Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

17. Söz'ün Mehrini Vermek

Bir önceki yazımızda Himmet Uç Hocamızın "Risale-i Nur Ekseninde Kur'an Estetiği"kitabını tanıtmıştık malûm. Fakat yerimizin darlığından, önemli bir kısmına yer verememiştik. Kitabın bir bölümünde Hocamız, geleneksel bir odaklanmaya işaret ediyor ve bunun değiştirilmesi adına bir tavzihte bulunmaya çalışıyordu. Çıkış noktası da 17.Söz'ün başındaki Kehf Suresinin sekizinci âyeti.

Aslında 17.Söz tek başına Kur'an estetiğini ortaya koyan, mezkûr âyetin şimdiye kadar açılmamış katlarını açan ve tamamen yeni ve özgün yorumlarla âyetin daha iyi anlaşılması için daha değişik ve aklı doyuran, akla feyizdâr yorumlar yapan; dünya, ahiret, ölüm, tevekkül, iman, hayat, güzellik gibi konularda hülâsa ve yoğun bir metin. Sadece 17.Söz üzerine bile estetik bir kitap yazılabilir, kanaati âcizânâme göre.

Ayrıca, 17. Söz'de geçen "...havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-u cismanî verir. Bir defa o temaşagâha gönderir." cümlesi, tenasühe (reenkarnasyon) bir cevaptır.

Bir görüşmemizde, Ankara'da Feyzi Allahverdi âbi Nurları ilk tanıdığı yıllarda, Zübeyir abi ile bir buluşmasında Zübeyir abinin Ankara Kalesinde kendisine ilk olarak 17. Sözü okuduğunu ve önemini anlattığını hatıra olarak nakletmişti.

Çoğu âbilerin derslerde, bu sözü okuduğuna şahit olmuşumdur. Belki de bu Söz'ün akla ve kalbe dokunan yönleri, ders okumayı tercihe sebep oluyordur. Bu fâkir de bu Sözü çoğu zaman derslerde okumayı tercih edenlerdeniz.

Himmet Hocamız eserinde: "Bugün İslâm dünyasının toparlanamaması, hayatı estetik bir mükemmellik olarak algılamayışındandır." tespitinde bulunuyor. Bu mühim tespiti anlamak da ayrı bir güzellik olacak bence.

İşte hayatı estetik yönden anlayamayan İslam âlemi, uygulamada daha çok yaratılış gayesi olarak "Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım." âyeti üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu, doğru olmakla birlikte 17. Söz'ün başındaki Kehf Suresinin "Yeryüzünde ne varsa biz dünya için süs olarak yarattık ki insanların hangisi daha güzel işler yapacak diye imtihan edelim." mealindeki sekizinci âyeti bize daha geniş, şu ana kadar sistematize edilmemiş, estetik bir dünya daha sunmaktadır. Buradan hareketle Himmet Hocamız: "Bediüzzaman'ın yaptığı, Kur'an âyetlerinden aldığı işaretler ve temel değerlendirme metinleri ile ortaya bir Kur'an estetiği çıkarmaktır ve bunu yapmıştır." tespitinde bulunuyor.Hocamız, Bediüzzaman'ın başardığı Kur'an estetiğinin hareket noktası olarak da yukarıda mealini verdiğimiz ve 17. Söz'ün başındaki âyeti zikretmektedir.

Ne varsa bir süs olarak yaratılan eşya, o kadar cazibedar bir hâl alıyor ki semavat ehli için şirin bir mütalaagâh oluveriyor. Hem de bu mutlaagâhın zamanın saniyeden asırlara kadar bölünmüş dilimlerinde asılan, milyonları geçen nevileri, trilyonları geçen fertleri, daima tazelenen bir keyfiyette ve resmi geçit tarzında tefekküre arz ediliyor.

Resmi geçit tarzında, zaman dilimleri şaşırılmadan, özel elbise ve silahlarıyla, tam süslü olarak, bilemediğimiz bir zamandan beri ebede kadar dalgalanarak nazarlara arz edilen süslü ve sanatlı mevcudat, ezeli bir güzelden bize haber vermez mi? Bütün güzellikler, o güzelliği gösterenenin malı ve hüneri olmadığını, bu aynaların sürekli değişmesiyle birlikte güzelliklerin yeni aynalarda devam etmesinden anlıyoruz. Öyleyse, bu güzellikler ve süslü keyfiyetlerin kaynağına ulaşmayan, yani aklı göze indiği için o kaynağı göremeyen Batı aklı, sanatın beş kuruşluk maddesinde boğulmuş; sadece "Bu güzel masnuât-ı İlâhiyenin mehasinini bilâşuur (farkında olmadan) tanzim etmekte." Yani saat gibi yaptığı hizmetten, amelden habersiz; kâinatın sinesinde saklanan nice güzellikleri ortaya çıkarıyor. Yani "Garaib-i sanat-ı İlâhiyeye nazarları celbediyor." Ama ne yaptığını bilmiyor. Himmet Hocamız buna "Batı ise iki bin senedir estetik konuşmakta ve her gün yeni şeyler ortaya sürmektedir." cümlesiyle işaret ediyor.

17.Söz, özellikle ilk paragrafı ile bir sanat ve estetik metin olduğu gibi, devamı da hem akla hem zevke hem de kalbe dokunan cümleleri ile ayrı bir şaheser özelliğinde bir metin. Hele bir derece manzum özelliği ile:

"Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda,
Öyleyse geç... İyi mallar dizilmiş arkasında" dizeleriyle biten İkinci Makam ayrı bir güzellikte.

Ziya Paşa'yı hariç tutarak Avrupa meftunlarını yani körü körüne Batı sevdalılarını muhatap aldığı "Siyah Dutun Meyvesi" tam, bir ağaç başında verilen bir şiir resitali gibi duruyor.

17. Söz'de "Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için, cihat-ı sitte denilen altı cihette" nazar gezdiren üstadın kalbine Farsça tahattur eden bir "Münacaat"var ki tam bir hazine. Fikir, zevk, sanat, estetik yani ne yönden bakarsan bak öyle. Hele "Eyvah! Aldandık. Şu hayât-ı dünyeviyeyi sabit zannettik" cümleleri ile başlayan kısım var ki paha biçilmez değerde hakikatleri hülâsa ediyor.

Ya, İbrahim Aleyhisselam'dan sudur ile kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden, "Ufûl edenler (batıp gidenler) sevilmez, alaka-yı kalbe değmez." melindeki üstadı ağlatan âyet ve bu âyetin meali manasında yazılan, âdeta her bir kelimesi İnci güzelliğindeki cümleler...

Yine bu kısımda geçen "Her fâni şeyde bâkiye isâl eden (götüren) iki yolu" ve "Mahbûb-u Lâyezâlin tecelli-i cemalinden iki lem'ayı görebilme"şartı olarak salık verilen "Sûret-i fâniyeden ve kendinden geçme" şartları zümrüt ve lü'lü ile yazılsa sezadır.

Ehl-i gafletin dünyasının hakikatini tasvir eden Birinci Levha ile tam tersi dünyaya işaret eden İkinci Levhalar tam bir şaheser.

İnsanın madde olarak noksaniyeti ile beraber, kâinatı kucaklayan mahiyetine işaret eden "Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim." gibi estetiğin iki zıddını birleştiren, zirve cümlesi ile biten Münacat kısmı sanki mevzuun kalbi konumunda.

"Barla Yaylası, Çam, Katran ve Ardıç Ağaçlarının Bir Meyvesi" müzik, dil, tarih, tasavvuf, tevhid, sanat, estetik, mecaz, benzetme, intak, analoji gibi edebiyat ve sanatın çeşitlerini, estetiğin katmanlarını bir arada toplayan, ruhanî ve zevkî olduğu kadar, aklı da hissesiz bırakmayan, harika bir metin olarak üzerinde incelemeler yapılmayı bekliyor.

Evet, bu Meyveden "eğlence temaşasının" bir "nazar-ı hikmete" nasıl döndüğünü örnek derslerle öğreniyoruz.

Ağaç ve yaprakların nasıl bir temaşa için koşup geldiklerini, kimin cemaline nazdarlık edip, kimin güzelliğini seyirden keyiflenip oynadıklarını keşfediyoruz.

Dergâh-ı İlâhiye "Şehbaz'ın niyazı" gibi uzanan ellerin "Şehnaz'ın meşhur saçları" gibi oynaması ile seyredeni şevklendiren dalların naz-niyaz zemzemelerini işitiyoruz.

Her biri birer âyet-i müesseme olan ağaçların taklitsiz birer mucize olduklarını idrâk ederek, bütün eşyanın azîm halka-i zikrine eşlik ediyoruz.

Son olarak "Yıldızların lisan-ı hâliyle konuşmalarını hayalen işiterek" onlara tercümanlık adına tahatturen yazılan, bu âcize göre şiiir dünyasının bir şaheseri mahiyetinedeki "Yıldızları Konuşturan Bir Yıldıznâme" ise, hem hikemî hem de âşıkâne yönleri ile edebiyat dünyasına şiir ve sanat dersi veriyor.

Evet dostlar, üstad Muhâkematta "Nazlanan ve istiğna gösterenlerin mehirleri dikkattir." buyuruyor. 17. Söz gibi bir metni, bir de mehrini de vererek okumak, insana başka dünyalar açıyor ve insanın gönlünü, aklını zenginleştiriyor. Bir daha "nazar-ı sathînin zulümatını" delip, mânalarının mehirlerini vererek bu Söz'ü okumanızı ısrarla tavsiye ediyorum.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum