Misafir Kalem
Hz. Mehdi’yi Beklerken…
Sebepler dünyasında yaşıyoruz. Her varlık vücuda gelişinde ilahi kaderin tespit ve taktir ettiği basamakların gözetiminde varlık sahasına arz-ı endam ediyor. Çiçeği tohumsuz, meyveyi ağaçsız bırakmıyor yaratılış kanunları. Her bir ilahi isim, bir varlığın adım adım vücuda gelişinde, icraatını ve mührünü basmaksızın vücuda çıkarmıyor eşyayı… Cenab-ı Hak, teşekkül-ü eşyada isim isim, adım adım işliyor mahlûkatı…
Aslına bakılırsa ne tohum çiçeğin öncülü, ne de meyve ağacın ardılı… Kudret elmayı ağaçsız da lütfederdi hiç şüphesiz. Lakin tedricilik yaratılış ve imtihan sırrı… Zaten akıl da bu sırra uygun olarak teakubi bir işleyişle yaratılmış değil mi? Örneğin; en basit iki toplama işlemini bile yaparken, sıraya koymak, önce birini sonra diğerini hesaplamak dışında bir şey gelmiyor elinden… Tıpkı “güzel” ve “çirkin” kelimelerini telaffuz ederken ikisini aynı anda söyleyemeyeceğimiz gibi…
Keza, bir şey vücuda gelirken, onun vücudu için gerekli her şartın da varlığı yaratılış kanunlarından… Kimse sıvı azot’a zeytin çekirdeği atıp da muz çıkmasını beklemiyor bu dünyada!
Yaratılıştaki bu sıralı ve tedrici yapı, insana vaz edilen ilahi hakikatlerde de kendisini gösteriyor. Evrensel mesaj için toplumsal kemalin gözetilerek, Kur’an’ın son ilahi kitap olarak vahyedilmesi; Hz. Peygamberin “ilk” yaratılan peygamber olmasına karşın, “son” peygamber olarak gönderilmesi, keza, vahyin bir anda değil de 23 yıllık bir zaman dilimine yayılması, kâinattaki bu tedriciliğin maddi manevi tüm süreçler için geçerli olduğunun bir kanıtı şüphesiz.
***
Kâinattaki bir başka gerçek de büyüklüğün niceliksel ve niteliksel anlamdaki izafiliği… Bir dağ, maddi bir büyüklüğe sahip olsa da, tavus kuşundaki muhteşem yaratılış ve hayat özelliği; tavusu dağdan daha heybetli hale getirebiliyor mesela. Yani, tedricilik gibi, büyüklük ve küçüklüğün de (bakış açısına göre) izafiliği bu var oluşun gerçeklerinden biri olarak ortaya çıkıyor.
Bunları şunun için söylüyorum: Mehdiyete dair beklentiler serdedilirken, yaratılıştaki bu kanun ve realiteler göz önünde bulundurulmaksızın bakış açıları geliştiriliyor. Ümmetin ıslahı için ahir zamanda geleceği ve al-i beytten olacağı hadislerle sabit olan bir nurani şahsın icraatlarıyla alakalı öylesine beklentiler var ki, bunları ifade edenler sanki bu dünyada yaşamıyor!
Adeta “muhteşem bir saltanatın”, “harikulade bir iktidarın”, “yaratış kanunlarına aykırı icraatların” kendisinden sudur edeceği bir zat-ı nurani hayal ediliyor.
Bir kere bu konudaki beklentilerimizde çok da abartıya kaçmamamız gerektiğine dair en net uyarı bizzat Hz. Peygamber (a.s.m) ve onun asr-ı saadetidir.
Lütfen düşünün; Bir zat ki, elinde mu’ciznuma bir kitap; her hali ve tavrı mükemmel; Allahın izniyle birçok mucizelere mazhar… Ve en önemlisi kâinatın nuru, yani kâinat onunla şenlenmiş ve kâinat onun hürmetine yaratılmış…
Şimdi böylesine muhteşem bir zat, dünyaya teşriflerinden refik-i alaya kadar ki sürede, dünyanın kaçta kaçı İslam’la şereflendi ve İslam toprağı olarak fethedildi?
Dünyanın 5’te 1’i dahi etmeyen ceziret-ül arab dışında neresi vardı?
Peki, asr-ı saadet efendiler efendisinin yaşadığı dönemde nekadarlık bir alanda yaşandı?
Şunu söylemeye çalışıyorum; Kâinatın hürmetine yaratıldığı bir Zat-ı Ekrem’e dahi, hayatta olduğu dönemde Cenab –ı Hak dünyanın hepsini bir anda fethedip, dünyanın en ücra köşelerine kadar asr-ı saadeti yaşatmayı murat etmemişse, (1) bunda bizlerin alacağı üç önemli ders vardır:
Birincisi, her şey esbap dairesinde ve hikmet düsturlarına uygun olarak işler.
İkincisi, Cenab-ı Hakkın marziyat-ı rabbanisi kemiyet ve çoğunlukta değil, keyfiyet ve niteliktedir.
Üçüncüsü, Mehdinin döneminde yaşanacak ikinci “asr-ı saadet” tıpkı efendimiz (s.a.v)’in hayatında yaşandığı gibi, dünyanın genel nüfus ve coğrafi büyüklüğüne oranla daha dar dairede, Kur’an ve Sünnet soluklu “az” bir topluluk içerisinde de vücut bulabilir! (2)
Bir de şu mesele var:
Kur’an bireysel ve toplumsal inşayı evrensel düzeyde ele alan ezeli bir hitaptır. Ra’d Suresi 11. Ayet ise toplumsal dönüşümün şartını bakın nasıl ifade ediyor: “Şüphe yok ki, Allah Teâlâ, herhangi bir kavimdeki hali değiştirmez, onlar kendi nefislerindekini değiştirmedikçe.”
Toplumlar fertlerle inşa edilir. Onun için öncelikli olan ferdin inşasıdır. Yine onun içindir ki Hz. Peygamber, fertler üzerinden toplumu inşa etmiştir.
Bu evrensel ve en mükemmel tebliğ metodu, -Hz. Peygamberin sünnetine tam ittiba edeceği için-, Mehdinin de bir şiarı olması gerekir ki, bu gerçek bile, öyle bir anda, kâinattaki hikmet ve tedricilik kanunlarına aykırı bir icraatın olmayacağına dair bir kanaat hâsıl eder sanırım.
Hâsılı Hz. Mehdiyi beklerken kâinattaki yaratılış kanunlarını ve hikmet düsturlarını incitmemek en birinci şart olmalıdır. Marziyat-ı İlahinin “büyüklük” ve “ihtişama” değil; ihlâs ve samimiyete nazar ettiğini aklımızın bir köşesinde tutmak kulluk görevimizdir. Yoksa geniş dairede ararken, o zat-ı nuraninin, dar dairede nasıl kendisine teveccüh edenleri imanın saadet saraylarında yaşatmaya vesile olduğunu göremeyebilir ve o cennet asa marifet ikliminden mahrum kalabiliriz.
Kim bilir, gözlerimizi geniş daireden dar daireye çevirme vakti çoktan gelmiştir bile!
Ne dersiniz?
DİPNOTLAR:
1-Bu ifadeyi kullanırken, Hz. Peygamber (a.s.m)’in Raşit Halifelerinin ve sonraki İslam devletlerinin gerçekleştirdikleri fetihleri özellikle ayırıyorum. Yoksa Hz. Peygamberin şahs-ı manevisi açısından durum elbette ki farklıdır.
2-Bir önceki dipnotta olduğu gibi, Mehdinin de bireysel yaşam dilimindeki icraatlarıyla, onun tarz-ı hareketini benimseyen şahs-ı manevisinin vesile olacağı inkişafı, birbirinden ayırarak bu tespiti yapıyorum. (Osman)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.