Hülya YAKUT
Nerden Nereye
Nedendir bilinmez, artık yüreğim Zafer Akgül bey kardeşimin anlattığı yaşanmışlıkları kaldırmıyor.
Bizim jenerasyonun safiliği mi dokunuyor nedir?
Ama yine de okuyor ve gizli gizli keyf bile alıyorum.
Hani yaz yağmurunda ıslak kediye dönüşüp, sonrasında gözüken gökkuşağının altında yürümek gibi bir şey herhalde.
Sebat ve istikrar hayatın her anında ve ömrümüzün her deminde olmalı gerçeğini geç öğrenmek ise ayrı bir deneyim olsa gerek.
Çeviri yapacak kadar iyi İngilizcem vardı. Seçmeli dersim de Almancaydı. Marif Kolejinde okuduğum yıllarda yakın çevrem ve ailem öngörüde bulunup, bu konuda beni motive etseydi belki daha farklı tercihler yapıp, üniversite eğitimime dil üzerinden devam edebilirdim.
Girizgah anlaşılmaz oldu biliyorum. Ama bunun müsebbibi Zafer bey sizsiniz. Bilesiniz.
Sayısal derslerle başım hiç hoş olmasa da, hatta beden eğitimi dersinden ikmale kalan tek öğrenci olsam da… (Sebebi ayrı bir yazı konusu olabilir.)
Ki… Hoca tahtada tanjant ko-tanjant, trigonometri anlatırken ben gizli gizli okul yıllığı metinlerini yazardım.
Neyse efendim.
İşte o gazete ve dergilere çeviriler yapıp durduğum yıllardan sonra, ruhumda makas değişikliği yapmaya karar verdim.
Kendimi başka meşguliyetler içerisinde bulunca, dikiş nakış kurslarına gitmeye başladım. Ama İstiklal Marşı okunurken başörtülüyüz diye okul bahçesinin dışına atılınca, yabancı dilden de, dikiş nakıştan da soğudum gitti.
“Amaaann” dedim kendi kendime. “Bu yaştan sonra ne yapacağım yabancı dili? Bak başın kapalı diye seni bayrak törenlerine bile almıyorlar. Git evine. Çocuk büyüt. Pasta börek yap. Tak takıştır, altın günlerine katıl” diyerek bırakın yabancı dilleri geliştirmeyi, unuttum gitti.
Ha… Allah için eşimin hakkını yemiyeyim. Bu konuda beni çok destekledi. Yarım kalan üniversite eğitimimi tamamlamam için çok çaba sarf etti ama bir kez kırılmış, ümitsizlik ve yılgınlık bayrağını göndere çekmiştim artık.
Vakta ki, rahmetli Mehmed Fırıncı abiyle Almanya seyahatimiz oldu. Orada “guten tag” dışında kelam edemedim, içim hafiften cızladı. Akabinde, çocuklarımın üçü de eğitim için peş peşe Amerika’ya gitti, biz de onları ziyarete gittik, dil ihtiyacı ve eksikliği derin bir “tüh” çektirdi çektirmesine de, “bir daha mı gelecem buralara?” deyip teselli buldum.
Ama yoook. İlla bu meyusiyet ve yenilgiyi peşin peşin kabulün kefaretini ödeyeceğim ya…
Bir baktım küçük oğlum Amerikalı biriyle evleniyor.
Hayy Allah.
Kız müslüman da değil.
İş başa düştü mü?
Tebliğ hizmeti seller sular gibi yabancı dil bilmeyi gerektirdi mi…
Hooop başa döndük iyi mi.
Kırk yıl öncesine yani.
It’s a pencıl ile başlayıp, Mr. and Mrs. Brown drinking tea’ye kadar gitmek zorunda kaldım.
Boş da veremiyorum.
Gelin hanım İslamiyeti merak ediyor. İnanılmaz bir açlıkla akla hayale gelmeyen sorular soruyor. Sayesinde bilmediğim çok şeyi onun vesilesiyle öğrendiğimi buradan itiraf etmek nefsime ağır gelse de böyle bir durum da yaşamadık değil.
Öte yandan; geleneksel kayınvalidelik de yapmam gerek düşüncesi aklımın bir köşesinde mızıklayıp duruyor.
“Gelin hanım bir çay koy” demem gerek mesela.
Ya da, “patlıcan musakkanın tarifini” öğretmek lazım değil mi ama.
Bilgi dağarcığını devamlı dolu tutmak gerekiyormuş meğerse.
Annem, “kızım yaptığınız bana, öğrendiğiniz size” diyerek bize ev işi yaptırırdı da niye “yabancı dili boş verme” demezdi acaba?
Ah! Zafer Akgül ah.
Yazın nerelere aldı götürdü beni.
İnat… Sabır… Zafer… yazı dizisinin son bölümünü okuyunca aklıma gelenleri döküverdim işte.
Risale Haber yazarlarını ufkumuz bilgimiz gelişsin diye okuyor olmanın dışında, bir de yazı tarzı ve üslup değişikliğine vesile olacağı hiç aklıma gelmezdi.
Dahli olan yazarımıza da buradan selam olsun.
Aman ebeveynler de çocuklarını kendi istekleri doğrultusunda değil, onların kabiliyetleri yönünde desteklesinler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.