İffet olmadan izzet, kibre ve şahsi gurura dönüşür

İffet olmadan izzet, kibre ve şahsi gurura dönüşür

Şehvet tanımımız genişleyecek, sadece cinsel şehvet değil, her türlü mal, mülk, makam şehveti de iffet kategorisinde değerlendirilecek

Haber: Mehmet Kaplan

Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının onyedinci gün sohbeti “Kur’an’da İffet ve İzzet” başlığı altında Kuzey Dakota Üniversitesinden Dr. Yunus Emre Orhan ile gerçekleşti. Orhan, “İyi dost, iyi eş, iyi ortak, iyi hoca bulmak zordur derler. Çok da doğru derler ama iyi dertdaş bulmak da çok zordur. İnsanın aynı dertle dertlenen bir muhatap bulmasını çok kıymetli bir nimet olarak görmüşümdür” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:

RAMAZAN AYI MESAFE EĞİTİMİNDE BİR KEMAL

“Ramazan yaptıklarımızı yapmadığımız, yapmadıklarımızı yaptığımız bir ay gibi gözüküyor. Biraz daha derine indiğimizde ise eşya ile mesafe koymaya çalıştığımız, Rabbimizle de mesafelerimizi kaldırmaya çalıştığımız bir ay gibi görünüyor. Yemek önünüzde duruyor, açsınız ve yemiyorsunuz. Bunu başka bir canlı türünde gözlemleyemiyoruz. Ramazan ayı mesafe eğitiminde bir kemal ve bu eğitimi hakkıyla tamamlayanlar için yılın her günü Ramazan günleri gibi. Her gün diriliş olsa da, dirilişin şahı bahar; aynen öyle de, her gününü Ramazan etmiş olanlar için dahi Ramazan ayının yeri bir başka. Bu mesafe konusu ile iffet arasında bir bağ kuracağız. Nebevi gelenekte iffet problemi için oruç tavsiye edilir, demek ki oruçla iffet arasında bir ilişki var.

Bugün iki kavram konuşacağız ve konuşma boyunca iddiam şu olacak: İffet anlam genişlemesine muhtaç bir kavram iken, izzet anlam daralmasına muhtaç bir kavram.

İffet, a-f-f kökünden türer. Sakınmak, uzak durmak gibi anlamlara sahip. Kadim gelenekte iffet bir ahlak terimi olarak şehvet kuvvesinin vasat mertebesi olarak karşımıza çıkar. Hayatımıza faydalı olanı cezbetmek, çekmek için vardır. Şehvetin hiç kullanılmamasına İslam geleneğinde humud deniyor. Haddi aşan kullanımına ise fücur deniyor. Humud ve fücur, ikisi de Kur’ani kelimelerdir. Humud, sönmek anlamına gelirken; fücur, yarıp açmak gibi ya da perdenin yırtılması, perdesiz kalmak gibi. Haddi aşan şeklinde kullandım dikkat ederseniz, aşırı kullanma diye söylemedim. Aşırı kullanma ile haddi aşma farklı vurgulardır.”

İFFET DEDİĞİMİZDE AKLIMIZA SADECE KADINLAR GELMEYECEK

Fücur ehlinden birinin ya da bir cerbeze ehlinin aklını Bediüzzaman’dan daha fazla ve aşırı kullandığını düşünmüyorum. Yanlış ya da haddi aşma şeklinde kullandığını düşünüyorum. Şehvet kuvvesinin vasatı iffet; helaline, faydalıya şehveti var, haramına ve zararlıya şehveti yok. Dolayısıyla iffet kadim gelenekte şehvet kuvvesinin tam olması gereken şekilde kullanılmasına verilen isimdir.

Kur’an’da kelimeyi doğrudan iffet formunda gözlemleyemiyoruz. Fakat aynı kökten türeyen isim ve fiillerin dört farklı Medeni ayette geçtiğini görüyoruz. Nur suresinde iki ayette geçiyor. Öncelikle 33. ayette, ‘Evlenmeye imkân bulamayanlar da Allah kendilerini lütfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar’ buyuruluyor. 60. ayette ise yaşlı kadınlar ve dış örtü bahsinde ‘iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır’ deniyor. Bu iki ayette de iffet bizim gündelik dilde de kullandığımız iffet anlayışına karşılık geliyor gibi. Genel anlamda şehvetin başarılı yönetimi manası hâlâ geçerli olmakla birlikte, özel anlamda cinsel şehvetin kontrolü için iffet kelimesinin tercih edildiğini görüyoruz. Ardında a-f-f köküne Bakara 273’te denk geliyoruz ve şaşırıyoruz. Çünkü bu ayet meşhur bir infak ayeti, ama iffete yaptığı göndermelerle kalbimizde, zihnimizde yer edinmemiş. (Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.’ İffetli olan bir kimse birilerinden ısrarla bir şey istemezmiş, şehvetini kontrol edermiş, bugünkü diğer kelimemizle söylersek izzet-i nefsini muhafaza edermiş. Ardından Nisa 6. Ayet: ‘Yetimleri, nikâh çağına gelmelerine kadar gözetleyip deneyin. O zaman onlarda içinize sinecek bir olgunluk ve erginlik görürseniz, mallarını onlara geri verin. Büyüyecekler diye bu malları tez elden saçıp savurarak yemeyin. Zengin olan, iffetli davransın.’ Demek ki iffetli kimse yetimin malına göz dikmezmiş. Haram mala göz dikmezmiş.

Bu dört ayet rehberliğinde yapacağımız açılımlar şunlar;

  1. İffet dediğimizde aklımıza sadece kadınlar gelmeyecek. Kadın ne kadar iffetini korumasından mesulse, erkek de mesuldür. Öyle bir hale gelinmiş ki iffet kadın ismi olmuş.
  2. İffet dendiğinde sadece aklımıza elini, dilini, gözünü haramdan korumak, kıyafetlerini edepli tercih etmek gelmeyecek. Bu tabii ki var, ama yetimin malına göz dikmemek de müminin iffetidir, yoklukta izzetini korumak da müminin iffetidir.
  3. Tâlhî erdemlerle, yani iffetle bağlantılı hayâ, mahcubiyet, yardımlaşma, cömertlik, sabır, affetmek, kanaat, yardımlaşma vd. ile birlikte düşündüğümüzde, Kur’an’da iffet konusunda rehberlik yapan ayet sayısı dört olmaktan çıkar, yüzlerce ayet iffet ayeti olmaya başlar. Kur’an’da ismi geçen her peygamber ve mübarek kimse, başta Hz. Yusuf ve Hz. Meryem olmak üzere, iffet temsilciliği yaparlar. Bu iki iffet temsilcisinin ismi de sûre ismi olmuştur.

İffet anlayışımız genişleyecek. Yoksa sadece kadın ve erkeğin aynı ortamda bulunduğu zaman ortaya çıkan bir erdem gibi anlaşılmaya devam eder.”

SINIRSIZ ŞEHVETİMİZİN SINIRLI TARİFLERİ

Metin Karabaşoğlu: “İffet hayatın bütününde ve insanın iştiha duyduğu her şeyi kapsıyor.”

Yunus Emre Orhan: “Şimdi o her şey biraz daha genişleyecek. O her şeye açılım projesine devam ediyoruz. Onun için tefekkürümün başlığını şöyle koydum, sınırsız şehvetimizin sınırlı tarifleri. Sebepleri terk etmek demek Allah’ın kurduğu düzeni terk etmek demektir. Bu terk edişin sebebi Allah’a bağlılık olarak ifade edilemez. Bana bunu imanım yaptırıyor demen, şehvetini kontrol edememenden başka bir şey değil. Din kisvesi altında şehvetinize yenik düşüyorsunuz, farkında değilsiniz. Şehvet tanımımız genişleyecek, sadece cinsel şehvet değil, her türlü mal, mülk, makam şehveti de iffet kategorisinde değerlendirilecek. Ama bir kategori daha var: gizli şehvet. Kendisini belli etmeyen, ilimle iştigal ediyoruz, hizmetle iştigal ediyoruz, ibadetle iştigal ediyoruz diyerek kendisini gizleyen bir şehvet türü var.”

Metin Karabaşoğlu: “Bir hadis zihnimde çağrışım yaptı: ‘Parmakla gösterilen kendine dikkat etsin.’”

Yunus Emre Orhan: “Efendimiz (asm) bir şeyi anlamak için bize alametler gösteriyor. Yoksa oturup ben iffetli miyim diye düşünülerek yapılacak bir şey değil. Parmakla gösteriliyor musun? Bir yerde içeri girdiğinde ‘Yunus herhalde şu!’ dedirtiyor musun? İffeti buralarda ara, böyle gözünü kapatarak bir düşün. O zaman şöyle toparlayalım; iffeti cinsellikten yatay bir genişleme ile her türlü dünyevi şehvete genişleteceğiz ama dikey bir genişleme ile de her bir dünyevi şehvetin uhrevi eşi ile de iffet arasında bir ilişki kuracağız. Zannediyorum bu müthiş hakikatin farkındalığından olsa gerek, Bediüzzaman gibi bir üstad şu cümleyi kuruyor: ‘Sen ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma. “Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da teyid ve takviye eder” sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin.’ Şimdi fâcir kelimesini hatırladık mı? Şehvetin ifratıdır bu ifade. Hizmet ve fücur, ne demek ki bu: gizli şehvet. Yani öne çıkma arzusu olabilir, yaptığın iman ve Kur’an hizmetinden dolayı kendini farklı konumlandırma olabilir, yalnız beni dinlesinler, dini yalnız benden öğrensinler saplantısı olabilir ve daha nicesi… İffeti böylesi bir genişlemeye tabi tuttuğumuzda dünyamıza yeni kavramlar gelmeye başlar. İlmin izzetini biliriz de, ilmin iffeti nedir acaba? Hizmetin izzeti deriz de, hizmetin iffeti nedir acaba?

İLMİN VE HİZMETİN İFFETİ

Bediüzzaman’a geri dönersek; tamam kendimi recul-ü fâcir bileceğim. Ama dahası yok mu? Ne gibi önlemler alacağım? Hizmetin iffetini nasıl muhafaza edeceğim? Bu geniş konuya kısa birkaç örnekle değinip geçeceğim. Misal, ‘Risale-i Nur müşteri aramaz’ der. Bakara sûresindeki iffeti hatırladık mı? Yani Risale-i Nur müşteri aramaz hakikatine bir de iffet perspektifinden yaklaşalım diye söylüyorum. Bunu gayet tabii hizmetin izzeti başlığı altında değerlendirebiliriz ama hizmetin iffetini muhafaza için maddi manevi dilencilik pozisyonuna düşmekten korunmaya çalıştığını bize söylemektedir. ‘Hizmet-i Kur’an’iye’deki kardeşinin üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemek’ der. ‘Teveccüh-ü nâs istenilmez’ veya ‘Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz,’ yani oradaki artı değerle aranıza bir mesafe koyun der. Ama en çarpıcı bence şu metin, Birinci Sözün üstündeki küçük pasaj: ‘Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin.’ Madde bir hizmetin iffetini korumak istersen, senden yardım isteyene konuşacaksın. Gidip de hizmet edeceğim diye haneye tecavüz etmeyeceksin. İnsanların iradelerine ipotek koyma gayretine girmeyeceksin. Manevi şehvetini kontrol edeceksin.

İki: ‘Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle.’ Hizmetin iffetini korumak mı istiyorsun? Faziletfuruşluk yapmayacaksın. Muhatabının anladığı dil ile anlatacaksın, askerse askerlik temsilatıyla anlatacaksın. Kendini pazarlamayacaksın. Dahası, ne konuşuyorsan kendi nefsine konuşacaksın. Gel seni bir aydınlatayım gibi pozisyonlara girmeyeceksin. Üç: ‘Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum.’ Hizmetin, ilmin iffetini korumak istiyorsan, kendini herkesten ziyade nasihate muhtaç göreceksin. ‘Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim.’ İffetini muhafaza için deneyimlediğin, tecrübe ettiğin hakikatleri paylaşıma açacaksın. Kendine uzun uzun anlattığın hakikatlerle muhatabını yormayacaksın. ‘Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.’ Bu hizmetin iffetini muhafaza etmek istiyorsan beklenti içine girmeyeceksin, kim isterse beraber dinler diyeceksin. Tekrar söylüyorum, muhatabın iradesine ipotek koymaya çalışmayacaksın. O kadar anlatıyorum ama dinlemiyorlar demeyeceksin.

İZZET HEM POZİTİF HEM NEGATİF ANLAMDA GEÇİYOR KUR’AN’DA

Şimdi izzet kavramına gelirsek, i-z-z kökünden türeyen bir isimdir. Araplarda yağmurla sertleşen toprak, çiğnendiğinde alçalmayan dirençli toprak anlamında yaygınlaşmış, meşhur olmuş bir sözcüktür. Tersi ise zillettir, yumuşak, aşağı anlamında. Her ikisi de Kur’anî kelimedir. Kur’an-ı Kerim’de bizzat izzet olarak 11 ayette karşımıza çıkar. Azîz formunda ise 99 ayette karşımıza çıkar. Kuran’da Azîz dendiğinde birbiriyle bağlantılı ama nüanslar barındıran bir anlam bulutu karşımıza çıkar. Genel anlamlarıyla yüce, üstün, değerli anlamlarına geldiği gibi katı, sert, kuvvetli, zor, yenilmeyen veya az bulunan, eşsiz, kıymetli, nadir gibi anlamlara da geldiğini gözlemliyoruz. Şimdi izzeti az önce çalıştığımızı iffetten ayıran önemli bir unsur var ama Kur’an eğitiminde. Bu da izzetin Kuran’da hem negatif hem pozitif anlamlarıyla geçmiş olmasıdır. Pozitif olarak hem Azîz hem izzet Kur’an’da çok farklı makamlarda geçer. Her şeyden önce Cenab-ı Hak kendini Azîz olarak nitelemektedir. Fâtır sûresi 10. ayette: ‘Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’ındır’ buyurulur. Ve bu anlamın tamamlayıcısı olarak Al-i İmran 26. ayet bize şöyle seslenir: ‘Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin.’”

Metin Karabaşoğlu: “Kur’an’da Aziz ismi, Allah’a nisbet edildiği ayetlerde, ki çoğunlukla öyledir, Kaviyyun Aziz hariç bütün terkiplerde celâlî bir isim olarak hep cemalî bir isimle birlikte gelmiş.”

Yunus Emre Orhan: “Birçok cemalî ismin içerisinde özel tercihlerde bulunulmuş. Kâinatın içerisinde Yaratıcıya ait özelliklerde her zaman gözlemlediğimiz bir adet, cemal-celal dengesidir. Zaten ehadiyet prensibi gereğince bütün yaratılış tüm esmaya içkin farklı kombinasyonların bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Ve o celal-cemal dengesini hem eşyada hem davranışlarda gözlemleyebiliyoruz. Ama özellikle Aziz’e yoğunlaşıyorsanız, adeta diyor ki: Şu cemalî isimlerimi gündemde tutmanızda fayda var. Madem Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma peşindesiniz, ahlaklı olmak istiyorsanız Aziz olmayı öğrendiğiniz kadar Hakîm olmayı da öğrenmenizde fayda var. Aziz ve Rahim olmayı öğrenmenizde de fayda var. Bu terkipler bu şekilde de okunabilir. Aziz sıfatı aynı zamanda Kur’an için ve Efendimiz (asm) için de kullanılır. İzzet hakikatin dengesini gerektirir.

İZZETİN ANLAMINI DARALTMAMIZ GEREKİYOR

Çıkardığımız ders şu: İzzet doğru kullanılmaz ise Allah’ın emirlerine karşı isyana sürükler, insanı cepheleştirir, hak yoldan ayırır. Yanlış izzet iddiasında bulunanlara Duhan sûresi 49’da şöyle hitap edilir: ‘Tadın bakalım azabı. Hani sen kerim ve azizdin.’ Allah korusun, ayetlerde izzetin yanlış kullanımına işaret ediliyor. İki nokta var: izzeti yanlış düşünme ve yanlış yerde arama. İzzeti asabiyette, kafirlerde ararlar. İzzet doğru yerde doğru kullanılmalı, yanlış yerde aranmamalı.

Yirminci Lem’a’daki metni hatırlayalım: Neden ehli dünya ehli gaflet, rekabetsiz ittifak edebiliyorlar da ehli hak, ashab-ı diyanet rekabetli ihtilaf etmektedir? Bu konunun çalışıldığı yerde Bediüzzaman, bunun müminlerin izzetinden ve ehl-i nifakın ise zilletinden kaynaklandığını söyler, ama ‘yanlış düşündüğü izzetinden’ ifadesini kullanır. Evet mümin Rabbinin yardımına müracaat eder. Ancak yanlış düşündüğü izzetinden kaynaklı, dayanışma ihtiyacını tam hissetmiyor. Demek izzet anlayışımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.

İzzetin anlamını biraz daha daraltmamız gerekiyor. Evet, bu kâinatın sahibi, müminin küfre karşı, zalime karşı zilletini istememektedir. Hatta Bediüzzaman, ‘İman izzet-i nefsi intac eder’ der. Şimdi yine izzet-i nefs ve iffet ile ilişkisi olan Bakara ayetini hatırlayalım. Sadakaya muhtaç olsa bile, mümine el açtırmamaktadır bu ayet. Kur’an ve felsefe medeniyetinin kıyaslandığı Onikinci Söz’ü düşünün. ‘Felsefenin hâlis talebesi bir firavundur’ dedikten sonra zelil sıfatını ekliyor; zilleti kabul eden bir miskindir. Kur’an talebesi ise bir abd-i azizdir. Kur’an’ın talebesi için yine izzet vurgusunu görüyoruz. Güzel, ama müminin mümine karşı izzetini de istemiyor. Bu bağlamda diyorum ki, izzetin Kur’an’da olumsuz kullanıldığı ayetlerden ders çıkarmak lazım. Mesela ne diyordu Bakara’da: ‘Allah’tan kork dendiği zaman izzeti günah işlemeye sevk eder’ (Bakara, 206. ayet). Görünen o ki, bu ayetleri sadece küffârı işaretleyen ayetler olarak değil de izzeti yanlış düşünen, yanlış adresleyenlere bakan ayetler olarak da okumak gerek. Yani bir müminin cemaat veya meslek taassubuna kendini kaptırıp böbürlenmesi, bu yüzden nasihatlere kulak asmaması yanlış düşündüğü izzetindendir. Bir müminin kendi mesleğini hak bilip Kur’an’a yaslanan diğer meslekleri bâtıl görmesi yanlış düşündüğü izzetindendir. İçinde yaşadığımız medeniyet yersiz bir izzetin, kibrin temsilcisi olarak karşımızda duruyor. Bunun farkındayım, ama demeye çalıştığım, müminler de bundan nasibini almış durumdalar. Ve enaniyetin bunca kabardığı bir zamanda izzet anlayışımızın ciddi bir revizyondan geçmesi gerekiyor gibi gözüküyor. Buna ilaveten, müminlerin izzetle imtihanının bir başka veçhesi daha var: izzetin yanlış yerde aranması. Yani Kur’an’ın rehberliğini gözden geçirirsek, orada da ciddi bir imtihan içindeyiz gibi görünüyor.

İSLAM MUHATABININ İZZET-İ NEFSİNİ KIRMAMAYI HEDEF BİLİR

Bediüzzaman’ın Yedinci Lem’a’sında şöyle bir soru vardır: Sahabeler ‘nasıl oluyor da Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidâyetinde mağlûp oluyor,’ müşriklere karşı bu mağlubiyetlerinin sebebi nedir? Bediüzzaman çok enteresan bir cevap verir, der ki Hazreti Halid gibi zatlar vardı, Cenab-ı Hak onların izzet-i nefislerini kırmak istememiştir bütün bütün. Kısa geçiyorum, buna mukabil bu zatlar kılıç korkusuyla değil, hakikat şevkiyle İslam’a girmişler. Bu okuma biçimi İslam’ın ilk yıllarına ve öngördüğü medeniyet anlayışına dair bir ipucu taşıyor kanaatindeyim. İslam, muhatabının izzet-i nefsini kırmamayı hedef bilir. Peygamber ve Dört Halife devrinde bu böyleydi. Gelgelelim ardından çeşitli dinamiklerle yeni şekiller alan yönetim biçimlerinin uzun yıllar boyunca insanın izzetini muhafaza edemediğini gözlemliyoruz. Dahası İslam alemindeki rejimlerin de bundan payını aldığını görüyoruz.

Nitekim özellikle son yüzyılda demokratik yönetim arayışının neredeyse dünya nüfusunun yüzde 80 kuşatacak bir rejim haline gelmesini kader canibinden anlamak lazım. Burada amacım demokrasi güzellemesi yapmak değil, anlamaya çalışıyorum. İçinde nasıl bir dane-i hakikat vardı ki, kader demokratik yönetim anlayışının bu denli yayılmasına fetva verdi diye yaklaşmak lazım. Benim okumalarıma göre, bunun en önemli sebeplerinden biri bireyin izzet-i nefsine verdiği kıymette yatıyordu. Yani bireye ve azınlıklara özgürce konuşma yaşama hakkının tanınması, kültürlerini icra etme hakkının tanınması, taleplerini oy mekanizmasıyla iletmeleri vs. gibi değerler fıtratla, sonsuz uyumlu değerler ve buna mukabil İslam adına, din adına bireyin izzet-i nefsini yok sayan otoriter rejimlerin muvaffak olamadığını gözlemliyoruz. Buradan İslam âleminin çıkartacağı dersler var gibi görünüyor.

DEMOKRATİK SİSTEM BİREYİN İFFETİNİ MUHAFAZA EDEMEDİ

Ve enteresandır ki, demokratik rejimlerin eski gücünü kaybetmeye başladığını görüyoruz. Bunun elbette çeşitli makro ve mikro sebepleri var. Burada siyaset bilimi dersi vermek değil gayem, ama en temelde kader canibinden yine izzetle ilişkili, bir açıklama modelinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Demokrasinin kapitalizmle yaptığı evlilik, ekonomik eşitsizlikleri çok ciddi bir şekilde derinleştirdi. Ve büyük kalabalıkların zillet içinde yaşadıklarına şahit olmaya başladık ve insan vicdanı buna bir dur deme ihtiyacı hissetti. Ama bir diğer bağlantılı husus olarak, bireyin izzetini muhafaza etmeye çalışan demokratik sistem bireyin iffetini muhafaza edemedi. Ve bugünkü iki kavramımız… Nitekim bugün birçok çatışma bu sahada yaşanıyor. Yani yanlış düşünülen izzet, şehvet duygusunun kontrolünü iptal etti. Günümüzde demokratik yönetimlere gelen en büyük itirazı hürriyet perdesi altında bireyin iffetini muhafaza edememesine, bireyin iffetini muhafazasına imkân tanımamasına yöneltilen eleştiri olarak görüyoruz ve bu tesadüf değil. Toplumsal yapı açısından da hâlâ çözülebilmiş bir problem de değil bu arada, ama insanlık yeni bir yönetim anlayışına gebedir ve o öyle bir sistem olacak ki bireyin izzetini muhafaza edecek, ama iffetini de koruyacak. Bu, milyon dolarlık bir soru, ama cevabını bulabilen insanlar geleceğe yön verecek.

İFFET İZZETİ MUHAFAZA EDER

Bununla ilgili, elimizde bazı ipuçları var. Bir, iffet izzeti muhafaza eder. İzzetin yanlış yerde aranması, dünya sevgisi ve güç tutkusu doğurur. İffet olmadan izzet, kibre ve şahsi gurura dönüşebilir. Dolayısıyla Kur’an’da izzeti iffetin bir sonucu olarak okudum. İzzet ancak Allah’a dayanan bir değer olduğunda doğru anlamını bulur ve bu da ancak iffet ile mümkündür. Sonuç olarak, iffet anlayışının genişletilmesinin kişinin her türlü arzusunu kontrol etmesini sağlarken, izzetin daraltılması ise izzetin yalnızca Allah’a bağlılıkla anlam kazanması gerektiğini hatırlatıyor. Bu iki kavram birlikte düşünüldüğünde hakiki bir denge ortaya çıkıyor diye düşünüyorum.

Son bir küçük bir nokta var: Benim şu an üzerinde çalıştığım uzmanlık alanım kutuplaşma Türkiye’nin de payını aldığı bir konu. Bugün dünyada hızla yayılan ve insanların huzurunu kaçıran bir gelişme var kutuplaşma diye. Özelde ise duygusal kutuplaşma üzerine çalışıyorum. Bu arada, Türkiye’de bu kavramın çok tanındığını düşünmüyorum. Genelde ideolojik kutuplaşma anlaşılıyor. Nedir duygusal kutuplaşma? Bireyin kendi kimliğine duyduğu sevgi ile karşı kimliğe duyduğu sevgisizliğin arasındaki mesafenin tarihte görülmemiş şekilde açılmasına diyoruz. İnsanın kendinden olmayan bir başka kimliği kendi kimliği kadar sevmemesi gayet anlaşılabilir bir durum. Ama kendinden olmayan birinden niye nefret edilsin? Bu sosyo-psikolojik bir hastalıktır. Bu hastalık bugün epidemi haline geldi ve hızla yaygınlaştı ve maalesef Türkiye de bu salgın hastalığın en yoğun yaşandığı ülkelerden biri. Peki izzet ve iffet kavramlarının bu büyüyen hastalığa söyleyebileceği şeyler var mı? Hem de nasıl... Yani bir siyaset bilimci olarak söylüyorum, bu kavramlardan başka çaremiz de yok.

BEDİÜZZAMAN ÇAĞININ ÇOK ÖTESİNDE, MESELENİN BİR KİMLİK MESELESİ OLDUĞUNUN FARKINDA

Bugün tüm deneysel çalışmalar noktasında bulduğumuz en etkili yöntemleri söyleyeyim, kutuplaşmayı azaltmak için:

  1. Düşmanlığa sebep olan yanlış bilgileri düzeltme
  2. Benzerliklere yoğunlaşma
  3. Üst kimliği gündeme getirme
  4. Karşı kimlikle iletişime girme
  5. İttifak deneyimleme,
  6. Nezaketle diyalog
  7. Müzakere kültürü

Şimdi bu yöntemler size tanıdık geldi mi?

Hepsini Kur’an perspektifinden tanıdığımız gibi, Yirminci Lem’a’daki ihtilaflara dair diğer sekiz maddenin hepsinin kendisine baktığı ‘yanlış düşünülen izzetin’ tedavisi hükmünde vazife görüyor. Demek istediğim o ki, Bediüzzaman çağının çok ötesinde, meselenin bir kimlik meselesi olduğunun farkında. Kimlik hiyerarşisinde mesleki kimliğini her şeyinin üstüne koyma kardeşim, lütfen yapma bunu, aksi takdirde kaybedersin. Kimlik anlayışınızı gözden geçirin. Eğer başka bir din anlayışına sahip kardeşinle sürtüşme yaşıyorsan, bunun ikiniz arasında bir düşmanlığa dönmemesi gerek, kaybedersin. Eğer mesleki kimliğini her şeyin üzerinde tutuyorsan tekrar söylüyorum, kaybedersin. Yanlış düşündüğümüz izzetimizi tedavi edip, kimlik hiyerarşimizi gözden geçireceğiz. Ben kimim sorusuna verdiğimiz cevapların sıralamasını gözden geçirmemiz gerekiyor. Mesela ‘Ben önce Nurcu, sonra Müslümanım’ diyorsan, Allah yardımcın olsun; zorlu, çetin bir imtihanın içindesin gibi duruyor sevgili kardeşim. Burada bırakalım…”

“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.