İki farklı yolculuk, iki farklı dünya

Hastane koridorlarına doğru iki farklı yolculuk yapalım mı hep birlikte? Bakalım o duvarlar arasındaki herşey göründüğü gibi mi?

HASTANIN GÖZÜNDEN HASTANE KORİDORLARI

İlk yolculuğumuz “hasta” olarak olsun. Hepimizin hayatımızın bir döneminde mutlaka hastaneye yolu düşmüştür. Hastaneye giden kişilerin hemfikir oldukları bir düşünce vardır; ‘‘Allah kimseyi buraya düşürmesin, eksikliğini de göstermesin.’’ İnsanları hastaneden bu kadar soğutan şey nedir? Tabi ki de kimse hastaneye zevk için gitmez. Veya, ‘‘bugün canım sıkıldı, nereye gitsem ki, e hadi bugün hastaneye doğru gideyim’’ demez. Herkesin kendi çapında büyük sıkıntıları vardır. Başkasına çok basit gibi görünen bir şikayeti bile olsa, insanlar kendilerini ciddi bir şekilde rahatsız etmediği sürece hastaneye pek gitmez. Yani oraya birisi geliyorsa mutlaka büyük bir derdi vardır. O nedenledir ki, hastane koridorlarında yürürken gördüğünüz hiçbir yüzde gülümseme olmaz. Ve etraflarında gördükleri herkesin de kendilerini anlamasını, hüznünü paylaşmasını ister. Hani bir hasta ziyaretine gidersiniz de orada ne kadar neşeli olsanız da bunu belli etmezsiniz. İşte hastanede de insanlarda genel olarak böyle bir beklenti oluyor.

Ancak herşey her zaman istediğimiz gibi olmuyor. Mesela hasta yakınları ziyaret saatini beklerken doktorlar yemeğe çıkıyor, aralarında konuşup gülüyorlar, sanki sahil gezintisine çıkmışlar, o kadar neşeliler ki.

Veya yoğun bakım önünde bekleyenler var, içeriden her an bir haber, bir ümit bekliyorlar tedirginlik içerisinde. Yoğun bakıma giren çıkan görevliler oluyor, şakalaşıyorlar, gülüyorlar, konuşuyorlar.
Poliklinik sırası bekleyen hastalar oluyor. Onlar sırada beklerken sekreterler aralarında muhabbet ediyorlar. Orada o kadar insan varken, bilgisayarların giriş yapmasını beklerken, işlem yaparken, aralarında sanki güne gitmiş gibi muhabbet ediyorlar. Doktor odasına gelen hasta çıkmak bilmiyor. Sırada bekleyenler bir süre sonra patlıyor, birileri sesini yükseltmeye, söylenmeye başlıyor. Genelde hastanedeki her kuyrukta bir tane böyle bir olay oluyor ve sabır taşıyor.

Serviste öyle ağır hastalar oluyor ki. Zaten ağır olmasalar yatmazlardı değil mi! Stajyer doktorlar geliyor, öykü almaya çalışıyor, hergün en az bir tane. Sürekli aynı şeyleri anlatıyorlar, bir süre sonra sıkılıyorlar, “kaç kere anlattım artık anlatmak istemiyorum” diyorlar sonunda. Zaten hele bir de stajyerin oradaki ilk günleriyse genelde başka arkadaşıyla gidiyor, aralarında konuşa konuşa, birbirlerine sora sora, arada kendi hatalarına güle güle öykü alıyorlar hastalardan veya hasta yakınlarından. Ne kadar garip değil mi, orada insanlar acı çekerken karşılarındaki doktorlar gülüyorlar, kendilerini umursamıyorlar.

Veya bir stajyer yanında bir asistan ile geliyor, elinde iğne ve birkaç tüp. Kan alacaklar hastadan. Asistan gösteriyor, stajyer uğraşıyor ve bir şekilde kanı almaya çalışıyor. Bazen çok kolay alıyor, bazen damarı patlatıyor, bazen delik deşik edip alamadan, damara giremeden/bulamadan geri çıkıyor, asistana veriyor. Hasta orada işkence çekiyor. Haklı olarak tüm hastalar istiyor ki en iyi bilen doktor gelsin alsın kanı, acemilerin eline bırakmasınlar.

Hastanenin önüne çıkıyorsunuz, bir bakıyorsunuz feryatlar kopuyor. Yakınlarının ölüm haberini almış bir grup insan. Sarılıyorlar, ağlıyorlar. Önlerinden geçip yemekhaneye giden veya yemekhaneden gelen doktorlar, hemşireler, sekreterler, sağlık görevlileri var. Hepsi kendi dünyasında, sanki orada biri ölmemiş, sanki insanların hüznünü görmüyorlar, sanki feryatları duymuyorlar. Muhabbetlerine, konuşup gülmelerine devam ediyorlar. Pes dedirtiyorlar insanlara belki. Vurdumduymazlığın bu kadarı da olmaz.

Hasta ve hasta yakını gözüyle bakınca ne kadar da kötü, itici, soğuk bir ortam değil mi? İşte tüm bunlar ve benzeri sebeplerden ötürü insanlar hastaneden soğuyor. Doktorları ve sağlık görevlilerini çok anlayışsız insanlar olarak görüyorlar. Ve ‘‘Allah kimseyi düşürmesin’’ diyorlar. Ama herkes derdine bir derman aradığı için hastanesiz, doktorsuz da olmaz diye düşünüp ‘‘eksikliğini de göstermesin’’ diyorlar.
Buraya kadar yazdıklarım herkesin az çok bildiği/yaşadığı şeylerdi. Birçok insanın başına gelen olaylar.

DOKTORUN GÖZÜNDEN HASTANE KORİDORLARI

Peki, şimdi hastaneden çıkalım. Ve “doktor” olarak tekrar girelim hastane koridorlarına. (Sağlık çalışanlarının çoğunun hayatı böyle, ama biz şimdilik doktor gözüyle bakalım.)
Öyle bir yer düşünün ki, hayatınızın büyük çoğunluğu orada geçiyor. Çoğu zaman evi otel olarak kullanıyorsunuz ve sanki tamamen o binada yaşıyorsunuz. Hayatınızın en önemli olayları orada geçiyor, en güzel arkadaşlıklarınız orada, en güzel anılarınız orada. Doğum gününüzü oradaki arkadaşlarınızla kutluyorsunuz bir nöbetinizde. Geçtiğiniz bir sınavı, yaşadığınız güzel olayları oradaki arkadaşlarınızla paylaşıyorsunuz. Küçüklüğünüzden beri en çok yapmak istediğiniz işleri/mesleği orada yapıyorsunuz. Elinizden geldiğince insanlara faydalı olmaya çalışıyorsunuz ve bundan mutlu oluyorsunuz.
İşte doktorlar için o yer; hastane.! Doktorların hayatı hastanede geçiyor.
Hastanede aynı yerlere bir de doktor olarak gidelim mi.?

İçeride, bahçede, koridorlarda, servislerde, poliklinikte her yerde gördüğünüz insanlar mutsuz. Herkes dertli. Ne tarafa baksanız hüzün dolu. Arkadaşınızı görüyorsunuz, konuşuyorsunuz, önceki gün yaşadığınız bir olayı anlatıyorsunuz, neşeleniyorsunuz. Poliklinikte hasta bakıyorsunuz, her hasta ile gereği kadar ilgilenmeye çalışıyorsunuz, siz içeride bir hastayı muayene etmeye çalışırken dışarıdan gelen sesleri duyuyorsunuz. Dışarıda sizin hakkınızda “niye oyalanıyor bu doktor, biraz çabuk olsa da bizi de çağırsa ya!” diye söylenen hastalar var. Umursamamaya çalışıyorsunuz, o kişileri içeri aldığınızda birazcık hızlı olmaya çalışsanız aynı kişiler sizin için “hiç ilgilenmedi, şöyle bir baktı gönderdi” diye konuşuyor. Yani bazen hiçbir şekilde yaptığınız şey takdir görmüyor. Öğle arası vakti geliyor, arkadaşlarınızla yemeğe gidiyorsunuz, sıkıntılarınızdan biraz uzaklaşmak, yorgunluğunuzu biraz olsun atmak istiyorsunuz. Arkadaşlarınızla eğlenceli konulardan bahsedip neşelenmeye çalışıyorsunuz. Zaten hayatının büyük çoğunluğu hastanede geçen insanların ne kadar neşeli anıları olabilir ki konuşabileceği. Servislerde ağır hastalar, ameliyattan yeni çıkmış veya ameliyata gidecek hastalar, yoğun bakımda her an ölüme çok yakın yaşayan, yaşamaya çalışan insanlar, küçücük çocuklar var. El kadar bebekler var yeni doğmuş ve doğduğundan beri ölüm ile yaşam arasında gidip gelen. Gencecik insanlar var nice hastalıkları olan. Yaşlı amcalar teyzeler var çeşit çeşit sıkıntıları olan. Hepsi o kadar tatlılar ki. Ama hepsinin öyle dertleri var ki. Çoğu, kimseye anlatamadığı dertlerini size anlatıyor. Yüzlerce insana bir anlamda dert ortağı oluyorsunuz. Sizin hiçbir derdiniz yokmuş gibi görünüyorsunuz ve öyle görünmek zorundasınız. Çünkü siz doktorsunuz.

Bir sabah servisteki bir hastanın kalbi duruyor, acil müdahaleye başlıyorsunuz hep beraber. Saatlerce uğraşıyorsunuz kalp masajı, solunum desteği. Tam düzeldi diye düşünürken tekrar kötü oluyor ve sonunda çaresiz kalıyorsunuz. Elinizden gelen herşeyi yapmanıza rağmen hastayı kaybediyorsunuz. Bir can, elinizin altından kayıp gidiyor. Yoğun bakımda her an yakın takip ettiğiniz hasta artık takip edilemez oluyor. Elinizden gelen hiçbirşey kalmıyor. Dışarıda ailesi bekliyor. Acı haberi vermeniz gerekiyor. Ama önce bunu sizin sindirmeniz lazım. Gencecik hastalarınız oluyor ilerleyen hastalığı olan. Tedavisi henüz bulunamamış hastalığa yakalanan. Hastalığının sonunu az çok biliyorsunuz, birkaç seneye kalmaz yatalak olacak. Minicik bebekler görüyorsunuz doğarken hasta doğuyor, nice hastalıkları oluyor o minicik bedende.

Bunların hepsine stajyer doktorken şahit olmaya başlıyorsunuz. Aynı zamanda bir yandan eğitiminizi almaya çalışıyorsunuz. Maketler üzerinde öğrendiğiniz kan alma işlemini hastalar üzerinde uyguluyorsunuz ve görüyorsunuz ki, hiçbirşey maketteki gibi değil. Ama bir şekilde bunları öğrenmeniz gerekiyor. Sonuç olarak hastaların biraz canını yaksanız da bir süre sonra öğreniyorsunuz.

Sınava götürmek için hasta hazırlamanız gerekiyor. Hasta sorularınızdan bıkıyor, ama sormazsanız hocanız kızıyor. Yani hazırlamanız gerekiyor bir şekilde.
Bu sırada herkesle beraber birçok olaya şahit oluyorsunuz. Mesela öyle hastalarınız oluyor ki, durumuna çok üzülüyorsunuz. Bazısının tanısı koyulamıyor. Tanısı koyulana da ayrı üzülüyorsunuz. Bazısının ölümüne şahit oluyorsunuz. Asistanlar saatlerce başında uğraşırken yanlarında oluyorsunuz ve sonra hastanın son anlarını görüyorsunuz.
Düşünün, gencecik bir hastanız var, tanısı koyulana kadar her gün yanına gidiyorsunuz, konuşuyorsunuz, muayene ediyorsunuz. İki küçük kızı var, size her gün onlardan bahsediyor muayene sırasında. Bir gün asistandan öğreniyorsunuz ki tanısı (teşhisi) koyulmuş. Öyle bir tanı ki, duyunca ağlamamak için kendinizi zor tutuyorsunuz ve üzüntüden bir daha hastanın yüzüne bakamıyorsunuz, odasına giremiyorsunuz.

Veya bir yanık ameliyatına giriyorsunuz. 93 yaşında bir amca. Evde sobanın üzerindeki çaydanlığı alırken ayaklarına kaynar su dökmüş. Amca ameliyat masasında yatıyor, herkes etrafta birşeyler yapıyor, ameliyata hazırlanıyorlar. Bir stajyer olarak kenarda herşeyi izliyorsun. Bir bakıyorsun amca ağlamaya başlıyor. “Niye ağlıyorsun amca?” diye soruyorlar, verdiği cevap ise seni ağlatıyor. “Ben daha uyumadım ki!” Amca kendisini uyutmayı unuttuklarını ve ameliyatı canlı canlı yapacaklarını zannettiği için korkudan ağlıyormuş meğer. Amcaya daha hazırlandıklarını birazdan uyutacaklarını söylüyorlar ve rahatlatıyorlar. Peki eğer o ağlayan amca sizin önünüzde ruhunu teslim eden ve çok sevdiğiniz dedenize benziyorsa ne yaparsınız? Ağlamamak için kendinizi tutabilir misiniz? Emin olun tutulmuyor. Yeşil maskenin altından akan gözyaşlarınızı tutamazsınız! Onunla birlikte siz de ağlarsınız. Ve sonraki birkaç gün boyunca ağlamaya devam edersiniz.

Ama bir şekilde bunlara alışmanız gerekiyor. Tüm bunlara rağmen, her türlü sıkıntılara rağmen yaşıyorsunuz. Ve siz de bir insansınız. Bu kadar üzüntüyle, bu kadar kederle hayat geçer mi? Biraz zor. Her hastaya onlar kadar üzülseniz, her hastaya yakınları kadar ağlasanız, herkesin acısını aynı derece hissetseniz yaşayabilir misiniz?

VE KARŞILIKLI EMPATİ…

Empati; karşındakinin ne hissettiğini anlamaktır ve ona bunu hissettirmektir, onun yaşadığını birebir yaşamak değil! Bu sınırı iyi korumak gerekir. Eğer koruyamaz da kendinizi çok kaptırırsanız her an dertli kederli olursunuz. O zaman kimseye de bir faydanız olmaz. Hasta sıkıntısını anlatırken “vah vah, tüh tüh” diyemezsiniz. Ölürken yanında olduğunuz her hastaya yakınları gibi oturup ağlayamazsınız. Üzülürsünüz, belki ağladığınız da olur, siz de insansınız. Ama onlar kadar acı hissetmezsiniz.

Gün içinde gördüğünüz bir dolu hasta var. Hepsiyle aynı duyguları yaşarsanız sonunuzu siz düşünün. Onlar kendi dertlerine dayanamazken, siz bir gün içinde yüzlerce farklı derdi kaldırabilir misiniz? Sanki biraz zor. O nedenle, herşeyden çok fazla etkilenmemeye çalışıyorsunuz. Arkadaşlarınızı gördüğünüzde değişik konulardan konuşmaya çalışıyorsunuz veya konuştuğunuz şeylerden mutlu olmaya çalışıyorsunuz. İnsani bir ihtiyaç olarak siz de muhabbet edip gülüp eğleniyorsunuz.

Yoğun bakımda bir arkadaşınızın birşeyi kutlamak için pasta getirdiğini öğreniyorsunuz, beraber pasta yiyorsunuz, neşelisiniz. İçeride hastalar var, hepsinin durumu ciddi. Dışarıda yakınları var, ufacık bir iyi haber bekliyorlar, her an ağlamaklılar. Sizin o halinizi gören, ne kadar düşüncesiz olduğunuzu düşünür değil mi. Ama hastalara elinizden gelen herşeyi yapıyorsunuz ve onun dışında bekliyorsunuz. Yeri geliyor geceleri uyumuyorsunuz. Peki her hastanın başında “daha da yapabileceğim birşey yok” diye ağlamanın bir anlamı var mı? Hastaların durumuna üzülüyorsunuz ama bunu o kadar yoğun yaşamamak gerekiyor. Ve bazı şeylerden mutlu olmayı öğrenmek gerekiyor.

Peki ya kendi başınıza hiç mi kötü birşey gelmiyor? Hep dertli olan hastalarınız mı? Siz dertsiz kedersiz, hiçbir sıkıntısı olmayan, hastalanmayan, ölmeyen insanlar mısınız? Tabii ki hayır! Çeşit çeşit hastalıklar, çeşit çeşit hastalar görüyorsunuz. Bunların hiçbirinin kendi başınıza gelebileceğini ummuyorsunuz bazen ve öyle bir an geliyor ki, en yakın arkadaşınızın kansere yakalandığını öğreniyorsunuz bir gün. Veya sevdiğiniz bir hocanızı kaybediyorsunuz. Veya kendiniz hasta oluyorsunuz. Veya annenizin, babanızın başına birşey geliyor. Belki çocuğunuz sakat doğuyor. Gördüğünüz hastalıkların hepsi kendi başınıza gelebiliyor. Ama herşeye rağmen o gün odasına girdiğiniz veya sizin odanıza gelen hastaya güler yüzlü davranmanız gerekiyor. Çünkü hastalar güler yüzlü, kendisini anlayan ve hastalığını tedavi eden doktor istiyor. Haksızlar mı? Haklılar tabii ki de. Ama doktorların da insan olduğunu unutmamak gerekiyor. Herkesin hayatında bir dönem belki birkaç saat, belki birkaç gün, belki birkaç ay sıkıntılı zamanlar geçirdiği hastanede, doktorlar bir ömür geçiriyor. Buna rağmen çoğu, halinden memnun. Bir kişinin “Allah razı olsun!” demesi kadar mutluluk verici birşey olmuyor. Kişinin tüm yorgunluğunu alabiliyor.

Her meslekte iyi ve kötü olanlar oluyor. Ama kimse “ben kötü doktor olacağım” diye başlamıyor bu mesleğe. Zamanla insanlar değişiyor ve aynı eğitimi almalarına rağmen farklı farklı doktorlar oluyorlar. Bazısı hastaya her an güler yüzlü davranıyor, bazısı sabredemiyor ve çabucak sinirlenebiliyor veya çok tepkisiz olabiliyorlar. Bir kısmı çok sevilirken, bir kısmı kötüleniyor. Tabii ki bu istenen birşey değil. Gönül ister ki, herkes çok iyi olsun. Ama her zaman herşey istendiği gibi olmuyor. Nasıl çeşit çeşit insan varsa, o ölçüde çeşit çeşit de doktor var.

İşte beraber çıktığımız iki farklı hastane yolculuğunda iki bambaşka dünya gördük. Hiçbirşey sandığımız kadar kolay, hiçbirşey gördüğümüz kadar basit değildir! 
Herkes kendi açısından haklıdır. Hasta da, doktor da.
Sadece birazcık empati, birazcık anlayış, birazcık saygı, birazcık da sabır gerekir en güzel şekilde anlaşabilmeleri için.

Rabbim tüm hastalara şifa, yakınlarına sabır, doktorlara da kolaylık versin, hastalarına hayırlı doktorlar olabilmelerini nasibeylesin.
Rabbim sabrımızı, şükrümüzü arttırsın, ilmimizi geniş, imanımızı yoldaş eylesin.
Dualarınızdan ayırmayın inşaAllah.

Taş duvarların içinde taş kalpler yok.! farklı kalpler var.!

“İnsan denen meçhul: Aciz, mağdur..
Ellerinde şifa bulmaya gelir.
Göz bir nazara, kulak bir nidaya
belirir kapında..
Ey tabip: Bilirsin ne elinde tornavida,
ne masanda bozuk bir makina!
Ellerinde neşter, masanda insan var..
Ey tabip: Canına emanet bir can var..
Ve sen.! Bu kutsal vazifeyi namzet.”

Bu güzel vazifenin değerli adayları; tüm doktor adaylarının ve doktorların 14 Mart Tıp Bayramı kutlu olsun.!

Bu değerli vazifeyi hakkıyla yerine getirebilmek dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum