Afife ARTIK
İkinci Şuayı anlamak–5
Birinci meyvede sık sık tekrar edildiği gibi cemal-i İlahî ve kemal-i Rabbanî tevhid ve vahdette tezahür ediyor. Öyle ise evvela tevhid ve vahdetin ne olduğunu derk etmem gerek. Bunun için de en önemli adımlardan biri kesret ölçüleri ile düşünmekten kurtulmaktır. Kesret ölçülerinden sıyrılmaktır. Bu da ancak Kuddüs ismine mazhariyet ile mümkün oluyor.
İkinci Şua’nın evvelinde Otuzuncu Lem’adaki altı ism-i Azam var. Bunlar zikir makamında okunduklarında “Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” sıralaması ile okunuyorlar. Tefekkür makamında ise Otuzuncu Lem’adaki sırası ile yani “Kuddüs, Adl, Hakem, Ferd, Hayy, Kayyum” olarak okunuyor. Adl ismine mazhariyet ile Kur’an’a ait, Vahdete ait ölçüler derk ediliyor ama evvelinde Kuddüs isminin tecellileri ile bir temizlenme oluyor.
Kuddüs ismine mazhariyet bizi hem maddi hem de manevi kirlerden temizliyor. Batıl itikatlar ve günahlar manevi kirler olduğu gibi, tevhid nazarı ile bakmama mani olan her şey de manevi kirlerden sayılır. Adl isminin başındaki temsilde hiç de bizim ölçülerimize uymayan bir misal veriliyor. Bizim ölçülerimize göre memleket içinde şehir, şehir içinde saray olur. Halbuki bize öyle bir ölçü veriyor ki kesret ölçülerine hiç uymuyor. Demek Kur’ana ait bir başka ölçü bize kazandırıyor. Elbette bu ölçüyü kazanabilmek evvela alışageldiğimiz ölçüleri terk etmekle mümkün. İşte bunu da Kuddüs isminden gelen tecelliler yapıyor. Zaman, mekan ve madde kaydı altında düşünmek sınırlılığından bizi kurtarıyor.
Kuddüs isminden gelen tanzif fiili çeşitli aynalarda farklı farklı görünüyor. Mesela semavat ayinesinde vazifesi bitip ölen kürelerin bir karışıklığa sebep vermeden ortadan kaldırılması olarak görünürken küre-i arz ayinesinde küçük haşerelerin cenazelerinin karıncalar tarafından ve büyük hayvanların cenazelerinin de leş yiyen kartal ve çakal gibi hayvanlar tarafından kaldırılması olarak görünüyor. En küçük daireden en büyük daireye kadar tanzif fiili kemal-i suhuletle iş görüyor. Bir katibin sayfalarını temizlemesi kolaylığında tüm küre-i arzın örtüsünü değiştiriveriyor. Çünkü tanzif fiili öyle bir Zat’ın fiili ki kudreti zati ve az-çok, büyük-küçük her şey O’na gayet kolay olan bir Zat. Ve yine tanzif fiili öyle hâkim bir Zat’ın fiili ki o fillden gelen emirleri bütün mahlukat dinliyorlar.
İsm-i Kuddüs’te çok dikat çekici olan bir kavram “vahdânî fiil” kavramıdır. Bir de fiillerin “vahdet-i neviyyesi” kavramı var. Allahu a’lem bissavab bu kavramlar; vacib’ül vücud, vahid-i Ehad olan Zat’a ait fiillerin O’nun şanına yaraşır bir tarzda her türlü kayıttan Müberra olduğuna ve bir tek fiilin bütün fiiller manasında olduğuna işaret ediyor. Mesela bizim içinde oturduğumuz evlerin ayrı ayrı odaları vardır ve her odanın kendine göre farklı tefrişatı ve kuralları vardır. Biz bir odadan çıkıp diğerine girdiğimizde önceki odanın kuralları artık bizim için bitmiş olur. -Allah her türlü misalden münezzehtir- Cenab-ı Hakk’ın ayrı ayrı isimleri ve fiilleri vardır ve bu isimlerin ve fiillerin tecelli alanları (tabiri caiz ise) vardır; fakat bu isimler ve fiiller nur ve nuranî olduğundan bizim evimizin odaları gibi bir ayrılıkları yoktur. Hepsi birbiri içinde görünür.
Birinin tecelli etmesi aynı anda hepsinin beraber tecelli etmesi manasına gelir. Mesela Hayy ismi ile hayat bulan bir zihayatın vücudunda aynı anda Hakîm ismi dahi tecelli eder ve onun yuvasını, hanesini tanzim eder; aynı anda Rezzak ismi dahî tecelli edip onun rızkını verir ve hakeza. İşte tanzif fiili de öyle bir fiil ki onun tecelli etmesi aynı anda bütün fiillerin tecelli etmesi manasına gelir. Öyle ise tanzif fiili (diğer bütün fiiller gibi) vahdani bir fiildir; yani, bütün diğer fiiller manasına gelen bir tek fiildir.
İsm-i Kayyum’un sonunda sondan başa doğru bütün bu fiillerin birbiri içinde tekrar anlatılması bu nazarı kazanmamıza yardımcı oluyor. Evet esma ve fiile ait bu nuraniyet, onlara ayine tutan Risale-i Nur’a da sirayet etmiş ki her bir risalenin kendi alanında riyaseti var ve hangi risaleyi merkeze koysanız rahatlıkla diğer risaleleri onun etrafında intizamla dizebilirsiniz. Birbiri ile nurani bağlarla bağlanmış tüm risaleler.
Bu sır ile tanzif fiili diğer bütün fiiller manasına geliyor ve bütün fiiller ile beraber tecelli ediyor. Öyle ise bu Otuzuncu Lem’a’daki bütün fiilleri bu şekilde değerlendirmeliyiz. Biri, tüm diğerleri ile beraber ve diğerleri manasında tecelli ediyor. Mesela parmağımın bir sınırı haddi var; bu sınırın korunması, bu sınırı ihlal edecek tüm hücrelerin tanzif fiili ile temizlenmesi ile oluyor ve aynı anda adalet dahi tecelli edip o parmağın hakkını veriyor ve ona ne kadar hücre lazım ise o kadarı taktir ediliyor böylelikle ism-i Kuddüs ile ism-i Adl’den gelen filller aynı anda iş görüyor. Yine aynı anda o parmağım için bir gaye bir mana yaratılıyor ve bu da Hakem isminden gelen tecellilere bakıyor ve hakeza bütün isimlerden gelen tecelliler olan fiileri bu şekilde tatbik edebiliriz.
Bütün isimler ve bütün fiiller aynı anda tecelli etmekle beraber hangi ismin penceresinden bakarsak o isme ait manalar daha öncelikli görünecektir. Bu mesele galib-i Esma başlığı altında incelenebilir. Esma-i İlahiyye ne ayn ne gayr olduğundan hem birbirinden ayrı hükümleri vardır hem de bir isim bütün isimler ile beraber tecelli eder.
Risale-i Nur Enstitüsünün bir konferansının sonuç bildirisinde okuduğum şu ifade çak orijinal gerçekten; cümleyi aynen aktarıyorum: “Kainatta tecelli eden Esma-ül Hüsna’nın ‘kutsi istişare’si neticesinde abesiyet ve israf gözükmemektedir” (istişare ve sahs-ı manevi modeli sonuç bildirisi)
Evet, her bir mevcut müteaddit diller ile yaratıcısını anlatıyor; belki her mevcut türlü türlü halleri ile bin bir Esma-i İlahiyye’nin dellalıdırlar. Bizim anlamamız noktasından evvela fiil mertebesi geliyor. Eserden fiile bakmanın pratiğini ise pek çok risalelerde görüyoruz. Eser kesrette ve zaman mekan madde kaydı altındadır; fiil ise bu kayıtlardan münezzehtir. İkinci Şua’nın birinci meyvesinde de eserden fiile geçmenin pratiği var daha ileride gelecek olan ihata, ıtlak ve nihayetsizlik kavramlarını anlamak için de bu pratiği iyi yapmış olmamız gerekiyor. İşte bu noktada tanzif fiili bizi kesretin kesif ölçülerinden temizleyip vahdete ait manaları algılayabilecek tevhid nazarımızın açılmasını sağlıyor, böylelikle Cenab-ı Hakk’a ait manaları algılayabilecek latifelerimiz çalışmaya başlıyor. On yedinci Lem’anın Onuncu Nota’sındaki marifet bürhanlarına muhatap olabilmek de belki ancak böyle mümkün olabiliyor. Madem ki marifet bürhanları hava, su ve nur gibiler ve madem ki benim kesif ölçülerim ile avlanmaları mümkün değil, tanzif fiilinden gelen bir nezafete mazhar olmakla bir cihetle letafet kazanarak onlara muhatap olabilirim. Onlara sahip olmak değil, külliyetle dalıp, ruh ile teneffüs ederek adeta onların bana sahip olmalarına kabiliyet kesbetmek. Böylelikle tevhid ve vahdette tezahür eden manalara muhatap olabilmek…
Rabb-i Rahimimden suhuletle bu muhataplığa mazhar etmesini temenni ediyorum. Umulur ki vehbinden bize verir; tıpkı hiç hak etmediğimiz halde bize bu hayatı ve vücudu verdiği gibi…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.