aşka ve muhabbete layık olan; Rabbimize (c.c.) yönlendirmelisin...”
İşte böyle uzun süren konuşmalarımız sonucu gündüz saat üçü gösterdiğinde kardeşimin gözlerinde tekrar bir ümit ve toparlanma belirtileri doğmaya başlamıştı. Günlerdir kalkmadığı yatağından ayağa kalktı ve bana sımsıkı sarıldı. Ben de kensini biraz daha teselli etmeye çalıştıktan sonra yanından ayrıldım.

Çok sevgili kardeşimle olan diyaloglarımız günler geçtikçe daha da artarak devam etti. Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. O hüzünlü, acı ve keder dolu hali tamamen geçmiş eskisinden daha da dinç, moral, aşk ve şevk dolu bir hale gelmişti. Ben uhrevi hizmetlerimize dair ne zaman olumsuz bir düşünceye düşsem bana hemen aşk ve şevk verip heyecana getiriyordu herdaim.

Günler geçtikçe daha da ulvi bir hal içerisine girmeye başlıyordu. Tek düşüncesi, tek derdi Rabb’imizin aşkıyla daha da fazla aşklanmaktı. Bu ulvi hali kendisinde öyle bir tezahür ediyordu ki, adeta içindeki ulviyet ve nuranilik her yerine aksediyordu. İçi, dışı, yüzü, gönlü bir ışık ve nur ile doluyordu adeta. Özellikle son zamanlarda dünyaya dair en küçük bir şeyi bile konuşmaktan çekiniyor, bir saniye dahi sonsuz güzellik sahibi olan Rabbimizin (c.c) güzelliklerinden bahsetmeden vakit geçirmiyordu.
Bizim böylesine muhabbet dolu günlerimiz zevk ve huzur ile geçerken, Ekim ayının bir çarşamba günü sabah on civarında uzunca çalan bir telefon geldi. Arayan çok sevgili kardeşimin değerli babası idi. Çok büyük üzüntü ve keder hali içerisinde “Salih’’ diyordu “Salih’e araba çarptı. Şu an yoğun bakımda...”

Bu sözleri duyduğumda neye uğradığımı şaşırdım. Beynimden adeta sıcak sular boşaldı. Bir solukta kendimi hastahanede buldum. Çok sevgili kardeşim yoğun bakımdaydı. Hastahane koridoru ailesi ve sevdikleriyle dolmuştu. Özellikle de adeta tüm serveti hükmündeki yaşları küçücük, ama gönülleri kocaman olan Nur kardeşleri hastahanenin bütün koridorunu doldurmuştu.

Kardeşim yoğun bakımdan çıktıktan sonra çok kısa da olsa kendisiyle görüşmeme izin verilmişti. Heyecanla yanına gittiğimde, sanki yoğun bakımdan çıkmış olan ‘ben’, bekleyen ‘o’ idi. Gözlerinde derin bir ışıltı, dudaklarında tebessüm ile ellerini bana doğru uzattı. “Hani sana demiştim ya –Gel gör beni aşk neyledi?—diye. Asıl şimdi aşk’ın, hakiki ve ebedi aşkın beni neylediğini bilmeni isterdim” dedi sözcükleri ağzından zor çıkararak. “Öyle bir eyledi ki aşk beni, daha fazla dünyada kalamazdım zaten. Bir an önce Sevgilim’e, Rabb’ime kavuşmak istiyorum” dedi, büyük bir hasret çektiği her halinden belli bir vaziyette. Doktorlarla konuştuğumuzda pek ümitli olmadıklarını, ama Allah’tan ümit kesilmeyeciğini bildiriyorlardı. Yani hepimiz teslimiyet içerisinde kendimizi hazırlamıştık kardeşimizin ebedi aleme tebdil-i mekan eylemesine...

Aradan iki gün geçtikten sonra Cuma günü, sabah saat 10 civarlarında çok sevgili kardeşimin Ebedi Sevgilisi’ne (c.c.) kavuştuğu haberini aldık hastane koridorunda. Son sözlerinde, “Bu aşk herşeye bedel” demiş. “Hepinizi bekliyorum bu tarifi mümkün olmayan ulvi yolculuğa” dedikten sonra kelime-i şahadet getirerek ilave etmiş:

“Faniyim, fani olanı istemem. Acizim, aciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr (başkasını) istemem. İsterim; fakat bir yâr-ı baki (ebedi sevgili) isterim. Zerreyim; fakat bir şems-i sermed (sürekli ve ezeli olan güneş) isterim. Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı (varlıkları) umumen (bütünüyle) isterim. ”

Bana her zaman aşk ve şevk veren, her hali ile muhabbet dolu olan kardeşim artık asıl yurdu olan ahiret diyarına göç etmişti. Kendisinin böylesine ulvi ve teskin bir hal ile ahirete göç etmiş olması beni sakinleştiren en önemli şeylerden biri olmuştu. Yoksa kolay mıydı, dayanılabilinir miydi böylesi acı bir kaza sonucu en çok sevdiğiniz bir kardeşinizin yanınızdan ayrılmasına. Lakin biliyorduk ki;

“Ölüm bir yok oluş değil, tebdil-i mekândır (mekân değişikliğidir). Hem hakiki vatanımıza ve ebedi makam-ı saadete (mutluluk yerine) girmeye vesiledir. Hem zindan-ı dünyadan (dünya zindanından) bostan-ı cinana (Cennet bahçelerine) bir davettir...” 

Her an, her saniye maddeten-manen yanımda olan, bana büyük bir güç, aşk, şevk ve heyecan veren kardeşim bu dünya hayatında maddeten artık yanımda değildi. Lakin manen hep benimle idi. Hastane odasındaki en son konuşmalarımızda heyecan ve hararetle; “ Kardeşlerim sana emanet. Onları ihmal edersen yakana yapışırım mahşerde bilesin” diyordu büyük bir ciddiyetle.1

Çok sevgili kardeşim yanımdan maddeten ayrılmıştı belki ama biz inşaallah manen hep beraberdik. Yine yollarda beraber yürüyor, iman ve nur hizmetlerine dair planlar yapıyor, huzur dolu saatler geçiriyorduk. Hem giderken bana yine çok önemli bir şeyi öğreterek gitmişti kardeşim...

Hiç merak etme biricik sevgili kardeşim. Aşkın seni ne hale getirdiğini ben çok iyi gördüm. Ve artık “Gel gör beni aşk neyledi?” sözünün ne anlama geldiğini çok hem de çok iyi biliyorum...

Geldim, gördüm ve sendeki Hakiki Sevgili’ye (c.c.) olan aşkına hayran oldum...
 
Dipnot:
Sen gittiğinden beri kardeşim, kardeşlerini (kardeşlerimizi) hiç yanımdan ayırmadım ki. Zaten ancak onlarla, o Cennetasa baharların Nur çiçekleriyle teselli buluyorum yanımdan ayrılışına, aşk, şevk ve muhabbet dolu sohbetleri yapamayışımıza. Onlarla iman ve nur sohbetlerini yaparken sen de yanımızdaymışsın gibi davranıyorum. Onlara çay koyarken, her zaman tepsiye sen de gelip bizimle beraber içiyorsundur diye bir bardak fazla koyuyorum. Onlara senin yaptığın latifeleri yapıp, senin aşk ve şevk dolu fikirlerini anlatıyorum. Ama yine de sensiz hep bir eksiklik, hep bir boşluk oluyor, ama kimseye anlatamıyorum... (BY)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum