Alaettin TAŞKIN
Hakikati sunum tarzı
İnsan, fıtratı gereği olarak farkında olduğu bir hakikati sevdiklerine, çevresindekilere ve hatta ulaşabildiği kadarıyla tüm insanlığa ulaştırmak ister. Nasıl ki insan acıkınca yemek yemek istiyor. Öyle de bir hakikatin farkına varan kişi, onu başkalarıyla paylaşmak istiyor. İnsan böyle bir özellikle, böyle bir duyguyla var ediliyor. Bu, insanın bir gerçekliğidir.
İnsanın bu özelliğini “şefkat” duygusunun bir yansıması olarak ele alabiliriz. Yani insanın, muhatap olduğu insanlara ‘sırf iyilik olsun diye' farkında olduğu bir hakikati, bir güzelliği onlarla paylaşması şefkat duygusunun bir gereğidir.
Peki, hakikatin farkına varan insan, onu insanlığa en güzel şekilde nasıl sunar?
Bu soruya cevap kabilinden, hakikatin insanlara ulaştırılmasında takip edilmesi gereken tarzın neler olması gerektiğine dair farkına varabildiğim birkaç esası ifade etmek istiyorum.
Hakikat, sırf hakikatin ortaya çıkması, anlaşılması amacıyla insanlara ulaştırılmalıdır. Hakikatin tebliğinde hakikatin kendisinden başka bir amaç takip edildiğinde hakikate gölge düşürülmüş olunur.
Yani hakikati insanlığa takdim ederken hem hakikati tebliğ etmenin dışında başka hiçbir gayemiz olmayacak. Hem de hakikati insanlara sunarken sırf onlara iyilik olsun diye onlarla ilişki kuracağız.
Hakikatin sunumunda dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da hakikati tebliğ etmenin karşılığı olarak insanlardan hiç bir “menfaat” beklememektir.
Bir hakikati insanlığa iletmek isteyen bir kişi, bu hizmetinin karşılığında dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî hiç bir menfaat, hiç bir çıkar beklememelidir. Böyle bir beklenti içinde asla ve asla olmamalıdır.
Hakikate hizmetin ücreti, hakikate hizmet ediyor olmanın kendisidir. Hakikate hizmete karşılık olarak insanın hiç bir maddî menfaat beklememesi gerektiği gibi yine hiç bir manevî menfaate (makam, mevki, şöhret vb.) de gizli ya da açık talebi olmaması gerekir.
Hakikate hizmetin karşılığında insanın bu dünyada bir karşılık, bir ücret beklentisine girmemesi gerektiği gibi ahiret nimetlerini, yani cenneti de hakikate hizmetin bir gayesi olarak görmemesi gerekir. Yani hakikati insanlara ulaştırmanın karşılığında dünyaya dair hiç bir menfaat beklentisi içinde olmamak gerektiği gibi ahirete dair de hiç bir beklenti içinde olmamak gerekir.
Cenneti elde etmek amacıyla hakikate hizmet edilmez. Hakikate hizmet etmenin amacı, hakikatin “hakikat” olmasındadır. Başka bir şey olmamalıdır. Bu arada “hizmet” kavramına biraz açıklık getirmeye çalışalım. İnsanın hakikate hizmet etmesi demek, Yaratıcıya bir şeyler bahşetmesi değildir. Aksine insanın Yaratıcının kendisinde var ettiği duyguları saptırmadan değerlendirmesidir. Yaratıcının insana verdiği duyguların, özelliklerin gereğidir, gereğini yapmaktır hizmet.
Hakikatin sunumunda dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli nokta ise “tarafgirlik”tir. Yani fark ettiği kadarıyla hakikati insanlığa ulaştırma gayretinde olan bir kişi, hiç bir tarafgirliğe angaje olmamalıdır.
Madem hakikati insanlığa takdim etmek istiyoruz, öyle ise insanları karşımıza almaya sebep olan hiç bir tarafgirliğe düşmememiz gerekiyor. Ne siyasi ne dini, ne etnik ne kültürel, ne sosyal ne sınıfsal tarafgirlikte olmalıyız.
Hakikate hizmet etmek istiyorsak “müslümancılık” bile yapmamamız gerekiyor. Çünkü her yerde, her dinde, her ideolojide, her toplumda hakikatin taliplisi olabilir. Yani hakikate hizmet etmek isteyen kişi, yalnızca insan olarak farkına vardığı hakikatleri insanlığa takdim etmelidir. Bunun ötesine geçerek bir tarafgirliğe düşen kişi, bilmelidir ki elindeki hakikate artık gölge ediyordur.
Özetle bu temel noktalardan uzak düştüğümüzde hakikati tam tanımamış olanları hakikate karşı olmaya sevk edebiliriz. Böyle bir vebalin yükünü hiç kimse çekmek istemez herhalde.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.