Niyazi BEKİ
Hz. Muhammed (a.s.)’in Peygamberliğini tasdik eden imzalar-1
Hz. Muhammed (a.s.)’in Peygamberliğini tasdik eden imzalar-1
Kutlu Doğum haftasını kutlamakta olduğumuz bu ayda, asıl konuya geçmeden önce, “Hz. Peygamberin eşsiz hatırası önünde saygı ve sevgiyle eğilme adına, dünyaya teşrif eden tertemiz şahsiyetinin manevi huzurunda saygıyla eğiliyor ve -15 asır sonra gelen nesiller adına- dünyamıza hoş geldiniz, şeref verdiniz, bizden sana milyonlarca salat ve selam olsun” deyip selamlarımızı iletiyoruz. “Biz âciz kullarına peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (a.s.)’i âlemlere rahmet olsun diye gönderen âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a sonsuz hamd-u-senalar olsun” diyerek Yüce Rabbimize şükranlarımızı arz ediyoruz.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (.a.s)’in yeterince anlaşılamadığı bir çağda, O’nu anmak, O’nu anlamaya çalışmak, O’na saygı ve sevgi huzmelerini sunmak, insanların olgunlaşmasında çok önemli katkı sağlayacak bir husus olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü bir kitap ne kadar güzel olursa olsun, eğer onu ders verip öğreten bir muallimi yok ise, yeterince anlaşılamaz. Okuyucular açısından anlaşılmayan bir kitabın boş bir kâğıttan farkı yoktur. O halde-insanların ruhî ve fikrî açıdan olgunlaşmasını sağlayacak olan- kâinat kitabının varlığının sırlarını açacak, bu kitabın telif edilmesinin hikmetlerini anlatacak, Kutsî müellifinin maksatlarını ders verecek muallimlere ihtiyaç vardır. Onun için her peygamber bir muallimdir, Hz. Muhammed (a.s.) ise, bu seçkin muallimlerin en mükemmeli ve en büyüğüdür.
Çünkü bu kâinat kitabının yazılmasının en büyük gayesi, onun kutsal müellifi olan Yüce Allah’ı tanıtmaktır. “Gökleri ve yeri var eden yaratanın varlığında hiç şüphe olur mu?” (İbrahim, 14/10),
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes/her şey O’nu tesbih etmektedir. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, kullarına karşı çok yumuşak davranandır, çok bağışlayandır” (İsra, 17/44).
“Cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 51/56) mealindeki ayetler, bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu kutsal görevi yerine getirme konusunda, yani Allah’ın varlığını ve birliğini ders verip insanların akıllarına ve gönüllerine nakşetme hususunda, Hz. Muhammed’in ve onun insanlığa ders verdiği Kur’an-ı Kerimin eşi, benzeri yoktur. Bu husus, aklı başında olan dost ve düşmanın kabul ettiği bir gerçektir.
Bilindiği üzere, Yüce Allah’ın iki çeşit telifatı vardır. Bunlardan birincisi; O’nun kudret ve irade sıfatından gelen kâinat kitabıdır. İkincisi; ilim ve kelam sıfatından gelen semavî vahiyler ve özellikle onların zirve noktası olan Kur’an-ı Kerimdir. Hz. Muhammed, bu iki kitabın anlaşılması, onların en temel konusu olan Yüce Allah’ın varlığı ve birliğine olan delalet ve işaretlerini ders vermek için gönderilmiş en son peygamberdir. O halde Allah’ı yakından tanımak için, O’nun en büyük elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.)’i tanımak ve onun hak peygamber olduğunu tasdik eden – reddedilmez- imzaları yakından görmek gerekir.
Hz. Muhammed (a.s.)’in Nübüvvetini Tasdik Eden İmzalar
Allah’ın Verdiği Onay
“Biz seni insanlar için elçi olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter” (Nisa, 4/79).
“Fakat Allah, sana indirdiklerine şahitlik etmektedir. Onları kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de buna şahitlik etmektedir. Zaten şahit olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/166).
“Dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere elçisini hidayet ve hak dinle gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter; Muhammed Allah’ın resulüdür.” (Fetih, 48/28-29).
Bilindiği üzere, harikulâde işlerin olması/gerçekleşmesi ilâhî bir imzaya işarettir.
Mesela; bir spermde 200-300 milyondan fazla insan olmaya aday olanların varlığı, tüm insanların bütün detaylarıyla bu sudan yaratılması, keza ufacık bir incir çekirdeğinden koca bir incir ağacının meydana getirilmesi, bütün canlıların aynı sudan yapılması, yine tırnak kadar bir kuvve-i hafızada yüz binlerce malumatın; şehirlerin, evlerin, yer-gök cisimlerinin, maddî- manevî olayların, tasavvur ve tahayyüllerin yer etmesi, İlâhî/ Rabbanî bir imzadan haber vermektedir. Bunlara benzer daha pek çok misal vermek mümkündür.
İşte bunun gibi, Hz. Muhammed (a.s.)’in mucizeleri bir yana, çok kısa zamanda çok harika işleri başarması da İlâhî bir imzanın sinyallerini vermektedir.
Açık bir gerçektir ki; yarattığı bu harika sanatlı ve hikmetli masnuatıyla/sanat eserleriyle kendi hünerlerini ve sanatkârlığının kemâlâtını teşhir etmek ve bu süslü, ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd ettirmek isteyen-perde arkasında- birisi var. Ve yine bu çok şefkatli, pek hikmetli umumî bir terbiye/kapsamlı bir idare ve iaşe ile her canlıya uygun bir rızk verme, hatta ağızların en ince zevklerini ve iştahların her nevini tatmin edecek bir surette hazırladığı Rabbânî ziyafetlerle kendi rubûbiyetine/yaratıcılığına ve idareciliğine karşı minnettar ve müteşekkir olan kullarına kendisini sevdirmek isteyen birisi var.
Keza, hiç şüphe yok ki mevsimlerin tebdili gece-gündüzün değişmesi ve birbiri ardınca gelip düzenli bir seyir takip etmesi gibi çok azametli tasarrufata ve pek haşmetli icraata imza atan, harika ve hikmet dolu faaliyet ve hallakıyetiyle (yaratıcılığıyla) kendi ilahlığını ilan eden ve buna mukabil, bu harika icraatlarına bakarak kendisine iman edip teslim olan, boyun eğip itaat eden kullarının olmasını isteyen –perde arkasında-birisi var.
Ve keza, insanlığın varlık sahnesine çıktığı günden beri, her zaman iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale etmek, semavî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek suretiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen -perde arkasında- birisi var.
Elbette ve herhalde, onun bu mezkûr maksatlarına tam hizmet eden, kâinatın yaratılışındaki hikmetleri keşfeden ve daima o Yüce Yaratıcı namına hareket eden ve O’ndan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve O’nun tarafından yardım gören ve tevfikat-ı sübhaniyesine mazhar olan kimse, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru/en samimi kuludur. Ve hiç şüphe yok ki, Hz. Muhammed (a.s.)’den daha fazla bu vasıfları kendisinde barındıran bir insan, varlık sinesine ve tarih sahnesine çıkmamıştır.
Madem söz konusu bu hakikatler, bu zâtın doğruluğuna, samimiyetine şehadet ediyorlar. Elbette bu âdem, benî Âdemin medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona "Fahr-i Âlem" ve "Şeref-i Benî Âdem" (kâinatın iftihar tablosu / insanlık camiasının gururu ve onuru) denilmesi çok münasip ve pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı Rahmân olan Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyanın manevî ve haşmetli saltanatının-on dört asır boyunca- yüz ölçüm bakımından yeryüzünün yarısını, nüfus bakımından en az beşte birisini hakimiyeti altına alması ve o zâtın kendi hayatında gösterdiği şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zât odur. Yüce Yaratıcımız hakkında en mühim söz onundur. O konuştuğunda, herkes susmalı, haddini bilmeli ve onu dinlemelidir.
Bilindiği üzere; sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir topluluktan, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle, ancak daimî kaldırabilir. Halbuki bu zat (a.s.), büyük pek çok âdetleri, hem de inatçı, mutaassıp büyük kavimlerden, zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ortadan kaldırıp, onların yerlerine pek yüksek seciyeleri dem ve damarlarına karışmış derecede vazedip yerleştirmiştir. Bunun gibi daha pek çok harika icraat yapmıştır.
Şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Arap yarımadasını gözlerinin önüne seriyoruz. Haydi, yüzer filozofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zatın o zamana nispeten bir senede yaptığının yüzde birisini acaba yapabilirler mi?
Şüphesiz, bütün bu harikulade muvaffakiyetler, O’nun peygamberliğini onaylayan –perde arkasında-bir İlâhî imzadan haber vermektedir. Çünkü başka olamaz.
İçki/Uyuşturucu Örneği
Bu söylediklerimizin doğruluğunu ispat etmek ve sağlamasını yapmak için, bu konuda içki yasağını bir misal olarak zikredebiliriz.
Malum olduğu üzere, içki eski ve yeni bütün cahiliye topluluklarının müşterek bir alışkanlığıdır. Geçmişte Arap, İran ve Romalıların baş belası olan içki, bu gün aynı şekilde Avrupa ve Amerika’nın da içinde bulunduğu pek çok ülkenin müzmin bir hastalığıdır.
Bu hastalığa müptela olan Amerika, 1919 yılında içkiyi yasaklayan bir kanun çıkararak içkinin içilmesini engellemek istemiş ve vatandaşlarını bu hastalıklardan kurtarmayı amaçlamıştı. Konuyu inceleyen araştırmacıların belirttiğine göre, bu işi başarabilmek için 300 kişi idam edilmiş, 532.395 kişi hapse atılmış, 480 milyon lira para cezası verilmiş ve o günkü değeriyle, 4 milyar 132 milyon liralık mülk müsadere edilmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen, bu çabalar fiyaskoyla sonuçlanmış ve 15 yıl sonra Amerika bu kanunu geri çekmek zorunda kalmıştır.(1)
Yine uzmanların bildirdiğine göre, uyuşturucu ve bağımlılık yapan maddelere karşı savaş açan dünya ülkeleri, yıllardır bir arpa boyu yol kat edememişler. Oysa, Türkiye’nin bu amaçla yaptığı yıllık harcamalar 30 milyon dolar, Amerika’nın yaptığı harcamalar ise 120 milyon doların üzerindedir. Diğer pek çok dünya ülkeleri bu savaşta maddî ve manevî imkânlarını seferber etmelerine rağmen, bu illetin üstesinden gelememişlerdir.
Oysa, Uhud gazvesinden sonra, hicretin üçüncü yılında inen bir ayetin emirleri doğrultusunda, Hz. Peygamber (a.s.) tarafından görevlendirilen bir münâdînin :”Ey ahali! İçki yasaklanmıştır, haram kılınmıştır” diye seslenmesi, her şeye yetmiş, başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmamıştır. Bu sesi duyan bütün müminler –bir an bile tereddüt göstermeden- içkiden vazgeçmişlerdir. Ayetin son cümlesinde insanlara yöneltilen “Artık vazgeçtiniz değil mi?”(Maide,5/91) sorusuna karşılık, herkes “Vazgeçtim Allah’ım! Vazgeçtim” diyordu. Sadece bardaklardaki değil, ağızlardaki de dökülüyordu. Bir anda açılan içki tulumlarından ve parçalanan fıçılardan dökülen içki, Medine sokaklarında sel olup akıyordu.(2)
Görüldüğü gibi, Amerika gibi çağdaş bir ülke, bütün gücü ve kuvvetine rağmen bunu başaramazken, Hz. Peygamber (a.s.) yaklaşık bin beş yüz yıl önce, tek başına Arap yarımadasında, vahşî ve âdetlerine bağlı ve inatçı muhtelif kavimlerin bu kötü âdetlerini bir çırpıda kaldırıp, onları güzel bir ahlakla donatmış ve onları o günkü en medenî olan ülkelere muallim ve üstad yapmıştır. Onun, bu işi hiçbir baskı, güç ve silah kullanmadan, tamamen akılları, ruhları, kalpleri ve nefisleri fethederek başarması, bu işin arka planındaki İlâhî imzadan haber vermektedir. Binaenaleyh, evrensel güzel ahlakı benimseyen ve toplumlarına yerleştirmek isteyen çağdaş ülkelerin, Hz. Muhammed (a.s.)’in bu eğitim metodunu ve yetiştirdiği toplumun iç dinamiklerini yakından incelemeleri gerekir. Gerçekten insanlık camiası buna çok muhtaçtır.
Evet, Hz. Muhammed (a.s.)’in terbiye metodundaki harika tesirin en büyük hikmeti, en büyük sırrı öğretilerinin temel dayanağını teşkil eden emir ve yasakların kaynaklandığı merciin, kutsi olmasıdır. Her an kendisini kontrol eden iki kameraman meleğin her türlü söz, fiil ve davranışını izleyip görüntülediğini, ister istemez huzuruna çıkacağı mahkeme-i kübranın tek ve mutlak hâkimi olan Yüce Allah’ın bizzat kendisini yakından takip ettiğini, değil yalnız dışa yansıyan davranışlarını, kalbinden, hayalinden geçirdiklerini de bildiğini, katında açık şeylerle gizli şeyler arasında hiçbir fark bulunmadığını idrak eden bir kimsenin insanî performansını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Gönüllere taht kuran böyle bir iman şuurunun başaramayacağı bir şey yoktur. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
DİPNOTLAR:
1-Kutup, Seyyid, Fi Zilali’l-Kur’an, II/222.
2-O günün Müslümanlarının (Sahabenin) iman asaletine bakarak bugünkü Müslüman toplumların içki ile olan muhabbetlerini (!) nasıl değerlendirmeli acaba?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.