Gençlik Kongresi Sonuç Bildirisi-3

Gençlik Kongresi Sonuç Bildirisi-3

Gençlik Kongresi Sonuç Bildirisi-3

I. Ulusal Risale-i Nur Gençlik Kongresi’nde hazırlanan, “Risale-i Nurda Gençlik” masasının sonuç bildirisi:

Bu masada gençliğin karşılaştığı tüm problemlere ayrı ayrı çözüm aramaktansa, insanın enfüsi çabasına dikkat çeken, ona bir mantık kazandıran ve pratik hayattaki tezahürlerini de bu enfüsi çabanın, bu mantığın bir tezahürü olarak ele alan bir çalışma yapılmıştır. Nitekim Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin de, kendisinden öğüt almaya gelen gençlere, ayrı ayrı tüm konularda konuşmaktansa, ölüm düşüncesi ile birlikte acz ve fakr eksenli bir mantık kazandırmaya çalıştığını görebiliriz.

İlk olarak incelemek istediğimiz, gençliği en fazla sıkıntıya sokan, ve o yaşların gücü, kuvveti ile birlikte kendisi de yine en güçlü dönemlerini yaşayan nefisdir. Bu noktadan hareketle öncelikli olarak nefsin mahiyetini anlamalı ve nefis ile ona göre muhatap olmalıyız.

Nefis insandaki yaşama arzusu olarak tarif edilebilir. Yani yemeklere iştiha duyuyorsak, kırlarda gezmekten hoşlanıyorsak yada benzeri hallerimiz hep nefis sayesindedir. (Bu dünyaya ait olan, bu dünyada kalacak olan sevgiler, arzular, hoşlanmalar, yani dünyanın fani yüzüne bakanlar) Fakat dünyanın fani yüzüne bakan bu heveslerimiz olmasa, yani nefis verilmese idi, dünyanın ahirete ve esma-i hüsnaya bakan yüzüne de geçemeyecektik. Fani hayatı, gençliği vs. baki bir hale getiremeyecektik. Bu noktada nefisin ahirete yönelik bir imtihan vesilesi olmakla birlikte, esma-i hüsna taliminde de çok kilit bir konumda olduğunu söyleyebiliriz.

Nefsin en önemli özelliği ise, temel ayakları olan kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye başta olmak üzere arzularına sınır konmamış olmasıdır. Bunun nedeni de yine tecellileri sonsuz olan esma-i hüsnaya tam manasıyla insanın muhatap olacak şekilde yaratılmasıdır. Bir örnek verecek olursak:
Hayvanın iştihası en fazla dört beş çeşide kadar uzanır. Onun dışında gördüğü nimetleri şiddetli şekilde arzulamaz. O anlık zevkini düşünür. Ve dolayısıyla esma-i hüsnaya muhatabiyeti de sınırlı olmaktadır. Fakat insandaki nefse fıtratta bir had konulmamıştır. Bu nefis 4. boyut olarak akıl vesilesiyle zamana da geçtiği için sadece anlık yaşamaz, yediği kadarını yer, kalanını da biriktirir, tüm kainatı ister, her zevki tatmak ister, ki çoğu tecavüzat da bu noktadan çıkmaktadır. Zamanımızda yaşanan tüm savaşların kimler ve ne amaçla çıkarıldığına bakarsak bu konuya açıklık getirebiliriz.

Fakat esma-i hüsnaya en cami bir ayine olması için yaratılan ve nefsini de buna vesile etmesi istenen insan, nefsini yaratılış amacının dışında kullanarak, fıtrata muhalafet ederek kendi nefsine zulmetmiş, Kurani tabirle ' Nefsinin arzularını kendine rab edinmiştir.' İşte tam bu noktada insanın asli vazifelerinden birinin, binler hikmetle fıtratta had konulmayan nefis, heva ve hevese, şer-i ölçüler dahilinde aklı, vicdanı ve ruhuyla sınır koymasıdır ki imtihanın sırrı da buradadır. (Bu sınır koyma işlemi de yine fıtrata uygun şekilde, Üstadın ifadesiyle bu duyguları yok saymaktansa, onların yönlerini hayırlı şeylere tebdil etmekten geçiyor. Örneğin ' Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et' cümlesi gibi.)

Peki şimdi en can alıcı soru geliyor: İnsan bu duygularına nasıl had koyacak, nasıl kontrolü elinde tutacak?
Bu soruya Said Nursi Hazretlerinin ve Nur mesleğinin 4 temel esasıyla cevaplandırmaya çalıştık. Bunlar 'acz, fakr, şefkat ve tefekkür'

1. Acz: İnsanın içine farazi bir ilahlık ayinesi ( ene ) konulduğu halde, kendini sonsuz güçlü hisseden insan, sonsuz aciz yaratılmıştır. Ki gücünü, güçsüzlüğünü anlamakta, güçsüzlüğünü de gücü herşeye yeten BİRine dayanmakla bulabilsin. İşte insana da bunu hatırlacak, hastalık, musibet ve belalar veriliyor ki, aczini anlasın, gaflete düşmesin.
Rabbimiz manen diyor ki: ' Mikroskop ile bile zor görebildiğiniz, emrimdeki bir mahluk ( mikrop ) o malikiyet dava ettiğiniz vücudunuzu nasıl da yere seriyor işte gör, acizliğini anla, malikiyet davasını bırak, Sahib-i Hakikiyi bul, ve sana emanet edilen vücudu ve hayatı O nun izni dairesinde kullan.' İlginç bir noktayı da belirtelim: Üstad Hazretlerinin en fazla gençlikten bahsettiği yerlerden ikisi ihtiyarlar ve hastalar risalesi. ( acz ve fakrın en iyi anlaşıldığı haller ). Ve orada şöyle bir ifade geçiyor: Özellikle gençler için ' sıhhat bir hastalıktır, hastalık da bir sıhhatdır'. Ne mutlu aczini Rabbine itiraf edebilen gençlere.

Burada yeri gelmişken bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz:
Bahsettiğimiz gibi insan, kemalini kendi kemalsizliğinde araması için yaratılmış iken, zulmetmiş, kemalini başkalrının kemalsizliğinde aramıştır. kendindeki acizliği, kusuratı görünce, bunu rabbine karşı itiraf etmektense, kendi mükemmelliğini başkalarının da düşmesinde görmüştür. (Tıpkı şeytanın Hz. Ademe yaptığı gibi). başkasının ayıbını arama, gıybet, iftira ve benzeri daha birçok çirkin günahın altında yatan sebeplerden bir tanesi de budur. Bu noktalardan acze ve fakra yapılan vurguyu çok önemsiyoruz

2. Fakr: yine yukarıda da bahsettiğimiz gibi insanın arzuları sınırsız olmasına rağmen, gücü elinin yetişebildiği yere kadar. Tul-i emel ile ( 4. boyut, zaman ), çiçeğini, bahçesini ve cenneti isteyen insanın eli ise hiçbir şeye yetişmiyor. ta ki, herşeyin sahibini ( ahiretin bile) bulsun, O ndan istesin. O na muhtaç olduğunun farkına varsın.

3. Şefkat: Said Nursi Hazretlerini Eskişehir hapsinde genç kızlara bakarken ağlattıran şey şefkat idi. Çünkü 50 sene sonrasına bakmıştı. İhtiyarlığı, çirkinliği, aczi ve fakrı, sonrasında ise kabri görmüştü. Belki 10 sene öncesine bakıp, onların o melek misal masumiyetlerini de görmüştü. ve o masumiyetin alevlere yuvarlanmasına gönlü razı olmuyordu. Ki Üstadı başkalarının imanının kurtarılmasına hizmete teşvik eden en önemli sebep, ondaki müthiş şefkat duygusu idi. Biz de eğer tüm zamanları kuşatacak şekilde akıl ve kalp gözüyle bakabilirsek, önce kendi halimize acırız, sonra da başkalarına, önce kendi nefsimizi ıslah ederiz, sonra başkalarınkini.

4. Tefekkür: Kainatta yapılan esmai hüsna okumaları olarak tarif edebileceğimiz tefekkür, bahsimizde yine çok önemli bir yer tutmaktadır. Sağlam bir tefekkür ( enfüsi ve afaki )sonucu ve ibadatla kazanılan hakkalyakin bir imanın neticesinde elde edilen huzuru daiminin sağladığı haya duygusu çok günahları engelleyecektir. Burada, Metin Karabaşoğlu nun hz. Osman a ve onun haya duygusuna yaptuığı vurgu çok manidardır. ( bu duygu ile faziletçe hz. Ömer den sonra gelmiştir)

Evet bu dört hatve penceresinden insan ve bilhassa gençlik bu şekilde ve nefse karşı kullanılacak en önemli silahlar da acz, fakr, şefkat ve tefekkür silahıdır.
Ama Kastamonu lahikasında nefsin hiçbir zaman teslim-i silah etmeyeceğini, bizzat kendisi mağlup edilse de asap ve damarlarda devam edeceğini, bunun da ancak fedailik derecesinde bir yaşam ile aşılabileceğini, yoksa musibetler ile lezzetlerin tadını kaçırıp terbiye edileceğininden bahseder. Burada da Zübeyir Gündüzalp ı bu fedailik derecesinde bir yaşama örnek veriyoruz.

Tüm bunlara rağmen yine de günahlara düşüyoruz, nefsimize yine de mağlyup oluyoruz. Buna karşı da yine Kuran-i bir metod olan 'günaha yaklaşmama'yı ele alacağız.
Nefis fıtratı gereği doyumsuzdur. 'yedikçe acıkan bir haldedir'. bir kere tattı mı, ikincisine daha bir iştahla, daha arzulu bir şekilde, daha karşı konulmaz bir halde sarılacak ve saldıracaktır. Onun için yapılması gereken. akıl ve ruh ve kalp insan sarayının hala sahibi iken, sultanı iken, kapıcı konumundaki nefsin ve heva ve hevesatın arzularını kontrol etmek, ilk anda hemen o günahtan uzaklaşmaktır. yoksa devam edilirse, galeyana gelen his ve hevesat o saraya darbe yapıp da kontrolu ve sultanlığı ele geçirdi mi, artık saray onun emrine giriyor, aklımız yanlış bulsa da, vicdanımız acı duysa da, kalbimiz kabul etmese de o günaha giriyor, kendimizi alamıyor, nefsimiz bizi nereye çekerse oraya gidiyor, tatmin oluncaya kadar devam ediyoruz. Allah ın rahmetindendir ki, nefis anlık tatminden sonra tekrar koltuğu bırakıyor ve aklımız idareyi tekrar ele alıyor. yoksa 'bazıları gibi nefsinin arzularını kendine rab edineni gördünmü ayetinin işareti üzere, nefs hutumuz ebedi hayatımızı sıkıp mahvedecekti. Onun için yapılması gereken ilk anda gübnahtan yüzümüzü çevirmektir.
Ki, yine Karabaşoğlunun da belirttiği gibi, toplumdaki açık saçıklık gibi çoğu aksaklığın da giderilmesi, bu yoldan geçmektedir. Çünkü. insanlar bakmazsa, günahları normalleştirmese, benimsemese, yani talep etmese, açık saçıklık da olmayacaktır. Ve ilk anda ilk açık saçıklığa verilecek tepki olsaydı, bugünlere gelinmiş olmayacaktı.

Tüm bunlarla birlikte, dünyevileşme, milliyetçilik gibi gençlikle ilgili daha çok mesele var şu anda burada bahsedemediğimiz. Fakat tüm insanların, tüm sorunlarına, tüm zamanlarda şifa olan bir metod var elimizde. Bu da 'sünnet-i seniye'dir.

Sonuç olarak, tüm gençleri acz, fakr, şefkat ve tefekkür eksenli bir yaşama, günahlardan mümkün olduğunca çabuk kurtulacak bir bilinç ile birlikte sünneti seniye dairesine davet ediyoruz.