Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Bir Ada Hikâyesi!

Medresenin sırtını dayadığı, kuzeybatısına düşen yüksek tepeye çıktığı bir gün Akdamar Adası'na gitmeyi aklına koydu. İnsanoğlunun adadaki bin yılı bulan eski macerasından haber veren kilisenin karaltısı mıknatıs gibi kendisini çekiyordu. Ancak adaya nasıl gidebileceğini bilmiyordu. Gerçi yüzerek de gidebileceğini düşünüyordu ama Nurs deresinde öğrendiği yüzmenin bu koca denizde ne kadar işe yarayacağından emin değildi.

Akşam düşüncesini Molla Muhammed'e açtığında kendisini çok eski bir dost, bir arkadaş, bir ağabey gibi sevmekte olan medrese gözdesi, "Birlikte gideriz!" dedi.

Said, her zamanki gibi aceleci ve sabırsızdı. Aklına koyduğunu, yapılması gerekeni hemen yapmak istiyordu.

"Ne zaman?" diye sordu.

Eğilip bükülmemeye, şekil almamaya ahdetmiş gibi her zaman dimdik duran saçlarını parmaklarıyla tarayan Molla Muhammed, gür kaşlarının altından bakan iri gözleriyle Said'in sabırsızlığına gülümseyerek, "Hocadan izin alabilirsek sabah gideriz!" dedi.

Yaşlı hocadan iznin çıkması kolay olmuştu. Geldiği günden beri yakın takibe aldığı Nurslu talebenin fıtratını erken çözmüş, zekâsının keskinliğini bir iki yoklama ile hemen farketmişti. Molla Muhammed'i bir gölge gibi kendisinin takibine memur eden, yardımcı veren de o idi ama Said, kendisinden habersiz bu olup bitenleri bilmiyordu.

Akdamar adasına doğru yol alan derme çatma teknede sekiz-on kişiydiler. Tekne sahibi ile yardımcısının yanı sıra altı maceraperest daha vardı; ikisi yerli Ermeni, gerisi ecnebi gezgincilerdi.

Kayıkçı aynı zamanda bir nevi rehberlik de yaptığından yolcularını memnun etmek için bütün bildiklerini bir vak'anüvis disiplini içinde anlatıyordu. Önceleri etrafı seyretmekle oyalanan Said, bir ara kayıkçının anlattıklarına daldı:

"Akdamar Adası'nın ismine dair anlatılan bir efsane var! Efsane diyorum, çünkü gerçek olup olmadığını kimse bilmiyor. Rivayete göre, ada baş keşişinin güzelliği dillere destan Tamara isminde genç bir kızı varmış. Çevre köylerin birinde de levend mi levend genç bir çoban yaşarmış.

"Kızın şöhretini işitmiş olmanın merakı ile adaya yakın göl kıyısını sürüsüne adeta mesken edinen çoban, nihayet bir gün keşişin kızıyla karşılaşır ve birbirilerine sırılsıklam âşık olurlar. Aşk ateşinin kalblerini kora çevirdiği gençleri, gölün derin ve soğuk suları ayırır ama bu mâni çobanı yıldırmaya yetmez.

"Akşamın karanlığı bastırdığında kendisini serin sulara bırakıp bir balık kıvraklığıyla adanın kuytu bir kıyısına yanaşır. Kıyıda elindeki fener ve çobanın giyeceği elbiselerle Tamara kendisini beklemektedir. Neredeyse bütün bir yaz ve güz mevsimi gecelerini adanın kuytu bir köşesinde buluşarak geçirirler.

"Nihayet sonbaharın serin günleri de bitip yerini fırtınalı günlere bırakır. Bırakır bırakmasına da, genç aşıklar ne soğuk dinliyor, ne fırtına. Çoban sıcak bir havuza atlar gibi gölün soğuk sularına atladığı gibi her gece soluğu Tamara'nın elinde fenerle beklediği kuytulukta alıyor.

"Olup bitenlerden haberdar olan keşiş, kızını bir meşguliyetle oyaladığı fırtınalı bir gecede feneri aldığı gibi adanın sarp kıyısına iner. Çobanı yormak için durmadan yer değiştirir. Bir müddet sonra takati kesilen çoban, suya gömülmeden önce son bir defa yerinde durmayan fenere bakıp ümidsizce, 'Ah Tamara!" diye bağırır ve gecenin karanlığında suda kaybolur.

"O anda çobanın sesini işiten Tamara da koşup suya atlar. İyi bir yüzücü olmasına rağmen yüzmez, o da sulara gömülüp boğulur. Adanın isminin çobanın son çığlığı olan 'Ah Tamara'nın zamanla değişerek Akdamar şeklini almasının eseri olduğu söylenir."

Kayıkçı, seçilmiş kelimelerden, doğru kurulmuş cümlelerden ezberlenmiş bir metni kaçıncı defa tekrarlar gibi Tamara'nın hikâyesini anlatırken, Said'in aklına çoktan unuttuğu Ermeni Kızı geldi. Matmanis'in dar toprak yolunda bir anda karşılaştığı kızın bakışlarından koruyamadığı nazarının zihnine yüklediği gözlerindeki yabanî yıkıcılığa mâni olmak ister gibi sağ elini sertçe salladı.

"İnsan!" dedi yanı başındaki Molla Muhammed. "Her yerde, her zaman insan işte. İster Ermeni olsun ister Müslüman, benzer şeyleri hissediyor, benzer şeyleri yaşıyor! Acıları da sevinçleri de benzer..."

"Çok çekici!" dedi Said.

Söyledikleri ile münasebet kuramayan Molla Muhammed, "Anlamadım!" dedi.

"Ada, dedim. Çok çekici görünüyor, tam bana göre!"

(Kutub Yıldızı romanından)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum