Dr. M. Rıza DERİNDAĞ

Dr. M. Rıza DERİNDAĞ

Hüsnü Bayram Ağabey ile Avustralya Günlerimiz-3

Üstadımızın Mutlak Vekili, hem evlad-ı manevisi ve hem şimdi bütün Nur meşreb ve meslekleri için bir nokta-i istikamet Hüsnü Bayram Ağabey ile Avustralya’ya yaptığımız hizmet ziyaretinde zaman zaman anlattığı mühim hususlar, dersler ve hatıraları yazmaya devam ediyorum. Okuyucularımızdan ve bu hatıratı nakleden Hüsnü Ağabeyden haklarını helal etmelerini isteyerek başlayayım. Zira bir çok hatıratı aynı anda kaleme almak yahut kaydetmek mümkün olmadı gerçi neredeyse tüm seyahat videoya alındı fakat şimdi o videoların tashihi ve oralardan yazı çıkartmak hayli zaman alacağından aklıma gelenleri aktarmaya çalışıyorum. Hatırat nakledilirken elimden geldiği kadar aynen ifade edildiği gibi nakletmeye çalışsamda kulum kusurum. Hatalı ve eksik görünen noktalar olursa istirham ederim bana ulaştırın.

Nurların Sadeleştirilmesine Dair

Hüsnü Ağabey daha evvel de bu sütunda naklettiğim hatırayı Avustralya’da bulunduğumuz süre içerisinde bir kaç defa nakletti.

"1956’dan sonra matbalarda Nurlar basılmaya başlamıştı. Ankara’da Hukuk Talebesi Atıf Ural, yine bir hukuk fakultesi talebesi olan Mustafa Türkmenoğlu ve Tillolu Said Özdemir abiler Ankara’da neşriyatı takip ediyordu. Üstadımız o günlerde forma forma Nurlar geldikçe çok sevinçli bir hal alır ve bir mecmua bitipte kendisine getirildiğinde "bugün Nurun bayramıdır, şu da bitsin ben gideceğim" (Sözler bittiğinde Mektubat bitsin ben gideceğim diye ifade edermiş) dermiş. 

Hüsnü Ağabey bu arada şu mühim hususu anlattı: Menderes’e resmen Nurların basılması için müracaat edilmişti. "Buna şimdilik resmi olarak müsade edemeyiz, fakat siz hususi olarak basın" diye gayriresmi bir izin alınmıştı. Bu arada ise Üstadımız Eskişehir’e, Emirdağ’a, Konya’ya ve Ankara’ya gitmişti. Üstadımız "kardeşlerim nazarlar bizde olsun matbalarda olmasın, bizimle meşgul olsunlar" buyururdu.

Bir zaman –Emirdağ'da bir mektupta da bir parça ifade edilen- Üstadımız sabah, "kardeşlerim ihtar var" dedi. Ben dedi düşünürdüm, bizler devri sabıkta, istibdat ve zulüm devrinde (Halk Partisi ve 25 senelik idareyi kasdederek) 3 mahkeme geçirdik. Eskişehir, Denizli ve Afyon Mahkemeleri. Bu muhakemeler kaziyeyi muhakeme halini alan kararlarla neticelenmişken bu Demokratlar devrinde 200 mahkeme başımıza açıldı. (Hüsnü Ağabey burada kendisi diyor benim anladığım mütefavit İslami Cemaat ve Cemiyetleri de kastederek böyle söyledi Üstadımız.) Neden Süfyaniyetin en dehşetli zamanında bu kadar mahkeme ile kalırken bu demokratlar zamanında böyle bir hal vukua geldi. İhtar edildi ki, Alem-i İslam Risale-i Nurla alakadardır. "Eğer bu adamlar bize bu zulmü yapmasalardı islam alemi diyecekti ki Said ve Talebeleri küfrü mutlak rejimine taraftar olmuşlar, yahut rüşvet vermişler ki artık onlara ilişilmiyor." İşte bu hikmete mebni demokratlar devrinde devri sabıktan daha ziyade zulme maruz kalmışlardır Nur talebeleri.

Hüsnü Bayram Abi bunları naklettikten sonra Atıf abi ile yaşadıkları hatırayı şöyle nakletiler;

"Böyle bir mecmua basılmış ve Atıf Ağabey, çok muhlis ve çok kahraman bir Nur Talebesiydi -Üstadımızın ziyaretine gelmişti. Üstadımıza "Üstadım siz bizlere müsade ettiniz bu eserleri basıyoruz. Neşrediyoruz. Biz şimdi sizden bir şey istemeye geldik." Üstadımız "buyurun" der, Atıf Ağabey cevaben, "Üstadım genç nesil bu eserlerden istifade etmelidir. İmanlarını kurtarmalıdırlar. Fakat Nurlarda bazen geçen kelimelerin manalarını bilmezler. Bize izin verirseniz mecmuaların alt kısımlarına ve yanlarına o kelimelerin manalarını yazacağımız bir lugatçe hazırlayalım" demiş. Üstadımız Atıf Ağabeyi dinledikten sonra, "olur kardeşim" dedi. (Yine bu olur kelimesinin anlaşılması için Hüsnü Abi diyor ki, yani Üstadımız Atıf Ağabeyin anlattığı hikmetlere "olur" diyor, yani hakikaten Nurlarda geçen bazı kelimelere yeni nesil muttali olmayabilir doğrudur gibi bir mana.) Ardından, "Fakat Nurlarda gayet ulvi marifet ve yüksek tefekkür-ü imani olduğundan, bu lugat ise okuyanın zihnini o tefekkürden alıp dağıtacağından ben müsade edemiyorum" beyan buyurdular. Atıf Ağabeyler de bu meseleden vazgeçtiler.

Hüsnü Ağabeye, "daha evvelden Asay-ı Musa ahirlerine izin vermiş Üstadımız lugat için" diye ifade edince Hüsnü Ağabey; "kardeşim bir defaya mahsus böyle bir izin oldu ve fakat sonra Üstadımız onu da kaldırdılar ve bir daha basılmadı" dedi. Aynen Ahmed Feyzi Ağabeyin Maidetu’l Kur’an isimli eseri de Sikke-i Tasdik-i Gaybinin ahirindeydi ve Üstadımız bir defa neşrine izin vermiş sonra bir daha neşredilmemişti. Hüsnü Ağabeyi bu noktaları teyid eden bir paragrafı Barla Lahikasından şöylece okuyordu;

‘’Sözler ile kuvvet-üz zahr olduğunuz mü'minler, bataklıktan çıkardığınız mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iade-i şuur ettirdiğiniz divaneler, şu zamanda Kur'an'dan daha iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakikaten müştak insanlar, ilzam ettiğiniz münafıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız şeytanları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasibi olan anladı, kalbi bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakiyatın sırrı, acz yolunun rehberi olan Kur'an'ın ve Nurların dellâlının gösterdiği hakikî acze karşı Hâlık'ın ihsanındadır.

وَلاَرَطْبٍوَلاَيَابِسٍاِلاَّفِىكِتَابٍمُبِينٍ

âyet-i celilesine istinaden her ne matlubunuz varsa Kur'an'dadır. Buna muvaffak olmak için; Nurlarla alâkadar olmak, Kur'an'a hâdim olmak, Allah'a karşı haddini ve acz-i tam içinde bulunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye mütemadiyen mü'minleri bu kestirme, selâmetli ve saadetli yola çağıran Üstadımızdan Allah-u Zülcelal Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün muradlarını hasıl etsin. Ümmet-i Muhammed'e bağışlasın. Âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.

Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş, mâşâallah, mâşâallah. Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünki edebiyat satılmıyor, Kur'an'dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu Sözler'i okuduğum zaman, Üstadımı temsil eder bir hâl alıyorum. Tabiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum.’’

Yine bir vakit bir doktor Nurlardan da istifade ederek bir kitap neşretmiş, bazı yerlerine Nurlardan da metinler koymuş ve kendisi de bir parça izahatta bulunmuş, bu eseri de Üstadımıza göndermişti. Üstadımız "Hüsnü git beyaz kağıt, makas ve zamk getir" demiş. Sonra birer birer Nurların haricindeki kısımları beyaz kağıtlarla yapıştırmış. Sadece Nurlardaki kısımlar kalmış. "Hüsnü söyle böyle neşredebilir" buyurmuşlar.

Üstadımızın Nezaketi

Hüsnü Ağabey ile vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Gün içerisinde uzun namaz dersleri, sabah dersleri, esnafları ziyaret, camileri ziyaret ve akşamları uzun imani bahislerin akabinde sorulan suallere verilen cevaplar... Hüsnü Ağabey Üstadına ittibaen evrad ve zikirde çok hassas. Geç vakitlere kadar sohbet devam etse de muhakkak teheccüde kalkıyor ve eğer evradı sabah namazına kadar bitmemişse muhakkak istirahatten evvel bitiriyor evradını. Bir akşam gece dersinden sonra Hüsnü Ağabey odasına çekilmiş bizler ise işittiğimiz hatıraları ve okunan dersleri seslice müzakere ediyorduk. Hüsnü Ağabey kapıyı açtı ve bir gün dedi, "ben Üstadımızın kapısının dibinde yatıyordum. Baktım ayak sesi geliyor, fakat belli ki Mübarek Üstadımız ayak parmaklarının ucunda yürüyor. Kapıyı yavaşça açtı ve parmaklarını ağzına götürerek sessiz olmamı söyledi. 'Hüsnü evladım ben çok hastayım' dedi. Hemen odun vs getirdim ve sobayı yaktım. Subhanallah biz öyle hasta olsak, ateşlensek belki bütün hanemizi ayağa kaldırırız. Üstadımız çok hassas ve ince idi. İstirahat vaktiydi ve kimseyi rahatsız etmek istemiyordu. Bu hatıra ile gece belli bir vakitten sonra arkadaşlarımızın hukukuna riayet ederek istirahata çekilenlere rahatsızlık vermememiz gerektiğini de bize ihtar ediyordu, Hüsnü Ağabey.

Zübeyir ve Hüsnü Abiler

Yine Zübeyir Ağabey ile alakalı bir mevzuyu anlatırken, bir gün Üstadımız Zübeyir Ağabey ile benim omuzlarıma ellerini koyarak, "ben cemaat-i Nuru sizin omuzlarınız üzerinden müşahede ediyorum, bilhassa sizler dikkat ediniz" buyurduğunu nakletti Hüsnü Ağabey.

Risale-i Nur’un Neşir ve te’lifi bir keramet-i Kur’aniyedir

Nurların neşrine dair Nur külliyatında da bir çok mektuplar, bahisler ve sorulan suallere cevaplar neşredilmiştir. Ezcümle; Sözler hakkında, tevazu suretinde demiyorum; belki bir hakikati beyan etmek için derim ki:Sözlerdeki hakaik ve kemâlât benim değil, Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir.

Bu ve buna benzer dersler ile birlikte Keramet-i İmam-ı Ali ve Gavs-ı Azamın kerametkarane Nurlardan haber vermesi ve bunlardan da öte 1. Şua’daki bahisler ve Kur’an’ın bu asrın fehmine bir dersi olan Nur Risalelerine remzeden ayatı bir parça tezekkür edilirken Hüsnü Ağabey şu hatıraları nakletti;

"Nur risaleleri bir eser-i ilhami olarak yazılmıştır. Hakikaten biz de o devirlere belki son demine yetişmekle birlikte asıl Nurların dörtte üçlük kısmı Barla hayatında yazılmıştı. İşte o zamanda Şamlı Hafız Tevfik Abi çok hizmetlere sebkat etmişti. Üstadımız o zaman kendisine 5, bazen 10 kuruş verirmiş. Fakirlik zamanıydı kardeşim o zamanlar. Bazen 6-7 saat yazı ile meşgul oldukları olurmuş, kendi hanımı gider iş yaparmış ta ki Hafız Ağabey Üstadına yardım edebilsin. Bazen hiç ara vermeden 3-4 saat aralıksız yazdırırmış Üstadımız. Bazen bu mütemadiyen yazmak devam ederken bir iki saniye dışarı bakacak olsa Hafız Tevfik, Üstadımız 'keçeli önüne bak, yaz!' diye ikaz edermiş. Üstadımızın kalbine gelen, nemean eden bu Kur'an Nurları aynen geldiği gibi kitabet olunması için Üstadımız azami dikkat gösterirmiş.

"Mesela bu Mektubat, Birinci Mektup içerisinde üç-dört bahis vardır. Şamlı Abi gelir Üstadımız söyler O yazar. 3-4 saat ne ise... Daha sonra ertesi gün devam ederler, Üstadımız sormaz ki 'haydi oku bakalım hele nerede kaldık, paragrafı nasıl bitirdik.' Hayır. Aynen kalınan yerden hiç sorulmadan Üstadımız devam ederdi. Kardeşim ben de son zamanlarda yani sonra yazılan risalelerde böyle hallere şahid oldum. Üstadımız nerede kaldık, şurdan alalım yeniden başlayalım demezdi. Böyle harika eserler kardeşlerim. Böyle 10-15 sahife olunca yazılanlar İslamköyünde hafız Ali abiye ulaştırılır eserler, oradan Hafız Ali Abi çoğaltırmış. Jandarma takip ediyor. Polis takip ediyor. İşte Üstadımız Risalelerin böyle neşri zamanında kalbine gelen hususların kat’a ve asla tashihine razı olmuyordu. Sonradan çoğaltılan nüshalar kendisine geldiğinde tashih ederdi. O da ayrı bir kerametiydi Üstadımızın. Bir sahifede vav noksan olsa onu eklerdi, bir sahifede elifin yeri değişse onu orada hemen tashih ediverirdi. O tashihatı da harikulade bir vaziyetteydi. Mesela o vav manayı bozmuyor. Yazarken -ben de çok yazdım- yazan vav’ı unutuyor yani veya elifi unutuyor bakın aslına bakmadan aynı orijinalde ne ise o vaziyette tashih eder, noksan kalan yerleri kemali ciddiyetle düzeltirdi.’’

Nakşi Şeyhlerinden Muttalipli Hacı Hilmi Efendi

Muttalip Eskişehir’in bir köyü iken zamanla şehrin büyümesi ile Eskişehir’e mülhak olmuş bir belde.

Hilmi Efendi, Osmanlı devletinin son demlerinde batı Anadolu’da çok meşhur olmuş Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’nin halifelerindendir. Onu daha çok Muttalip’te kurduğu ve birçok insanın yetişmesine vesile olduğu Kur’an Kursu ile tanırız. Bu irfan mektebinin tesiri öyle olmuştur ki, halen Muttalip’de ırgatlık yapan insanların birçoğunun tecvidli Kur’an okumayı çok iyi bildiğini duyuyoruz.

Melbourne’de Süleyman Hilmi Tunahan Hz.nin talebelerini ziyaretimizde Süleyman Efendi ile alakalı bir iki hatıra nakledildikten sonra kendisi de Hacı Hilmi Efendi ile alakalı hatıratı nakletti.

Hüsnü Abi; "Emirdağ'da Üstadımızı ziyarete gelmişlerdi. Hacı Hilmi Efendi manevi büyük bir Zat, ehli keramet. Üstadımıza, 'Üstadım ben talebelerimle birlikte sana talebe olmaya geldik' dedi. Üstadımız da 'bir şartla kabul ederim' buyurdular ve eklediler, 'zikri bırakmayacaksınız, evradınıza devam edeceksiniz. O zaman sizleri Risale-i Nur talebeliğine kabul ediyorum' buyurdular.

50’li yılların başında Üstadımızı hafızlık merasimi için Muttalib’e davet eder Hacı Hilmi Efendi, Üstadımız bu davete icabet eder. Daha sonra iki kez daha Üstadımız Muttalib köyünü ziyaret eder. Hafızlık merasimine 1957’de de yine iştirak eder.

Daha sonraları biz bir seferinde Eskişehir’e gelmiştik. Hacı Hilmi Efendinin talebeleri evvela zikrederler (yahut evvela ders okurlar) daha sonra Nurlardan okurlardı. Bir akşam Üstadımız bizi onlara göndermişti. Ben Zübeyir Ağabey ile birlikte zikirlerine katıldık ve akabinde ders okuduk.’’

Hüsnü Abiye zikirlerini sorduğumuzda, "Nakşilerdi kardeşim, kelime-i tevhid çektik" dedi.

Evet, Üstadımız Hacı Hilmi Efendinin talebeleri için "sizler Kur'anın lafzının, Nur Talebeleri de Kur'anın manasının hafızlarıdırlar. İkisi de mühimdir" buyurmuştur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum