ÇOCUKLAR İÇİN MESNEVÎ-İ NURİYE
Turan amca Alperen Kayra'nın resimlerini nasıl tanıdı?
Bu defa 'Merhaba' değil 'Selamün aleyküm' arkadaşlar. Hep 'Merhaba' dememe alıştınız. Sizi birazcık şaşırtayım. Kankanız Cikcik bu defa size 'Selamün aleyküm' diyor. Peki ben 'Selamün aleyküm' deyince sizin ne demeniz lazım? Evet. Maşaallah. Doğru bildiniz. Sizin de 'Aleyküm selam' demeniz gerekiyor. Çünkü Allah'ın selamı cevapsız bırakılmaz. Hatta mümkünse daha güzeliyle karşılanır. Mesela: Salih Kayracığımın abisi Talha Enes eve geldiğinde hep selam verir. Ben de onun selamını şöyle alırım: "Ve aleyküm selam ve rahmetullah ve bereketuhu..." Yani o bana 'selamet' dilemiş olur. Ben de ona hem 'selamet' hem 'rahmet' hem 'bereket' dilerim.
Böyle dualaşmak çok güzel değil mi? Arkadaşlar hep birbirlerine böyle dua etseler dünyada kötülük kalmaz. Hayat çok güzel olur. Aaa, bir saniye, belki de siz 'selamet' ne demek bilmiyordunuz? Ben de açıklamaya gerek duymadım. Unuttum. Hemen açıklayayım: Selamet kelmesi barış, huzur, mutluluk vs. birçok güzel anlama geliyor. Rahmet ve bereket kelimeleri de öyle. Onları zaten ailelerinizden işitmişsinizdir. Doğrusu ben İslam'a bayılıyorum. Sizin gibi insan olmasam da Peygamber Efendimize çok salavat getiriyorum. Ne de olsa o sadece insanların peygamberi değil. Bizim de peygamberimiz sayılır. Onun gelişiyle bizim varlığımız bile anlam kazandı. İnsanlar bize güzel davranıyorsa, Salih Kayra isminde güpgüzel bir sahibim varsa mesela, bu yine Onun sayesinde.
'Salih Kayra' dedim, söylemeyi unuttum, şuan çok meşgul kendileri. Yusuf Ayaz abisi ona bir hediye getirdi. 'Abisi' diyorum ama aslında kuzenler. Hani bir önceki maceramızda bir Yüsra Zara vardı ya. İşte, Yusuf Ayaz, o Yüsra Zara'nın abisi. Fakat, Salih Kayra o kadar seviyor ki, Talha Enes'le birlikte onu da kendi abisi olarak görüyor. Yani artık iki tane abisi var. Birisi öz abisi Talha Enes, diğeri de kuzeni Yusuf Ayaz. İşte bu Yusuf Ayaz'ın hediyesi bir kitap. Kitap ama öyle bildiğiniz kitaplardan değil. Çok cicili bicili birşey. Enjderhaları anlatıyor. Zaten Salih Kayra da böyle konulara meraklıdır. Gerçi bir numaralı merak konusu 'uzay'dır. Fakat ejderhalarla da ilgileniyor elbette.
Dün getirdiler kitabı. Bugün bütün gün kafasını kitaptan çıkarmadı. Sağa uçuyorum, yok. Sola uçuyorum, yok. Mutfağa uçuyorum, yok. Talha Enes'in odasına uçuyorum, yok. Salih Kayra benimle hiç ilgilenmiyor. Bütün dikkati ejderhalarda. Ne var bu kadar onlarla ilgilenecek? Uçuyorlar diye mi? Bak ben de uçuyorum. 'Pııırrrr!' diye bir kafesimin olduğu odaya geçiyorum, bir salona geliyorum; bir masaya konuyorum, bir omuza çıkıyorum. Ejderhalar böyle şeyler yapabilir miymiş? Ama gel de Salih Kayra'ya anlat bunları. Gözü başkasını görmüyor ki hiç.
En son dayanamadım. "Yeter!" dedim artık. Yanındaki sandalyenin üstüne konup cikcikledim:
- Salih Kayraaa!
- (...)
- Salih Kaayraa diyoruum! Benim cikciklerim kulağına gelmiyor mu? Yoksa kafanı gagalama mı istersin?
- (...)
- Benden günah gitti.
- Aaah! Cikcik ne yapıyorsun? Kafam acıdı yahu.
- Ama sen kaşındın. Kaç dakikadır sesleniyorum. Hiç duymuyorsun. İş gagaya düştü mecburen.
- Duymamışım. Kusura bakma. Söyle bakalım derdini.
- Derdim şu küçük bey: Bu kitap eve geldiğinden beri beni unuttun. Hiç benimle oynamıyorsun. Eğer eve ejderha almayacaksan kankana yanlış yapmamanı öneririm.
- Aaa! Cikcik! Ejderhaları mı kıskandın yoksa?
- Evet. Kıskandım. Sen sevdiklerini kıskanmıyor musun? Ben de seni kıskandım işte. O kadar ejderhaların üzerine düşersen ben de senin kafanı gagalarım böyle.
- Fakat yanlış anladın. Ben aslında ejderhalara bakmıyordum ki. Dikkatim başka şeyde.
- Yaaa? Nerede? Söyle bakalım.
- Geçenlerde Ahmed amcam Bediüzzaman Dede'nin bir cümlesini okudu bana. Onu bu kitap üzerinde deniyorum. Bakalım ben de başarabilecek miyim?
- Neymiş o cümle?
- Şöyle birşeydi: "Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delâlet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delâlet eder ve nakkaşını târif eder."
- Devamı nasıldı?
- Şöyleydi galiba: "Kezalik, kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan herbir kelime, kendi miktarınca kendini gösterirse de, pek çok cihetlerden münferiden ve müçtemian Sâniini gösterir, esmâsını izhar eder."
- Ooo! Gerçekten bu cümleleri anlayabildin mi? İçlerinde bilmediğin birçok kelime olmalı. Bazılarını ben de bilmiyorum mesela.
- Ahmed amcam biraz anlatmıştı. Ama ben bu kitaptaki harflere bakıyorum bakıyorum da yine de yazarını nasıl tanıyacağımı bulamıyorum. Tanısaydım ondan yeni kitaplar da isteyebilirdim. Belki başkaları da vardır ha?
- Akıllım, istersen ben sana yardımcı olabilirim.
- Sahi mi? Nasıl? Olabilirsen gerçekten çok sevinirim.
- Elbette olabilirim. Sen şu Cikcik'in kafasının küçüklüğüne bakma. İçinde süper bir zeka var. İstersen bir hikâye ile açıklayabilirim:
- Yeeehuuu! Bayırım hikâyeye. Hadi başla hemen.
- Tamam. 'Bismillah' diyelim önce. Çünkü 'Bismillah' her güzel şeyin başıdır.
- Bismillah.
- Bismillah. Başlıyoruz: Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellak iken eski hamam içinde... Salih Kayra isminde bir çocuk yaşarmış. Salih Kayra resim yapmaya bayılırmış. Çeşit çeşit boya kalemleri her zaman yanında hazır bulunurmuş. O yüzden Türkmen halası da doğum gününde Salih Kayra'ya kocaman bir resim defteri hediye etmiş. Salih Kayra bu resim defterini çok beğenmiş. Fakat tek başına bitirmeye gönlü elvermemiş. O yüzden evde bir yarışma düzenlemeyi planlamış. Yarışmanın adı: "En Güzel Resmi Kim Yapacak?" imiş.
Yarışmanın düzenleneceği gün Salih Kayra tüm kuzenlerini evine davet etmiş.
Korhan amcasıyla Pınar halasının çocukları Yusuf Ayaz ve Yüsra Zara, sonra Metin amcasının ve Merve yengesinin çocukları Eymen Bora ve Eylül Ecrin, hatta Salih amcasıyla Sümeyye yengesinin daha çok küçük olan çocukları tombiş Alperen Kayra dahi gelmişler. Salih Kayra yarışmanın kurallarını açıklamış: Herbiri bir kuş resmi çizecekmiş. Kuş resmini en güzel çizen yarışmayı kazanacakmış. Ve yarışma başlamış. Herkes elinden gelen hüneri ortaya koymuş. Resimler tamamlanmış. Kimin en güzel çizdiğine de Turan amcaları karar verecekmiş. Fakat o da ne? Eyvah. Tüh, tüh, tüh. İsimlerini yazmayı unutmuşlar. Yani hangi resmin kime ait olduğu belli değilmiş.
Ancak Turan amcaları demiş ki:
- Resimlerden hangisinin kime ait olduğunu bilmek benim için çok kolay. Siz hiç merak etmeyin.
Salih Kayra şaşırmış:
- Bunu nasıl bilebilirsin ki Turan amca?
- Bilebilirim, çünkü her ressam özelliklerini resimlerinin üzerine işler. Yani bir resme dikkatle baktığınız zaman onun ressamının kim olduğunu anlayabilirsiniz. Mesela: Şu karmakarışık çizgilerin sahibinin Alperen Kayra olduğu çok açık. Çünkü o çok küçük. Bir kuş nasıl çizilir bilemiyor. O yüzden gelişigüzel karalamış. O resme baktığım anda ressamının küçüklüğünü anlayabilirim. Evet. Diğer resimlerde de yaşınızın, yeteneklerinizin, hatta 'sevdiğiniz kuşların' izleri var. Eymen Bora'nın en sevdiği kuşun kartal olduğunu biliyorum mesela. Çünkü o da benim gibi Beşiktaşlı. Siyah-beyaz kartalı çizen Eymen Bora olmalı. Şu kanaryayı da çizen Yusuf Ayaz olabilir. Çünkü o da Fenerbahçeli. Ve şu Cikcik'e benzeyen güzel muhabbet kuşunu çizen de sen olmalısın Salih Kayra.
Daha bunun gibi şeyler anlatarak Turan amcaları resimlerin kimlere ait olduğunu bilmiş. Hepsine de çeşitli özellikleri üzerinden puan vermiş. Kanada ayrı puan, gagaya ayrı puan, renklere ayrı puan, pençelere ayrı puan... Puanları toplayınca bir de ne görsünler! Hepsininki eşit. Niye böyle olduğunu sorduklarında şöyle cevap vermiş:
- Herbiriniz kendiniz olmakta eşsizsiniz. Birbirinizle yarışmanıza gerek yok. Salih Kayra 'Salih Kayra' olarak Allah'ın çok güzel bir eseri. Ondan bir tane daha yok. Eylül Ecrin 'Eylül Ecrin' olarak Allah'ın pek narin bir sanatı. Ondan bir tane daha yok. Seni 'Salih Kayra' olmakta, Yüsra Zara'yı 'Yüsra Zara' olmakta, Eylül Ecrin'i 'Eylül Ecrin' olmakta kimse geçemez. O yüzden resimlerinize puanları eşit oranlarda verdim. Hepiniz benim için birincisiniz.
Salih Kayra'nın kafası karışmıştı:
- Peki bu hikâyeden almam gereken ders ne?
- Alman gereken ders şu: Hikâyede Turan amcanın öğrettiği şekilde bakarsan her harfte onu yazanın izlerini görebilirsin. Mesela: Bu kitaptaki harfler bize neler söylüyor? 1) Bu kitabı yazan Türkçeyi biliyormuş. 2) Okuma-yazma da biliyormuş. 3) Ejderhalar hakkında bilgiliymiş. 4) Çocuklara nasıl anlatılacağını biliyormuş. 5) Elbette 'bir kitap yazacak kadar' akıl sahibiymiş. 6) Hem de tarihe pek meraklıymış... vesaire. Eğer yazarını tanımaya çalışarak incelersen yazdıklarından onu anlatan çok işaretler bulabilirsin. Hatta bu işlerle ilgilenen bilimadamları dahi var. Bulunan yazıtları inceleyerek hangi zamanda, hangi ülkede, kim tarafından, niçin yazıldığını falan anlayabiliyorlar.
- Vay be! Demek öyle ha! Hımm. Şimdi anlamaya başladım. Alperen Kayra'nın resmi nasıl onu çizenin 'Alperen Kayra' olduğunu söylüyorsa kainattaki herşey de kendisini yaratanın Allah olduğunu söylüyor öyleyse?
- Evet. Tam isabet. Çünkü onların yokluktan varlığa çıkabilmesi için de bir Allah gerekiyor. Nasıl Salih Kayra'nın resmini Alperen Kayra'ya veremiyoruz, "Bunu Salih Kayra çizmiştir, Alperen Kayra bunu başaramaz!" diyoruz, işte aynen öyle de, kainatta yaratılan herşey de arkasındaki yaratıcının 'Allah' olduğunu söylüyor. İnek ot yiyor ama bal gibi süt yapıyor. Bakıyoruz. İnekte bu kimya bilgisi yok. O zaman sütü yaratanın inek değil Allah olduğunu kavrıyoruz. Çünkü onun durumu da güzel bir resmin başında bulduğumuz Alperen Kayra'ya benziyor. Sadece başında duruyor diye o resmin çizeni Alperen Kayra olamaz. Resmi çizmek başka hünerler de ister.
- Alperen Kayra onu ineğe benzettiğini duyarsa senin tüylerini yolabilir.
- O bacaksız hele bir yürümeyi öğrensin önce.
- Haklısın Cikcik. Onun yürümeyi öğrenmesi gerek. Benim de daha güzel resimler çizmeyi. Yusuf Ayaz abim de benden güzel resimler çiziyor. Fakat hepimiz en sonunda Allah'ın yarattığı şeyleri taklit etmeye çalışıyoruz. Demek ki resim konusunda da asıl puanlar hep Allah'a gitmek zorunda. Bizim yaptıklarımız birşey değil. Puanların ona gittiğini ifade etmek için de her zaman 'Elhamdülillah' diyoruz. Yani "Övülecek ne varsa övgüsü O'na aittir."
- Aferin, evet, el-Musavvir olan Allah'tır. Kainatta gördüğümüz her güzelliği resmeden aslında Allah'tır. Baksana beni, seni, Yüsra Zara'yı, Eylül Ecrin'i, hepimizi ne güzel yaratmış. Bize bakılınca da yazanın kim olduğu anlaşılır. Ama tabii 'görmek isteyen' görebilir bunu. İstemeyene göstermek çok zordur. Madem dersini aldın. O halde Bediüzzaman Dede'nin cümlelerini tekrar edip maceramızı bitirelim. Çünkü daha kovalamaca oynayacağız.
"Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delâlet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delâlet eder ve nakkaşını târif eder. Kezalik, kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan herbir kelime, kendi miktarınca kendini gösterirse de, pek çok cihetlerden münferiden ve müçtemian Sâniini gösterir, esmâsını izhar eder."
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.