Hulusi Abi’nin bir günü

Hulusi Ağabey Bediüzzaman’ın Barla yıllarının yaranı ve arkadaşı. Onu birinci talebe olarak  kabul eder, her konuda birinciliğini anlatır, Barla Lahikasında portresini çizer. Onun hayatıyla ilgili Elazığ’da derlediğimiz anekdotları yazdık.

Sabah namazında Yeni Cami’ye giderdi, namazdan sonra arkadaşı ile birlikte evinin önüne kadar gelinir, eğer ev müsaitse eve girilir. Hizmetle ilgili konuşulurdu. Öğlen namazından yarım saat önce yine Yeni Camii’ye gelir, etrafında toplananlara fıkıh  dersi yapardı. Kendi fukahadandı, bazen da fıkhi meseleleri müftü efendiye gönderirdi, bazen de o Hulusi ağabeye gönderirdi. Öğlen namazından sonra evine getirilirdi.

1972‘de insanların başından takke ve külahları topluyorlardı. O zaman ikindi namazına müteakip daha dikkat çekmez bir yer olarak çay bahçesinde ders yapardı. İkindi namazlarında camide namaz kıldıktan sonra camiinin yakınındaki dershanede namazdan sonra okunan aşrı şerif üzerine onun manasını açar tefsirde bulunurdu. Sonra bahsi Risale-i Nur’la bağlardı. Bazan muhibbanından Terzi Kenan’ın terzi dükkanında ders yapardı. Kesinlikle ders yapmayı terk etmezdi, günün şartlarına göre en uygun yeri düşünür ve ders yapardı.

Hem cemaati hem de halkı tatmin edecek bir misyon ile çalışırdı. Herkese hitab eden bir tutumu vardı. Fötr şapka ile derse gelen CHP’li bir avukat dershaneye gelir başındakini asar ve onun dersini dinlerdi. Herkese hitab eden bütün meslek ve meşrebleri barındıran geniş bir halka oluşturmuştu. Hakaik-i imaniyeye ihtiyacın dışında şeylere dikkat çekmez onlarla, elbiseyle, giyimle uğraşmazdı. Bazen dersler arasında İmamı Azam’dan İmamı Rabbani’den, Gazali’den konu ile ilgili sözler söyler ve bahsi umumileştirirdi.

Kışın esnaflardan müsait olanların dükkanında ders yapardı. Bazen Cabir ağabeyin Kent otelinde ders yapardı, öğlen ile kuşluk arasında. Derse Cenab-ı Peygambere okunan üç hadis ile başlardı, ya kendi okur ya da başkasına okuturdu. Yeri geldiğinde izahlarda bulunur, nurlardaki dengeyi korurdu. Kabiliyetli insanların izah yapacak yeterlilikte ise izahına katılırdı ve onların korunmasını isterdi.

İkindi sohbetleri onun hizmetinin anayasası gibi idi, hiçbir zaman fire vermez muhakkak o dersi yapardı. Hasta olduğu son dönemlerinde Pehlivan Ağabey onu iskemle ile derse taşır o dersi dinler veya zaman zaman derse şifahen katılırdı. Ders yapmak için mazeret kabul etmez, ölümden başka derse engel görmezdi. Bediüzzaman nasıl en ciddi hasta olduğu dönemlerde hep yazmış, hapislerde yazmış, esarette ders yapmış, hatta Afyon hapsinde çok ağır hasta olduğu halde dersten ve kitap yazmaktan geri durmadığı gibi o da ona ittibaen dersi hiçbir zaman terk etmezdi.

Yazları bahçe dersleri yapardı. Bahçe dersleri şöhret olmuştu, ilçelere bahçe sohbetlerine giderdi, bir kamyona doluşurlar, kamyonun önünde çocuklar “şol cennetin ırmakları, annem beni yetişdirdi” gibi benzeri ilahileri okurlar bazen onlara katılırdı. Ruhi Erkenci koroları yönetirdi. O arada da yine ders yapardı.

saidnursi_hulusiyahyagil.jpgO bir rüya adamdı, başka bir dünyaya çağırır ve insanlar onunla o dünyada mutlu ahiret diyarında gibi yaşarlardı. Her tavrı mutluluk ve saadet veridi insanlara. Hizmet ile ilgili şeylere hulus ile bağlı idi.

Biz Erzurum’da öğrenci iken Vahdet ağabey üniversiteden her gelene “niye derse adam getirmedin” diye çıkışırdı, gelmeyenlere “niye derse gelmedin” derdi. Hulusi Abi de aynı şekilde derse gelenleri tatyib eder yenilerle ilgilenir, arkadaşlara derse adam getirmelerini salık verir, gelenlerle ilgilenirdi. “Kimi getirdin kimi götürdün” diye sorardı.

Dersten sonra “aldıklarınızı alın, almadıklarınızı burada bıkarın gidin” diyerek “olumsuzlukları taşımayın” diyerek ironi yapardı. Bütün şehir, kasabalar, evler, bahçeler, dükkanlar onun ders mekanları idi. Şartı düşünmez elindeki kitap her şeyi şekillendirirdi. Teorilere insanları kurban etmezdi.

“Üstad ile tanıştıktan sonra günde üç saat uyudum” derdi, sabah namazından önce Yeni Camiiye giderdi. Pazar günleri sabah dokuzdan akşama kadar fasılasız ders yapılırdı. Pazar dersleri önemliydi onu da aksatmazdı. Misafir geldiğinde onları derse getirir yine ders yapardı. Hep nurları nazara verir cevapları onlardan verirdi.

Risalelerin satırların içine girerek okunmasını isterdi, kendi de onların arasına girerek manalarını açar ve bu şekilde yapabilecek kişilerin yapması isterdi. İzahı ancak muktedir olanlara bırakırdı. Risalelerin ve metinlerin hukukunu zayi edecek şekilde ders yapılmasını istemezdi, ona çok riayet ederdi, konuşan sadece Üstad olmalı idi, aksi halde tavır koyardı.

Abdullah Yeğin Ağabey’e sordum, onun ders konusundaki ihlasını, sadakatini anlattı: “O zamanda asker olup Nurculuk yapmak çok tehlikelidir ama o buna aldırmaz. Ta önceden Urfa’ya şube reisi olarak tayin edilmiş. Urfa’nın sıra gecelerine katılır, bir ara eline kitabı alarak dersler yapar. Bir gün Urfa’dan ayrılırken yaptığı derslerin Bediüzzaman’a ait olduğunu söyleyerek ayrılır. Üstad Urfa’ya daha orta okul çocuğu olan Ceylan Ağabey’i gönderir, polis “Ne yapıyor bu çocuk diye” onu takibe alır. Kardeşler bu küçük delikanlıya zarar gelir diye Üstad’ın onu geri çağırmasını tavsiye ederler. Üstad Hazretleri daha sonra Abdullah Ağabey’i gönderir. Zaman zaman “ben de oraya geleceğim” der ve yedi yıl sonra göçmek için oraya gelir, ahdine sadık kalır.” Bunları Abdullah Ağabey anlattı. Yüz yıl önce bir Mardinli mana insanına Bediüzzaman Urfa’da öleceğini söylemiştir.

Kırkıncı Hoca’ya sordum onunla görüşmelerini, o da çok görüştüğünü söyledi. Bunları yazalım dedim, çok iyi olur dedi. Üstadın birinci talebesine herkes ilgi gösterir. Abdullah Abi cenazesine katıldığına söyledi, “çok kalabalıktı” dedi.

Üstad’a görüşmek için gittiğinde ayrılırken Bediüzzaman ona “Kardeşim Hulusi  şemsiyen var mı?“ der. O da muşamba yağmurluğunun olduğunu söyler. Ata  bindikten sonra bardaktan boşanırcasına yağmur yağar.

Okuduklarını ayet ve hadislerle teyid ederdi. Derslerde ayetleri okutur meallerini verirdi. Kur’an ve Hadis ile nurların paralelliğine dikkat çekerdi. Yanına gelenlere “cebinizde bir şey yok mu” diye sorar, onların Nurları yanlarında taşımalarını isterdi.

Hulusi Abi’nin evleri iki katlı bir bahçeli evdir. Onun güneye bakan bir salonu vardır, özel günlerde misafirlerini orada kabul eder. Vefatından uzun süre sonra o bahçeli ev yıkılır ve yerine apartman yapılır. Hulusi Abi’nin eşyaları bir odada korunuyor. Mehmet Orakçı Ağabey de bu eşyalar ve hatıralar, evrak-ı metrukesi. Hulusi  abinin  yaşadığı zamanda evinin hemen  bitişiğinde köşede iki katı kerpiç bir binanın zemin katı dershane idi.  Evin önünde ince çıtalardan yapılan bir kapı ince çıtalardan baklava dilimli bir perde vardı, tırhıç. Bu evde dersler yapar Hulusi Abi. 
 
Hacı Şaşmaz‘ın kamyonuna binerek diğer kasabalara ve şehrin içinde yakın bölgelere gidilirdi. Otomobil yoktu. Hacı Şaşmaz bir gün bir iş yüzünden milleti götürmekten feragat eder ve işine gider yolda durduğunda sırtının iki kürek kemiğinin ortasına bir taş gelir ifhalı kesilir sonra anlar tokadın nedenini.

Hulusi  Abi Tabur İmamı Osman Bedrettin hazretlerinin yanında yatıyor. Onun sadık bendelerinden Solmaz ağabey vefat eder. O civarda mezar yeri bulmak zor idi, o Solmaz Ağabey vefatından sonra onun ayak ucuna  defnedilir. Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, sadakatinin bedeli dostunun yanına defnedilir. Osman Bedrettin Efendi ve Hulusi Abi Elazığ’ın ondokuzuncu yüzyıldaki iki önemli manevi otoritesi. İkisi yan yana Elazığ’ı koruyorlar.

Onun risale okumalarına ve hassasiyetine bizi de dahil etmesi için Rabbimizden niyaz edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum