İsmail BERK
İngiliz siyasetine karşı Mısır zekâsı
1920’li yıllar İslam âlemi için önemli yıllardır. Çünkü zalimlerin hücumlarının yoğunlaştığı zamanları kapsamaktadır. Bu yıllarda, Osmanlı sonrası Türkiye’sinde, "süfyanizm ve deccalizm" olarak da adlandırılan Allah'ı, Peygamberlerini, inkâr fırtınası ile imanın esaslarına hücum edildi. Devlet eliyle inkâr fikirleri yaygınlaştırıldı. Darwinizm propagandası yapıldı. Bu yüzden Türkiye'de dini yatırım, iman esasları üzerine yapıldı. 1926 yılı Risale-i Nur’ların kaleme alındığı veyahut kader-i İlahi canibinden ortaya çıktığı yıllardır. Yani Türkiye’de iman zekâsının oluştuğu yıllardır.
İhvan-ı Müslimin’in ortaya çıkışı ise 1928 yılıdır. O yıllarda Mısır’da İngiliz işgali vardır. (Mısır’da 1914 yılından sonra İngiliz himayesi başlamıştır.) Sömürge ve işgal altındaki Mısır'da İngilizler direk imana değil, millet iradesine hücum ettiler. İşgal altında olsa bile, diktatörlerin dine karşı direk bir müdahalesi olmadı. Yalnızca dinsizlerin taşeronluğunu yaptılar. Zulmettiler, gaspettiler ve yerli işbirlikçilerini de çalmaya alıştırdılar.
Bediüzzaman, parçalanmış İslam’ın zeki bir mahdumu olan Mısır'ın İngiliz Mekteb-i Mülkiyesinde okuduğunu söylüyor. Yani Mısır, İngiliz siyasalına karşı nasıl mücadele vereceğini öğreniyor. Siyasi zekâsı gelişiyor. Bir gün diplomasını alıp, sömürgeci İngiliz’in dessaslığının şifrelerini çözeceğini ima ediyor. Tıpkı, Kafkasya’da Rus mekteb-i harbiyesinde okuyup diplomasını alan bahadır evlat Kafkas gibi. Ve yakın gelecekte müstaid velet olduğunu ispatlayacak olan Hintliler gibi. Temsil makamında Pakistan gibi.
1921’de İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde, Üstadın işgal kuvvetlerine karşı yayınladığı Hutuvat-ı sitte ve İngilizler hakkında neşrettiği fikirler, İngilizler Mısır’ı işgal ettiğinde de geçerliydi. Sonrasında o sömürgeci karakter tam yüzyıldır, ürettiği diktatörlerle oraya hakim olmaya devam ediyor.
“Der ve dedirtir…” türü kafa karıştırıcı sorularla elhannas bir şeytan suretinde Müslümanların kafası karıştırılır.
Türkiye, sömürge altında kalmadı. Maddi istiklaliyetini aldı ama manevi istiklaliyeti ve ruhu alındı adeta. Kur’an’dan soğutuldu.
Türkiye'de imana taarruz edildi. Buna karşı Türkiye'nin ana başarısı tahkiki iman ile toplumsal bir dönüşüm yaşamasıdır. İmandan hayata doğru bir inşa var Türkiye’de. İmanın hayattaki tezahürü oranında siyaset yerine oturacak. Bu dönüşüm siyasete daha yeni yeni yansıyor. Türkiye 33 yıllık darbe anayasasını hala değiştiremedi ama Mısır, Mübarek'ten sonra bir yılda yeni anayasasını yaptı. İşte siyasi zekanın halkla birlikte meşru zeminde hakkına sahip çıkmada geldiği noktanın alt yapısında yine dini, sosyal ve hayata yansımış hayat-ı içtimaiye tabanı var.
Türkiye’de ise daha demokratik, kalkınan ama Süfyanizm’in çizmeleri altında manevi tahrip ve imansızlık cereyanın ifsat edici karakteri her yere bulaşmış ve bozguncu.
Türkiye'nin siyasalını çözecek olan Avrupa’dır. Müspet Avrupa fikriyle işbirliğidr. Asya-Avrupa köprüsünün inşası söz konusudur. Süfyanla siyaseten baş etmenin yolu da buradan geçiyor. Aksi halde salt siyasetle süfyanla baş edilemeyeceğini üstad belirtir.
Afrika’nın siyasi zekası Mısır'dır.
Türkiye'de iman zekâsı, Mısır'da ise siyasi zekâ gelişmiştir.
İstanbul'u işgal eden İngilizlere karşı Said Nursi mücadele etmiş, halkı bilinçlendirmek için eser yazıp dağıtmıştır. Mısır'da ise İngiliz işgaline karşı Hasan el-Benna mücadele etmiştir.
İngiliz emperyalizminin Mısır'ı maddi-manevi sömürdüğü dönemde, Hasan el-Bennâ'nın yoğun bir faaliyet içinde olduğunu görüyoruz. Dönemin tanınmış âlimleriyle temas kuran ve onları bir araya getirmeyi başaran Hasan el-Bennâ, öğrencilik yılları boyunca cami ve kahvehanelerde toplantılar düzenlemiş; gerek buralara davet ettiği âlimler yoluyla, gerekse kendi konuşmaları ile halkın bilinçlendirilmesinde etkin bir rol oynamıştır. Mezuniyeti sonrasında öğretmen olarak göreve başladığı İsmâiliye'de de, cami ve kahvehanelerde sürdürdüğü konuşmalarıyla etrafında çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır. 1928 yılı Mart ayında evinde toplanan bir grup insanla İslam davası yönünde yaşama ve ölme yemini ederek, "milletin kalbinde yeni bir ruh olarak" "İhvan-ı Müslimin" (Müslüman Kardeşler) teşkilatının temellerini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif cemiyetler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaştırılan bu davet, Kahire'dekiCem'iyyetü't Tehzîbi'l-İslâmî adlı gençlik teşkilatının da İhvan-ı Müslimîn'e katılmasıyla genişleme fırsatı bulmuştur. (https://misir.ihh.org.tr/hasanelbenna.html)
Mısır’ın tarihi siyasi zekâsına basamak olmuştur. Bu yüzden Mısır Bediüzzaman’ın siyasi olarak suçlandığı dönemde kaleme aldığı Divan-ı Harbi Örfi eserini okumalıdır.
İhvan hareketi ile Nur hareketinin farkları, ortak noktaları, iklimleri, metotları ve yaklaşımları ve öncelikleri üzerinde akademik bir müzakere ve çalıştay yapılabilir. Bu uzun bir konu.
Gündem olan noktadan bakıldığında, Mısır hem Arapların hem de Afrika’nın temsili makamındadır. İngiliz siyasetine birinci derecede maruz kalmış, sömürülmüş ve hala birinci derecede tecrit edilen bir ülke ve diktası bile uyduruk bir darbe ile meşru iktidarı devirip menfi batının tezgahladığı bir oyunun en canlı sahnesidir.
Şu an milyonların meydanları kendine kapattığı meşru bir müdafaa zemininde, darbe karşıtlarının, İhvan’ın muvaffakiyetleri için dua ederken, Risale-i Nur ile buluştukları müspet hareket metodunun da icra edildiğini görmekteyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.