Himmet UÇ
Haşir’de tasvir
Tasvir kişiyi olayın içine sokmak için yapılan bir sanat. İlk defa Seyyid Kutup’un “Kur’an’da Edebi Yön” diye bir kitabını okumuştum. Yıllar evvel o zaman bu kafamdan uzaklardaydım, daha sonra risalelerde tasvir sanatının ne kadar harika olduğunu gördüm. İlk defa böyle bir konuya giriyorum, tasvir olmayınca olaya soğuk giriş yapılır, Bediüzzaman tasvir ile hakikatın sıcaklığını hissettiriyor. O bir yazar, her yazar gibi kurallara uyuyor ve eserini geçerli konunun esaslarına göre kaleme alıyor.
Haşir Risalesinde tasvirlerle bizi metne daldırıyor. Mesela ikinci hakikatte “şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki en aciz en zaiften tut, ta en kaviye kadar her canlıya layık, bir rızık veriliyor. En zaif en acize en iyi rızık veriliyor.” Bunun devamında verilen örnekler daha canlı tasvir örnekleri, o sadece Allah’ın rahmet örnekleri vardır diyebilirdi, ama tasvirle gözlemle bunları anlatıyor. “Bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassatıyla süslendirip hizmetkar ederek onların latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek, hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı en tatlı balı bize yedirmek, hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eli ile bize giydirmek, hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak ne kadar cemil bir kerem, ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.”
Bunlar aşırıya gitmeyen en harika tasvirlerdir. Romantikler tasvir yapmadılar veya az yaptılar, realistler tasviri metin için gerekli saydılar. Bediüzzaman’ın üslubu realist gerçekçi bir üsluptur. İkinci hakikatte daha başka tasvirler var, arslan örneği, iktidarsız yavruların örneği buna dahil.
Hem Bediüzzaman öyle tasvir yapıyor ki hem gözlem, hem ilim hem de tasvir, eserler bir sanat mektebi. “Görmüyor musun ki insanda bütün aza, kemikler ve damarlarda hatta bedenin hüceyratında her yerinde her cüzünde faydalar ve hikmetlerin gözetilmesi hatta bazı azası bir ağacın ne kadar meyveleri varsa, o derece o uzva hikmetler ve faydalar takması gösteriyor ki…”
Dördüncü Hakikatte yine tasvir ve gözlemler var. Bu tasviri gözlemler bizi onun bolluk ve çokluk içindeki rahmetini anlatıyor, gösteriyor, çünkü tasvir anlatım sanatı olmanın yanında daha çok gösterme sanatıdır. Bunlar düşünülmüş şeylerdir, yoksa gökten zenbille inmiş gibi algılamak yanlış. Bu yüzden Nurları bir hülya gibi okuyup hiç içine girmeyen sayısız insan var, içine girmeyince de onunla meşgul olunamaz ki. Metni sadeleştiren suçlu, ya metni anlamak isteyen, o da suçlu mu?
“Dünya yüzünü bu kadar müzeyyen masnuatıyla süslendirmek, ay ile güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir sofra-i nimet ederek matumatın en güzel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçları birer kab yapmak, her mevsimde birçok defalar tecdid etmek… Hadsiz bir cud ve sahaveti gösterir.” Bak gösterir diyor, gösteriyor sonra gösterir diyor. Usta bir edebiyatçı olduğunu söylemek onu dünya edebiyatı ile kıyaslamak harikalığını göstermek neden gereksiz olsun, mukayese edilmeyen şeye insan hayran olur ama hayranlık ifade edememektir, ifade edilen hayranlık önemlidir. Bu metinlere bakıp kör, sağır gibi içine girmemek ne kadar garip.
Başka bir tasvir; “Hem dahi meşher-i sanat-ı ilahiye olan aktar-ı alem sergilerine bak, yeryüzündeki nebatat ve hayvanatın ellerinde olan ilanat-ı Rabbaniyeye dikkat et.” Bak bu büyük sanatçıya, bize ne diyor? Bak diyor, dikkat et diyor, bakmak dikkat etmek günah! Neden? Çünkü bakmayanların işine gelmiyor.
Mesela Peygamberimizi (asm) tasvir sanatı ile anlattığı bahislerdeki insanı kuşatan sıcaklığa bakın. Şu anlatıma bak, şu tasvire bak, şu zaman kullanımına bak. “Gel bu zamandan tecerrüd edip, fikren asrı saadete ve hayalen Ceziretül Arab’a gidiyoruz. Ta ki Resul-i Ekrem’i (asm) vazife başında ve ubudiyet içinde görüp ziyaret ederiz.” O kadar etkileniyorum ki kalkıp kafamı taştan taşa vurasım geliyor. Bu ne kadar onu anlatımda klasik anlatımdan farklı bir anlatım. Cümleye bakın “güya bu cezire belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder.” Bu nasıl bir namaz tarifi? İnsanın göz ve hayalini aşan bir imaj. Azametli namaz kimin namazı peygamberimizin namazı. Bütünyeryüzü arkasında. Sahneye bak nasıl bunu resme çevirebilir misin veya tiyatroya veya sinemaya? Sinema da sanat da bunu göstermeye zorlanır. Ama o ifade etmiş. Aynı metinde bu namaza salat-ı Kübra der, cemaata cemaat-ı uzma der.
Şu tasvire bakın “Bilmüşahade en gizli bir zihayatın en gizli bir arzusunu en hafi bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder.” Bunlar ruhsuz edebiyat metinlerinin yerini almalı değil mi? Medresetüz Zehra lisesi, ortaokulu nerede?
Şu peygamberi fiil anında anlatımdaki derin tasvire bakın. Bunu nasıl hayal etmiş üstadı azam. Nasıl hayal etmiş, nasıl hayal etmiş? “Acaba bütün beni ademi arkasına alıp şu arz üstünde durup, arş-ı azama müteveccihen el kaldırıp nevi beşerin hülasa-ı ubudiyetini cami hakikat-ı ubudiyet-ı Ahmediye içinde dua eden şu şeref-i nevi insan ve ferid ü kevn-i zaman olan Fahri Kainat (asm) ne istiyor dinleyelim.” Bütün insanları arkasına almış, arz üstünde durmuş arşı azama müteveccihen el kaldırmış, ne kadar görsel değil mi? Şimdi biri bunu bir resme çevirse.
Geçen gün Avrupalı bir ressamın hakkında küçük bir kitap aldım. O kadar din ile dolu ki ressam, hayret ettim. Resim çok canlı bir resim, neyi anlatıyor? Hazreti İbrahim oğlunu yere yatırmış gözlerini bağlamış, bulutlu bir gökyüzü, tam bıçağı sürecekken gökyüzünden yetişen bir melek Peygamberin eline vuruyor bıçak düşüyor yere. Peygamber meleğe baka kalıyor, ne kadar etkileyici bir resim? Yorumcu anlatırken diyor ki en gerilimli anı resmetmiş. Bak Bediüzzaman‘a en etkileyici en gerilimli anları anlatıyor, bütün insanlığı arkasına almış, arz üstünde durup ellerini gökyüzüne kaldırmış. Bu kadar görsel bir anlatım… Bizim ressamlarımız İslam tarihinin temalarını anlatmazlar. Kaselis olmak varken neden olsun, bu kaselis Üstadın tabiri. Yani yemek yenildikten sonra kalan kısmını yalamak demek, biz Avrupanın sanatını kaselisiyiz bir kelime, bir eleştiri, ne harika değil mi?
Şu cümledeki tasvirin azameti ve cümlenin bağlandığı sonuca bakın; “Evet baharımızda yeryüzünü bir mahşer eden yüzbin haşir numünelerini icad eden Kadir-i Mutlak’a Cennet‘in icadı nasıl ağır olabilir?”
Bediüzzaman çok yükseklerde düşünen bir insan. Şu düşünceye bakın. “Hiç mümkün müdür ki bütün mevcudatı güneşlerden, ağaçlardan zerrelere kadar emirber nefer hükmünde teshir ve idare eden bir haşmet-i Rububiyet.” Onun tasvirlerinin tasnifi bir kitap olacak kadar derin ve anlamlı. Hafıziyeti gösteren tasvir; “Hiç mümkün müdür ki gökte, yerde, karada, denizde, yaş-kuru, küçük-büyük, adi-ali her şeyi kemal-i intizam ve mizan içinde muhafaza edip bir türlü muhasebe içinde neticelerini eleyen bir Hafıziyet.” Bunları hıfzedip muhasebe için eleyen nasıl insanın amellerini elemez, kalitesini sorgulamaz.
İhya etmeyi tasvirlerle tarif eder. “Hiç mümkün müdür ki ölmüş kurumuş koca arzı ihya eden ve o ihya içinde her biri beşer haşri gibi acip üçyüz binden ziyade enva-ı mahlukatı haşr ve neşr edip kudretini gösteren.”
Bakın şuradaki tasviri nasıl ahirete bağlar; “İnsanı bütün mahlukat içinde kendine külli muhatap ve cami bir ayine yapıp bütün hazain-i rahmetinin müştemilatını ona tattırsın hem tattırsın hem tanıttırsın kendini bütün esmasıyla ona bildirsin onu sevsin ve sevdirsin… Sonra o biçare insanı o ebedi memleketine göndermesin? O daimi saadetgaha davet edip mesut etmesin.”
Suret‘lerde tasvirlerle doludur. Hakikatlerde tasvirlere ayrıntı girmiştir, suretlerde ise daha genel ayrıntısız tasvirler yapılır, ama tasvirler anlatılacak hakikatin ön zeminidir, onun üzerine yorumlar ve sonuçlar kurulur. “Bu gidişata icraata bak, nasıl en fakir, en zaiften tut, ta herkese mükemmel mükellef erzak veriliyor. Kimsesiz hastalara çok güzel bakılıyor.”
Dördüncü surette görsel tasvirler yapılır; “Bak had ve hesaba gelmeyen şu sergilerde olan misilsiz mücevherat şu sofralarda olan emsalsiz matumat gösteriyorlar ki…” Onun merhametini yine tasvirlerle sağlar. “Her müsibetzedenin imdadına koşturuyor. Her suale ve matluba cevap veriyor, hatta bak en edna bir hacet en edna bir raiyyetinden görse şefkatle kaza ediyor. Bir çobanın bir koyunu, bir ayağı incinse ya merhem ya baytar gönderiyor.”
Bununla kalmaz anlayışsız adamını alır onunla bir adaya götürür orada bir Yaver-i Ekremi vazife başında tasvir eder. Perdenin önündeki saltanatı perdenin arkasından tasvir eder; “İşte gel bak bu muhteşem şimendiferler, tayyareler, teçhizatlar, icraatlar gösteriyorlar ki perde arkasında pek muhteşem bir saltanat vardır hükmediyor.”
Mülkde cereyan eden olayları fotoğraf makinası kinayesi ile tasvir eder. “İşte bak her yerde her köşede müteaddid fotoğraflar kurulmuş suret alıyorlar. Bak her yerde müteaddid katipler oturmuşlar, bir şeyler yazıyorlar. Her şeyi kaydediyorlar. En ehemmiyetsiz bir hizmeti en adi bir vukuatı zapdediyorlar. Ha şu yüksek dağda padişaha mahsus bir büyük, fotoğraf kurulmuş ki bütün bu yerlerde ne cereyan eder suretini alıyorlar.”
Bütün bu tasvirler, anlatımı canlı tutmak ve okuyucuyu metne heyecanla dahil etmek için yapılıyor. Tasvir ederek anlatmak selefin yolu değil, Bediüzzaman bu konuda da yenilik yapmış yani skolastik anlatımı kırmış yenilik getirmiş.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.