İmam Bediüzzaman ve Şeyh Sünusî

İmam Bediüzzaman’ın Ankara günleri ile ilgili son değerlendirmeyi 95. yıl dönümü yaşanan Mukaddes Cihad  ile birlikte ele almak yerinde olur.
Cihan harbini anlatan resmi yayınlar bu harbi ısrarla Türk harbi olarak takdim ederler. İttihad-ı İslamın önüne geçmek ve Müslüman halkların kardeşliğini unutturmak isteyen çevreler, bu vesile ile bir yandan tarihi çarpıtırken diğer yandan gelecekte yeni bir uyanışın önüne geçecek planlar yaparlar.

Osmanlı imparatorluğu, cihan harbine “cihad-ı mukaddes” ilan ederek başlamıştı. Cephelerde savaşan, Arap, Kürd, Arnavud, Boşnak, Çerkez, Ermeni, Berberî, sivil ve asker mücahidlerden ayrı olarak, Hindistan, Cava, İran, Afrika, Kafkasya, Mısır gibi ülkelerden Müslümanlar üzerinde etkili olan çok sayıda lider şahsiyet İstanbul’a gelmişlerdi.  Bu işleri organize etmek için “Teşkilât-ı Mahsusa veya nam-ı diğerle Umur-ı Şarkiye Dairesi” görevlendirilmişti.

Mücahidlerin İstanbul serüvenini o dönemde Teşkilat-ı Mahsusa’nın başında bulunan Hüsameddin Ertürk anlattı: “Bunların hepsi kendilerine tahsis edilen saray, köşk, otel ve medreselerde ikamet etmeğe başlamış ve cümlesinin iaşesi, devletçe deruhte edilmişti. Sırası gelenlere vazifesi verilerek mürettep oldukları mahallere gönderiliyor, ellerine bir talimat ve kendilerine yetecek miktarda para veriliyordu. Bunlardan Şeyh Sunusi Hazretleri, Topkapı Sarayında misafir ediliyor, diğer İslâm mücahitleri, Harbiye Nezaretinin emriyle muhtelif mahallerde ağırlanıyordu. Yüksek şahsiyetli olanlar (Tokatlıyan - Pare-palas) otellerinde, Nişantaşı’ndaki konaklarda, bir kısım mücahitler de Fatih camiinin meşhur medreselerinde ikametlerine tahsis edilen oda ve koğuşlarda kalıyorlardı”  (1)

ŞEYH SÜNUSÎ TOPKAPI SARAYINDA

Mukaddes cihad için İstanbul’a gelen misafirlerin en önemlisi Şeyh Sünusi idi, Sünusîlik 1830’da Fransızlar Cezayir’i  işgal ettikleri sırada  Afrika’nın diğer kısımlarını  işgalden kurtarmak için  Seyyid Muhammed bin Ali es-Sinusî  tarafından kurulmuştu.  Bölgeyi yüz yıla yakın emperyalistlere karşı savunan teşkilât, asıl mücadelesini 1912 yılında Trablusgarp’ı işgal etmek isteyen  İtalyanlara karşı verdi. 
Enver Paşa, bu mücadelede Şeyh Sinusi’nin yanındaydı. Gizlice gittiği Trablusgarp’ta kısa sürede halkı örgütlemiş, iki yıl boyunca İtalyan güçleri çıkarma yaptıkları sahillerden bir adım öte geçememişlerdi.  Ne varki aynı dönemde başlayan Balkan harbi hezimetle sonuçlanmış Edirne, Bulgar işgaline düşmüştü.

Enver Paşa, Edirne için göz yaşları içerisinde Trablusgarp’ı terk temek zorunda kaldı.  Onun mücadelesini Şehzade Osman Fuad Efendi sürdürecekti.  (2)
Cihan harbi başladığında sıra Şeyh Sinusi’ye geldi. Hicaz’da Şerif Hüseyin’in hareketlerinden şüphe edildiği günlerde onun manevi liderliğine ihtiyaç vardı. Şeyh bütün alem-i İslam’da tanınıyor ve hürmet görüyordu. Enver Paşa, Şeyh hakkında büyük ümitler besliyordu. "Şeyh Sünusi Hazretlerini umum âlem-i İslâm için en hürmete değer bir reis olarak telâkki ediyorum Halife Hazretlerinin de kendilerine itimadı vardır. Onun buraya getirilmesi elzemdir. Şayet Şeyh Sünusi Hazretleri gelir ve bu nâzik vazifeyi üzerine alır da Şerif Hüseyin’i yola getiremezse, o zaman Hicaz Krallığını da, ileride Trablusgarp’ta kurulacak devletin riyasetini de kendisine vermeğe ve onu bu yerleri meşru hükümdarı tanımağa hazırız.” 

Şeyh eski silah arkadaşı olan Enver Paşa’nın davetini geri çevirmedi bir Alman denizaltısı ile İstanbul’a geldi ve Topkapı Sarayında   Sultan Reşad’ın misafiri olarak kaldı.
Ne var ki kaderin hesabı başkaydı. Şeyh henüz Hicaz’a gönderilemeden  Sultan Reşad vefat etti. Padişah Eyüp’teki türbesine gömülmüştü. Son Padişahın cülus şenlikleri ve tarihî kılıç kuşanma merasimi, her zaman olduğu gibi Eyüp Sultan’da türbe-i Halid (r.a) de  yapıldı.

Şeyh Sünusi, Hazreti Ömer'in kullandığı kılıcı kendi elleri ile Vahdettin’nin beline takmış, “Cenab-ı Hak’tan zat-ı şahanelerine ömr-i tavil, ecr-i cemil niyaz ederim, Efendimiz!” demişti.

Yeni padişah Şeyh Sünusi’ye verilen görevi onaylamıyordu. Enver Paşa’nın ısrarı üzerine kaşlarını çatmış ve ona şöyle çıkışmıştı:
“Bundan böyle vazifemiz, İttihat ve Terakkinin tuttuğu yanlış siyaseti düzeltmektir Paşa!. İngilizleri fazlasiyle rencide etmiş bulunuyoruz. Makam-ı saltanat ve hilâfetimiz, bu yanlış yürüyüşten fazlasiyle zarar görmüştür. Bundan böyle düşmanlarımızla aranın bulunmasını istiyorum. Ve Şeyh Sünusi Hazretlerinin Hicaz’a gitmeleri hakkında hazırlanmış programı da bu günden itibaren iptal ediyorum. Maksadım Yıldırım Ordularımıza karşı Suriyeli, Iraklı, Hicazlı, Arap mücahitleriyle İngiliz kuvvetlerinin yapacaklarını işittiğim taarruzun akim kalmasıdır. Bizim düşüneceğimiz şey, itilâf devletleriyle mücadele değil, sulhtur.”

Paşa için yapacak bir şey yoktu. Aynı günlerde Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Faysal’dan yeni bir mesaj geldi. “Çocukluğumdan beri nimetiyle perverde olduğum Türkiye İslâmlarının kanını dökmeyi asla arzu etmiyorum. Hicaz’ın istiklâli uğrunda kan dökülmesine sebebiyet vermekten ise İttihat ve Terakki hükümetinin muvafakatiyle babama muhtariyet bahşedilmesine razıyım. Bu hususta imzalanacak sağlam bir mukaveleye taraftarım. Aksi takdirde harp sonunda ittihatçılar, idam sehpaları kurarak hepimizi asarlar!”

Bu mesaj üzerine Enver Paşa tekrar Şeyh Sünusi’nin Hicaz’a gönderilmesini Padişaha   arzetti. Fakat Vahideddin’i ikna etmek mümkün olmadı.
Kısa süre sonra Vahdettin’in Filistin Cephesine gönderdiği Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Cevat Çobanlı ve Liman Won Sanders, İngiliz General Allenbi’nin önünden 3 günde 600 km çekilmişler geride 40 bin şehit, 40 bin esir ve perişan bir şekilde dağılmış üç ordu bırakmışlardı. Bu hezimet Cihan harbini bitiren son darbe oldu . (3)

CİHAD YENİDEN BAŞLAYACAK

Mütareke imzalanmıştı. Enver Paşa için, Cihan harbinin ikinci safhasını başlatmak üzere Şeyh Sunusî’den aldığı müjdenin peşinde, Kafkasya yollarına düşme zamanı gelmişti. Şeyh, Topkapı sarayında Kur'an-ı Kerimden bir âyeti tefsir ederken  “şayet cihan harbinin ikinci safhası tazelenirse, Müslümanlar için zafer mukadderdir!” demişti.

Enver Paşa, İstanbul’dan ayrılırken Teşkilat-i Mahsusa reisini huzuruna çağırıp son talimatlarını verdi. “Erzurum ve Kafkasya’daki kıt'alarımızın dağıtılmaması, silâh ve cephanelerinin teslim edilmemesi ve Ahmet İzzet Paşa’dan gelecek emirlere itaat edilmemesi için, gerek amcam Halil Paşa’ya, gerek kardeşim fahrî Ferik Nuri Paşa’ya ve gerekse Çerkeş Yusuf İzzet Paşa’ya lâzım gelen talimat verilmiştir.
Ben şimdi huzur-ı kalp ile İstanbul’dan ayrılıyorum, harbin son yılında Kırım’da kurduğumuz (İslâm Cumhuriyeti) ve onun değerli reisi Seyyid Cafer Bey’e de talimat gönderdik. Bu cumhuriyeti asla lâğvetmemesini, karargâh-ı umumiyeden kendisine bildirdim. Hattâ ona mesture para da gönderilmiştir.
Şimdi bu Cihan Harbinin ikinci safhası başlamak üzeredir. Hatırlarsın ya, vaktiyle Balkan Harbini de ikinci safhada kazanmıştık!..

“Topkapı Sarayında misafir edilen Şeyh Sünusi Hazretleri, Fatih medreselerinde barındırdığımız bunca meşayih, Mısırlı ümera ve zabitan, velhasıl misafiran-ı İslâmiye namı altında İstanbul’a topladığımız mücahitlerin hepsi gidinceye kadar iaşe edilmelidirler. Ayrıca bunların salimen memleketlerine firarlarını temin etmelisin. Bunlar için, Alman Erkân-ı harbiyesiyle anlaştık. Denizaltı tahsis edecekler ve bu sayede kaçmaları garanti edilecektir. Aman Hüsametin Bey bunlara elinden gelen yardımı esirgeme, çünkü hepsi imparatorluğumuza hizmet etmişlerdir, ileride de edeceklerdir. -
Afrika’da Osmanlı Ordular grubuna kumanda eden Şehzade Osman Fuad Efendiye hemen haber gönderiniz, maiyetinde bulunan ümera ve zabitan, sanayi ustaları asla geri gelmemeli, ellerindeki silâh ve cephaneleri de teslim olunmamalıdır. Çünkü cihad-ı mukaddes devam edecektir.

Umumî Harpten evvel Istanbul’da kurulmuş olan (Türk-İraniyan) İslâmları Birliği Reisi İran Meşahir-i Meşayihinden Şeyh Esad Efendi Hazretleriyle İstanbul’da ikamet etmekte bulunan Iran Nazırlarından (Nizamüssaltana), maiyetinde bulunan yüze yakın İranlı zabitan ve mücahitlerin, Hakan-ı sabık Mehmet Ali Şahin’in biraderi  Salarüddevle’nin ve maiyetlerinin salimen İran’a gönderilmelerine behemehal çalışmalısınız!”

MÜCAHİDLER İNGİLİZLERE TESLİM EDİLDİ

İstanbul işgal edilmişti. İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri onları arıyordu. Yeni hükümet onları sahiplenmiyordu. “Sadrazam Müşir Ahmet İzzet Paşa, Harbiye Nezareti Müsteşarı Erkânıharp Miralayı İsmet Bey, bu yükü memleketin kaldıramıyacağını söylüyordu. Teşkilat onların firarını sağlamak istediyse de  Merkez Kumandanı, Sultan Hamid devrinin Seccadecibaşısı İzzet Bey’in damadı Çerkez Fevzi Paşa, buna karşı çıktı.

“Biz Enver Paşanın talimatiyle hareket etmiyoruz. Bunlar mikrop adamlardır. Onları mütareke mucibince itilâf devletlerinin buradaki mümessillerine teslime mecburuz. Bunun mesuliyeti bize düşer, sizi alâkadar etmez, Teşkilâtı Mahsusa lağvedilmiştir, daha ne diye bu işlere karışıyorsunuz!” diye çıkışmış,  gece kanun çavuşlarıyla medreseleri bastırıp İslâm mücahitlerinden bir çoğunu İngilizlere teslim ettirmişti.
İlk hamlede bu zavallılar Bostancıda inşa edilmiş olan barakalara nakledildiler ve tahammül edilmez işlerde  kullanıldılar. Bir kısmı da Çanakkale’ye gönderilerek, İngiliz mezarlığının hazırlanmasında çalıştırıldılar. Ve bittabi pek çoğu da bu yolda telef oldu. Bir kısmı güya memleketlerine iade edildiler. Onlar da yolda yok edildiler. Velhasıl hayatlarını Osmanlı imparatorluğu uğrunda feda etmiş bu insanları rahmetle anmak hepimize düşen bir borçtur.”

ŞEYH SÜNUSİ ANKARA’DA

Sultan Vahdettin, Şeyh Sünusi’nin İstanbul’da kalmasını istemiyordu. Bir takım endişelerle onun Bursa’da ikamet etmesini istedi. Şeyh İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Ankara’ya gitti. 7 Kanun-ı Evvel 1338 tarihli Yenigün Gazetesi bu yolculuğu haber yaptı:

“Özel trenle hareket eden Şeyh Sinüsi yoğun kar yağışı yüzünden bir gün gecikmeyle Ankara’ya geldi. İstasyonda özel bir karşılama töreni yapılmış, büyük millet meclisi musikası ve bir kıta muhafız taburu ile selamlanmıştı. Meclis namına bir heyet tarafından karşılanan şeyh Sinüsi Ankara’da kalabalık bir halk kitlesi tarafından karşılandı. Şeyh, Erkân-ı Harbiye dairesinde misafir edildi. Burada Kazım Karabekir tarafından ziyaret edildi. Öğleden sonra Büyük Millet Meclisi’ni  ziyaret etti.  (4)
   
Şeyh, Mecliste yaptığı konuşmada Milli Mücadele’yi İslam Alemi’nin kurtuluşu için atılmış önemli bir adım olarak gördüğünü ifade etmişti:
“İslâmiyet’in yok olmasına kesin gözüyle  bakıldığı günlerde Türk milletinin başlattığı cihad-ı milliye, âlemi İslâm’ın bekasına ve din-i mübin-i İslâm’ın ebediyetine ait en güzel beşarettir. Ben bu mukaddes hizmetin saadet-i hakikiye ile neticelenmesini ümit ve dua eylerim. Belki bazı kimseler «cihad» lâzım değildir demişlerdir. Halbuki Hadisi Nebevî, İslâmiyet’in mukaddesatına el uzatanlara karşı  cihadı meşru kılmıştır. Siz de bunu yaptınız var olunuz. Allah yardımcınız olsun ve sizi mazhar-ı saadet eylesin.
Gayemiz İslâm’ın yüceltilmesidir. Bu sebeple her suretle ben ve memleketim hizmetinize amadedir. Allah muininiz ve Hazreti Peygamber şefaatçiniz bulunsun âmin...»

Bu günler Ankara’nın önemli günleriydi. Vahdettin İstanbul’u terk etmiş hilafet ve saltanat birbirinden ayrılmıştı. Gelibolu Mebusu Celal Nuri Bey,  Şeyh’e  konu hakkında  ne düşündüğünü sordu: “En önemli farzlardan biri, namazdan sonra cihattır. Egemenlik, kuvvet sahibi olanındır. TBMM, düşmanlara karşı müdafaada bulunup İslam mülkünü istilâdan kurtardığından meşruluğu, her türlü şaibenin üstündedir. Bütün hukuk ve görevler TBMM’nindir. Meclis bu görevi yapmaz ve iyi yoldan uzaklaşırsa, o zaman bütün Müslümanların düşünmesi gerekir.”  (5)

Ankara’da temaslarını tamamlayan Şeyh Sünusî, umumi vaiz sıfatıyla bir süre daha Anadolu şehirlerini dolaştıktan sonra İtalyanlara karşı sürdürülen direnişi desteklemek üzere Trablusgarp’a döndü. 

BEDİÜZZAMAN’A TEKLİF EDİLEN SUS PAYI

Tarihin bu önemli günlerine Ankara’da şahit olan İmam Bediüzzaman, Şeyh Sünusî’den  bahsederken M. Kemal’in kendisine yaptığı teklifleri hatırlar. İstanbul’u etkisi altına alan İngiliz siyasetine karşı Hutuvat-ı Sitte adıyla bir risale yayınladığı için M. Kemal, kendisini tebrik etmiştir. Bu günlerde Şeyh Sünusî, umumi vaiz yapılacaktır. O’nun Türkçe bilmediğini düşünen Paşa, bu görevi önce Bediüzzaman’a teklif eder.  Ayrıca millet vekili olacak, Dâr-ül Hikmet’il- İslamiye’deki  görevine devam edecek, Van'da temelini attığı Medreset-üz Zehra için yüzellibin banknot verilecektir. Ancak Kur’an aleyhindeki tertipleri hisseden İmam Bediüzzaman, bunların hiç birini kabul etmeyip Ankara’yı terk eder.

Sonradan yaşanan olaylar üzerine dostları kendisine sordular: “Şeyh Sünusî yerine vaiz-i umumî yapılma teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin adamın hayatlarını kurtarmaya sebeb olurdun!"

“Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüzbinler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tabi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankara'ya gönderilen Risale-i Nur'un şiddetli tokatları için beni i'dama mahkûm eden zâtlar, Risale-i Nur'la imanlarını kurtarıp i'dam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahid olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim!”  (6)

İslam milletinin son nesli kendi medeniyetlerinin çatısı olan Osmanlı devletini savunmak için kanlarının son damlasına kadar savaştılar. Son kafile sayıları milyonları bulan şehitler kafilesi idi. Geri kalanlara bu neslin niçin savaştığını unutturmak için tarihin bütün renkleri üzerine kalın ve siyah bir perde çekildi. Ufukta ışıltıları görülen yeni sabahta, hatırlayacağımız ilk hakikat müminlerin kardeş olduğu hakikatı olacaktır.

DİPNOTLAR:
1-İki Devrin Perde Arkası, Samih Nafiz Tansu, Ararat yay, İstanbul 1969, s. 181, 232, 482, vd.
2-Kendi Mektuplarında, Enver Paşa, Şükrü Hanioğlu, Der yay. İstanbul 1989, s 210 vd. (Osman Fuad Efendi, 5 yıla yakın Trablsugarp’taki mücahidlere kumandanlık etti. Bu konu henüz araştırılmadı. Akademisyen arkadaşların dikkatine!
3-Osmanlı’yı Yıkan Cephe Filistin, Ramazan Balcı, Nesil yay. 2006 istanbul, s. 231 vd.
4-Yenigün Gazetesi 7 Kanun-ı Evvel 1338 /7 Aralık 1922
5-Vakit Gazetesine Göre Saltanatın Kaldırılmasına Bazı Dünya Müslümanlarının Bakışı; AAMD, Sayı 64-65-66, Cilt: XXII, Mart-Temmuz-Kasım 2006 ( Vakit, 23 Ocak 1923)
6-Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 289

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum