Her şeyin yaradılış gayesi üçtür

Her şeyin yaradılış gayesi üçtür

Günlük Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Evet, herşeyin vücudunun müteaddit gâyeleri ve hayatının müteaddit neticeleri vardır. Ehl-i dalâletin tevehhüm ettikleri gibi, dünyaya, nefislerine bakan gâyelere münhasır değildir; tâ, abesiyet ve hikmetsizlik içine girebilsin. Belki herşeyin gâyât-ı vücudu ve netâic-i hayatı üç kısımdır:

Birincisi ve en ulvîsi Sâniine bakar ki; o şeye taktığı hârika-i san'at murassaâtını Şâhid-i Ezelînin nazarına resm-i geçit tarzında arz etmektir ki, o nazara bir ân-ı seyyâle yaşamak kâfi gelir. Belki, vücuda gelmeden, bilkuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir. İşte, serîü'z-zevâl latîf masnuâtı ve vücuda gelmeyen, yani sümbül vermeyen birer hârika-i san'at olan çekirdekler, tohumlar şu gâyeyi bitamamihâ verir. Faydasızlık ve abesiyet onlara gelmez. Demek herşey, hayatıyla, vücuduyla Sâniinin mu'cizât-ı kudretini ve âsâr-ı san'atını teşhir edip, Sultan-ı Zülcelâlin nazarına arz etmek birinci gâyesidir.

İkinci kısım gâye-i vücud ve netice-i hayat zîşuura bakar. Yani, herşey Sâni-i Zülcelâlin birer mektub-u hakâiknümâ, birer kasîde-i letâfetnümâ, birer kelime-i hikmetedâ hükmündedir ki, melâike ve cin ve hayvanın ve insanın enzârına arz eder, mütâlâaya dâvet eder. Demek, ona bakan her zîşuura ibretnümâ bir mütâlâagâhtır.

Üçüncü kısım gâye-i vücud ve netice-i hayat, o şeyin nefsine bakar ki, telezzüz ve tenezzüh ve bekâ ve rahatla yaşamak gibi cüz'î neticelerdir. Meselâ, azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın dümencilik ettiğinin gâyesi, sefine itibâriyle yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz'iyesine âit, doksan dokuzu sultana âit olduğu gibi; herşeyin nefsine ve dünyaya âit gâyesi bir ise, Sâniine âit doksan dokuzdur.

İşte bu taaddüd-ü gâyâttandır ki, birbirine zıd ve münâfi görünen hikmet ve iktisad, cûd ve sehâ ve bilhassa nihayetsiz sehâ ile sırr-ı tevfîkı şudur ki:

Birer gâye nokta-i nazarında cûd ve sehâ hükmeder; ism-i Cevâd tecellî eder. Meyveler, hubûblar, o tek gâye nokta-i nazarında bigayr-i hisâbdır; nihayetsiz cûdu gösteriyor. Fakat, umum gâyeler nokta-i nazarında, hikmet hükmeder, ism-i Hakîm tecellî eder. Bir ağacın ne kadar meyveleri var, belki her meyvenin o kadar gâyeleri vardır ki, beyân ettiğimiz üç kısma tefrik edilir. Şu umum gâyeler, nihayetsiz bir hikmeti ve iktisadı gösteriyor. Zıd gibi görünen nihayetsiz hikmet, nihayetsiz cûd ile, sehâ ile içtimâ ediyor.

Meselâ, asker ordusunun bir gâyesi temin-i âsâyiştir. Bu gâyeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek fazladır. Fakat, hıfz-ı hudud ve mücâhede-i a'dâ gibi sâir vazifeler için, bu mevcud ancak kâfi gelir, kemâl-i hikmetle muvâzenededir. İşte, hükümetin hikmeti haşmet ile içtimâ ediyor. O halde, "O askerlikte fazlalık yoktur" denilebilir. (Sözler 10. Söz Sh. 74)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
MÜTEADDİD : Pekçok. Türlü türlü, çeşitli.
GAYE : Amaç, ideâl, hedef.
EHL-İ DALÂLET : Doğru ve hak yoldan sapanlar, îmân ve İslâmdan çıkmış olanlar.
TEVEHHÜM : Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme.
MÜNHASIR : Yalnız birşeye veya kimseye âit olan, mahsus olan.
ABESİYET : Faydasız ve boş olma, lüzumsuz ve gayesiz oluş.
HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.
GAYÂT : Gayeler, amaçlar, emeller.
NETÂİC-İ HAYAT : Hayatın neticeleri.
ULVÎ : Yüce, yüksek.
SÂNİ : Herşeyi sanatla yaratan Allah.
MURASSAÂT : Murassâlar, cevher ve inci gibi değerli taşlarla süslenmiş şeyler.
ŞÂHİD-İ EZELÎ : Zaman ve mekanla sınırlı olmayıp, herşeyi gören ve bilen Cenab-ı Hak.
SEYYALE : Akıcı olan, akıp giden.
BİLKUVVE : Daha fiiliyâta geçmemiş, potansiyel halinde; fiil mertebesine varmadan, niyet olarak.
İSTİDÂT : Kabiliyet, yetenek.
SERÎÜ’Z-ZEVAL : Çabuk kaybolan
LATÎF : Güzel, hoş. Cenâb-ı Hakk'ın bir ismi.
MASNUAT : Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar.
BİTAMÂMİHÂ : Tamamen, bütünüyle.
ABESİYET : Faydasız ve boş olma, lüzumsuz ve gayesiz oluş.
MU'CİZÂT-I KUDRET : Kudret mu'cizeleri.
ÂSÂR-I SAN'AT : Sanat eserleri.
TEŞHİR : Sergileme, gösterme.
ZÎŞUUR : Akıl, şuur sâhibi.
SÂNİ-İ ZÜLCELÂL : Sonsuz büyüklük sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah.
KASÎDE : Büyük kimseleri ve herhangi birşeyi öven şiir.
LETÂFET : Güzellik, hoşluk, nezâket, hafiflik, yumuşaklık, tatlılık.
HİKMET-EDA : f. Hikmetli.
ENZÂR : Bakışlar, nazarlar.
MÜTÂLÂA : Bir işi düşünme; okuma; tetkik etme, etraflıca düşünme.
SEFİNE-İ SULTÂNİYE : Hükümdarın gemisi.
ÜCRET-İ CÜZ'İYE : Küçük ücret.
MÜNÂFİ : Zıt, ters, aykırı.
CÛD : Cömertlik. El açıklığı.
SEHA : Cömertlik, el açıklığı.
SIRR-I TEVÂFUK : Uygunluk, denklik sırrı.
CEVÂD : Nihayetsiz ihsân ve cömertlik sahibi; Allah.
HUBUB : Tohumlar, dâneler.
BİGAYR-İ HİSAB: Hesapsız, sayısız
TEFRİK : Ayırt etme, ayırma.
İÇTİMÂ : Toplantı, toplanma.
TEMİN-İ ASAYİŞ :Asayişin temini, yerine getirilmesi.
MÜCÂHEDE-İ A'DA : Düşmanlarla yapılan mücadele, mücahede, savaş.
MUVÂZENE : Ölçülülük, dengeli olma; tartma, ölçme, düşünme, karşılaştırma.
HAŞMET : Heybet, büyüklük, hiddet.