Mustafa ÖZCAN
Hilafet demokrasiye, demokrasi hilafete engel mi?
Hilafet demokrasiye, demokrasi hilafete engel mi?
Arap Baharıyla birlikte hilafetin ihyası ihtimali en azından fikri düzeyde, potansiyel anlamda canlılık veya işlerlik kazandı. Lakin bu mesele tali tartışmalara da neden oluyor. Bessam Nasır isimli es Sebil yazarı İslamcılarla laikler arasında fikir tartışmalarına işaret ettiği yazısında, bu devrede İslami kesimler arasında demokrasiden yana ağırlık koyan isimlerin öne çıktığını ifade ediyor. Bu meyanda Raşid Gannuşi, Yusuf Karadavi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın isimlerini sayıyor ve bunların demokratik tercihten yana ağırlığını koyduklarını ifade ediyor. Bununla birlikte bazı laik kalemler İslamcıların demokratik tercilerine şüphe ile yaklaşıyor ve niyetlerine gölge düşürüyorlar. Sözgelimi, Nilgün Cerrahoğlu AKP’nin kuruluş safhasında ve sonrasında Erdoğan’ın demokrasiyi bir araç olarak gördüğünü ve amacına ulaştıktan sonra kullanılmış mendil gibi çöpe atacağını ummuş veya tasavvur etmiştir. Arap dünyasında da Raşid Gannuşi ve Kardavi’nin demokratik tercihi teyit etmelerine rağmen Müslüman Kardeşlere atfen şöyle bir algı var: Demokrasi ile İslam asla bağdaşmaz, bir araya gelmez. Bu İngiliz müstemlekeler şairi Rudyard Kipling’in, ‘Doğu Doğudur; Batı Batıdır, asla bir araya gelmezler’ deyişine benzer. İslam’ın demokratik değerleri kaldırmayacağını zira İslami kesimlerin beşeri tercihleri ilahi tercihlerin karşısına oturttuğunu ve birbirine zıtlaştırdığını ileri sürüyorlar.
*
‘İlahi hak’ adına insanların tercihlerini iptal, özgürlüklerini müsadere ettikleri, iktidarı bu yolla ele geçirip ardından tekellerine aldıkları ileri sürülüyor. Aslında laik kesimlerin derdi dini ferdi alana hapsetmek ve içtimai ve siyasi alandan dışlamak ve hiçbir kademede referans sisteminin içine dahil etmemektir. 2011 Arap Baharının patlak vermesinden sonra bu şüphelere bir yenisi daha eklendi. ‘Peygamberlik yöntemi üzerine hilafetin ihyası’ hadisinin İslami kesimlerin dillerinden düşmemesi yeni bir şüphe konusu olmuştur. Buna binaen Tunus’ta Hammadi Cibali, 2011 yılında beşinci raşit halife çağına girdiklerini ve yeni halifenin ufukta göründüğünü ve belirdiğini ifade etmiştir. Besbelli ki laik kesimler hilafetin demokrasiye engel olduğunu düşünüyorlar ve bu zaviyeden İslamcıların fırsatını bulduğunda İslam birliğini ve hilafeti ihya edeceğini düşünüyorlar. Bunu, tasavvur ettikleri özgürlüklere set çekeceğini tasavvur ediyorlar.
Hilafet demokrasiye, demokrasi hilafete engel mi?
Bu sorunun cevabını isabetli olarak vermeliyiz. Halifenin yetkileri anayasal veya kanuni çerçevelidir. Hilafet sanıldığı gibi mutlakiyetçi bir rejim değildir. Abdulvahhab Hallaf gibi anayasa hukukçuları da bunu böyle görürler. Lakin Mecelle’de yerini alan beşinci maddede halifenin konumunun kanun üzerinde veya anayasa üzerinde vazedilmesi, İslam’ın değil zamanın tortularına bağlı geleneğin damgasını taşımaktadır. Hem Bediüzzaman hem de Hindistanlı meşhur düşünürlerden Ebu’l Kelam Azad da hulafa-i raşidin veya raşit halifelerin hanedan veya kral olmadıklarını belki cumhur reisi olduklarını ifade eder. Hazreti Ömer’in tercih etmiş olduğu ‘emirü’l müminin’ ifadesi de cumhur reisi ifadesine tekabül etmektedir. Hazreti Ömer sahabelere ve arkadaşlarına kendisinin halife mi yoksa kral mı olduğunu ve ikisinin arasında ne fark olduğunu sual etmiştir. Sahabeler tek bir avazdan kendisinin kral değil de halife olduğunu söylemiştir. Aradaki farkı sorması üzerine şu izahatı getirmişlerdir: Halife ölçü ile hareket eder (anayasaldır). Ölçü ile alır ölçü ile dağıtır. Kral ise keyfince hareket eder ve saltanat sürer. Keyfine göre alır keyfine göre dağıtır. Bizde de cumhuriyet idaresi olmasına rağmen hükümetlerin görevi yandaşlara ihale dağıtmak olduğu söylenmemiş midir? Burada cumhuriyet adı altında cahiliyet veya kabilecilik anlayışının mer’i olduğunu görebiliyoruz. Modern kabilecilik! Demek ki cumhuriyet idaresi altında bile bir keyfilik yaşanmaktadır.
Nitekim, Hazreti Peygamber (asm) hulafa-i raşidinden sonraki kisra ve kayzer rejimlerine dönen, özenen yönetimleri tanımlamak için ‘esre’ ifadesini kullanır. Kayırmaya açık, ahbap çavuş ilişkisi ve rejimi kuracaklarını öngörür. Krallığın karakteri keyfilik ve kendisini ve çevresini tercihtir, esredir. Adaleti değil de aile veya zümre çıkarlarını gözetir.
Bu anlamda Bediüzzaman ve Ebu’ kelam Azad gerçeğe parmak basmıştır. Bu da halifelerin bir nevi cumhur reisi olmalarıdır. Bu gerçeği meşhur Yahudi müsteşrik Vambery de teslim etmiştir. ‘Atatürk İlkeleri ve İslam’ adlı risalesinde Prof. Dr. Lütfi Ülkümen şunları yazar: "Hazreti Ebubekir, seçimle devletin başına gelmişti. Bu suretle kurulan devlet şekline ve yapısına bugünkü diliyle ‘Cumhuriyet’ denilir. Müsteşrik Vambery, bu cumhuriyetin karakterini şöyle ifade eder: 'Müslümanlık, bugün de dünyanın en demokrat olan dini, aynı zamanda kardeşlik ve eşitliği terviç ve tatbik eden bir dindir. Eğer, dünyada cumhuri bir hükümet yaşadıysa, bu hükümet, ilk dört halifenin hükümetidir’ diye yazar (*).” Görülüyor ki, kimi yerli oryantalistler veya laik isimler bile Vambery gibi müsteşriklerin bile çok gerisinde görülüyor. Onlardan bile sığ duruyorlar!
İslam dünyası tarihinde en zayıf noktasında bulunuyor. Fakat birlik olmadan bu zayıf noktasını aşması da kabil ve mümkün değil. Bu birliğin ruhu da hilafette ve ittihad-ı İslam’da atmakta ve yatmaktadır. Lakin Bizans yıkılırken meleklerin cinsiyetini tartıştığı gibi biz de ulusalcılarla İslamcılar arasında İslam demokrasi uyumunu tartışıyoruz. Bu gafletin veya azgınlığın ifadesidir.
* Atatürk İlkeleri ve İslam, Prof. Dr. Lütfi Ülkümen, ikinci baskı, Erzurum, 1974, s: 6
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.