İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilmelidirler ki
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Mücadele Sûresi 1-4. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
[Medîne devrinde nâzil olmuştur, 22 âyettir.]
1-(Ey Resûlüm!) Kocası hakkında seninle mücâdele eden ve Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü, Allah elbette işitmiştir. Çünki Allah, sizin birbirinizle konuşmanızı işitir. Şübhesiz ki Allah, Semî‘ (herşeyi işiten)dir, Basîr (hakkıyla gören)dir. (*)
2-İçinizden kadınlarına zıhar (**) yapanlar (bilmelidirler) ki, onlar (o kadınlar), kendi anaları değildir. Çünki onların anaları, ancak onları doğuranlardır. Şübhesiz onlar, gerçekten çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah, elbette Afüvv (çok affedici)dir, Gafûr (çok bağışlayan)dır.
3-Kadınlarına zıhar yapıp da sonra söylediklerinden dönenlere, o takdirde birbirleriyle (kadınlarıyla) temâs etmeden önce bir köle âzâd etmek (borcu vardır). İşte siz, bununla nasîhat ediliyorsunuz. Ve Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdâr olandır.
4-Fakat (buna imkân) bulamayan kimseye, o takdirde birbirleriyle temâs etmeden önce ard arda iki ay oruç (tutma mecbûriyeti vardır). Artık (buna da) güç yetiremeyen kimseye ise, (sabah-akşam) altmış fakiri doyurma (keffâreti vardır). Bu (hafifletici hükümler), Allah’a ve Resûlüne îmân etmeniz içindir. Bunlar, Allah’ın hudûdudur. (Bu hükümleri inkâr eden) kâfirler için ise, (pek) elemli bir azab vardır.
(*)“Kur’ân der: ‘Cenâb-ı Hakk, Semî‘-i Mutlak’tır, herşeyi işitir. Hattâ en cüz’î (küçük) bir mâcerâ olan ve zevcinden teşekkî eden bir zevcenin (kocasından şikâyet eden bir kadının) sana karşı mücâdelesini Hakk ismiyle işitir. Hem rahmetin en lâtif (güzel) cilvesine (parıltısına) mazhar ve şefkatin en fedâkâr bir hakīkatine ma‘den olan bir kadının haklı olarak zevcinden da‘vâsını ve Cenâb-ı Hakk’a şekvâsını (şikâyetini) umûr-ı azîme (çok büyük işler) sûretinde Rahîm ismiyle ehemmiyetle işitir ve Hakk ismiyle ciddiyetle bakar.’
İşte bu cüz’î maksadı küllîleştirmek (genişletmek) için, mahlûkātın en cüz’î bir hâdisesini işiten, gören; kâinâtın dâire-i imkânîsinden hâriç (yaratılmışlardan olmayan) bir zât, elbette herşeyi işitir, herşeyi görür bir zât olmak lâzım gelir. Ve kâinâta Rab olan, kâinât içinde mazlum küçük mahlûkların dertlerini görmek, feryadlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryatlarını işitmeyen, ‘Rab’ olamaz. Öyle ise,*اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ [Şübhesiz ki Allah, Semî‘ (herşeyi işiten)dir, Basîr (hakkıyla gören)dir] cümlesiyle iki hakīkat-i azîmeyi tesbît eder.” (Zülfikār, 25. Söz, 52)
(**) Zıhâr: Eşinin bir uzvunu anasının a‘zâsına benzetmektir. Câhiliye devrinde iken bir kimse, eşine meselâ: “Senin sırtın, anamın sırtı gibidir” dediğinde artık eşini kendi anası gibi sayar ve böylece ona yaklaşmazdı. Bazen bu bir boşanma sebebi de olabiliyordu. Daha sonra İslâmiyet bu hükmü kaldırmış, cezâ olarak da keffâret hükmünü getirmiştir.