Hüseyin YILMAZ
'Güncelleme' fırtınasında bir yüz akı: Akgündüz!
Bediüzzaman, iki temel sebepten dolayı siyasetten uzak durur! Çok bilinen, ama ikincisine göre daha az ehemmiyet arzedeni siyâsî tarafgirliğin körleştirmesi, şeytan ile meleğin temyizinde acze düşürmesi. Çok daha ehemmiyet arzedeni ise, tarafdarı olduğu partinin dışında kalan geniş kitleleri iman hakikatlerinden mahrum bırakmamak, düşman haline getirmemekdir.
En masum siyasî meyillerin kısa bir müddet zarfında, katı ve tehlikeli bir tarafgirliğe dönüştüğü bir zamandayız. Haklı ve masum sebeplerle desteklediğiniz bir partinin bir müddet sonra fanatik ve militan tarafgiri durumuna düşebiliyorsunuz. Yazık ki, içine düştüğünüz vaziyeti idrâk kabiliyetiniz de kalmıyor.
Bir devirde, Nurcuların bir kısmının Demokrat Parti’ye verdiği haklı desteğin zaman içinde, değişen bütün şartları yok sayıp kemikleşmesi, adeta bir şuur felcine dönüşmesi çokların malumudur.
Benzer bir tehlike bir müddetten beri Nurcuların en azından bir kısmında AK Parti itibariyle de benzer bir tehlikeye hızla dönüşüyor. Bunda şaşılacak bir şey yok, kitlelerde siyasî her meyil, kendisini muhafaza için hızla kemikleşir, katı ve şuursuz bir tarafgirliğe dönüşür. Bu elim âkibete uğramamanın yegâne çaresi; amentüden kopmamak, şuur ve iz’anı rafa kaldırmamakdır.
Yazık ki, okumuyan bir cemiyetiz. En çok okuduklarını iddia eden Nurcular da okumuyor. Okumayınca da aklî melekeler zaman içinde hayvanî bir takım insiyaklara geriliyor; ne muhakeme kalıyor, ne tasnif kabiliyeti.
Uzattığımın farkındayım, ama mukaddemeden murad, maksada zihni hazırlamakdır...
Fakiri takib edenler bilirler ki, başından beri AK Parti iktidarını, muhtemel bir CHP ve koalisyonlarının iktidarı karşısında ehvenüşşer telâkki ediyor ve o ölçüde destekliyorum. Desteğimin hududları belli: Daha iyi bir iktidar namzedi çıkıncaya kadar oy vermek; doğrularını alkışlamak, yanlışlarına itiraz ile tenkid etmektir. Bu tavrımı muhafaza ettiğime sosyal medyadaki hesaplarım şahiddir, isteyen bakabilir.
İnsan gibi, siyâsî teşekkül, parti, cemiyet ve devletlerin de doğup, büyüyüp sonra da öldükleri İbni Haldun’dan beri kaziye-i Muhkemedir. Temenni etmem ama görünen o ki, Ak Parti de iktidarda kalma mücadelesinde telaşa düştükçe kucağını yeni çevreler için de açmakta ve partinin bünyesi iğneli fıçıya dönmektedir. Yeni kucaklananların farklı ve mevcutlarla çatışan yapısı, beraberinde huzursuzluğun her türlüsü ile şiddetli bir kavgayı da getirmektedir. Bu huzursuzluk, ister istemez idarî kadroların dil ve tavırlarına da aksediyor; yazık ki Erdoğan da dahil.
Nerede ise bütün dünyanın düşmanı kesildiği bu partinin işi elbet de kolay değil. Ama bu kolay olmayan işleri aşmanın yolu, asabiyet ve muhakemesizlik değil, aksine kılı kırka yaran bir dikkat ve itinadır.
Peygâmbersiz bir din, daha doğrusu Hıristiyanlaştırılmış, amelî olmaktan çıkarılmış bir din arayışında olan bir güruh ile Kemalist ve feminist çevrelerin muazzam iş birliği, Hadis ile Ehl-i Sünnet ve Cemati hedef alıp ortalığı yangın yerine çevirirken, hedefe kâh Mehmed Görmez, kâh İhsan Şenocak, kâh Nureddin Yıldız ve diğerleri düştü. Maksadın bu mümtaz insanları gözden düşürerek din düşmanlığı yapmak olduğu, o kadar sarih ki, ikna ve delil gayreti abesle iştigal olur. Zirâ bu insanlara hücum edenlerin maksadı daha iyi ve daha çok namaz kılmak, oruç tutmak, zina etmemek, içki içmemek değil; aksine dinin bu meselelerdeki rahatsız edici mânevî tehdidinden sıyrılıp hayvanları utandıracak bir hayvanlıkla, hayvanî bütün arzularını tatmin etmekdir.
Onun için bu soytarılar alayının hedefine giren ehl-i imanın bahane kabilinden eksiklik ve kusurlarına takılıp kalmayacağım. Daha dikkatli olmaları gerektiği ise izah gerektirmiyor.
İki örnek üzerinden mevzuu tamamlamak emelindeyim:
Birincisi, bir müddet önce Bekir Bozdağ’ın “Peygâmber’in mezhebi mi vardı?” diye, bir ilk mekteb çocuğunun tufeyli efelenmesi ile kendisini gülünç duruma düşürmesi idi. Evet, Bekir Bozdağ’ın mezhebsiz yaşamaya hakkı olabilir, vardır da. Ancak o küçücük dağarcığı ile mezhebleri inkâr etmeye hakkı da, haddi de yoktur. İmam-ı Hanefi, İmâmı Şafii ile birlikte diğer azam imam ve müçtehidleri iki kelime ile ademe mahkûm eden Bozdağ’a ne ciddi bir itiraz geldi, ne de ikbâlini kaybetti.
Sonra hâlâ sıcaklığını koruyan mevzu, Nureddin Yıldız Hoca’nın belki tırmalayıcı bir kaç kelimesi ile üslubu bir kenara, hükümde doğruluğuna itiraz edilemeyecek ve mevcud fetvaların tevsii kabilinden konuşmalarını diline dolayan Ahmet Hakan ile Ulusalcı ve feminist cephenin hücumu karşısında Erdoğan’ın daha fazla dayanamayıp çok garip, çok tuhaf, kabulü imkânsız bir şekilde dini “güncelleme” talebinde bulunması. Bana sorarsanız bu, Erdoğan’ın mü’min kimliği itibariyle tam bir feraset bağlanması, siyasî varlığı itibariyle de erken bir intihardı.
Twitter mesajları ile itiraz ve tenkidlerimi ifade ettim ama oturup yazı yazmaya elim varmadı. Zirâ fakih, değilim, âlim değilim; sıradan bir mü’min olarak kalabilmek de benim için büyük saâdet olur. Onun için sözü ehil olanlara bıraktım.
İlk kuvvetli itiraz otuz küsur yıldan beri tanıdığım, aramızda bilhassa bazı tarih ve içtimai meselerde fikrî ihtilaflar bulunan Ahmed Akgündüz Hoca’dan geldi. Akgündüz, Erdoğan’a fakih olmadığını hatırlattıktan sonra, “Haddinizi aşmayınız!” diyordu. Bu çıkışa muttali olduğum andan itibaren bütün gönlümle alkışladım ve sosyal medya hesabımdan da hissiyatımı ifade ederek paylaştım.
Akgündüz’ün, “Haddinizi aşmayınız!” çıkışını nezaketsizlik ve küstahlık olarak görenlerin karşı hücumunun gecikmeyeceği belliydi. Erdoğan’ın zayıf bir geri adım atması kısmen hız kestirse de bu hücum beklediğim gibi Akgündüz’ü hedef aldı: “Sen de kim oluyorsun, Küstah herif?” Halbuki Akgündüz gibi ehil ve gayretli bir ilim adamına hayatının varlık rolünü oynadığı için “küstah” diyenler bir asırdır cihan Padişahı Fatih’e mahkemede ayar veren Kadı Hızır’ı öve öve bitiremeyenlerdi. Tam bir mürailik...
İşin daha acı ve kahredici olanı, Nurcu bildiğim, bazıları temayüz bile etmiş insanlardan gelen tahkir ve itirazlardı. Yüz kızartıcı bu sığlık ve ürkekliğin Nurculara yakıştığını kimse söyleyemez. Akgündüz, çıkışıyla sadece Nurcular’ın değil bütün Müslümanların yüz akı oldu. Allah ondan razı olsun.
Bana gelince, bildiğiniz yerdeyim. Temel zaafım, doğruyu sahiplenmek, yanlışı reddetmekdir. Kimden geldiğine hiç bir şekilde bakmam. Beğenmeyebilirsiniz, beğendirmek gibi bir gayretim de yok zaten. Yoksa mürailik yapabilecek kadar küçük bir zekâ bende de var.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.