İslam’da ‘iki kadın bir erkek etmez’ mi?

İslam’da ‘iki kadın bir erkek etmez’ mi?

Bazı davalarda bir erkek yanında iki kadının şâhitliğinin aranması...

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, son günlerin tartışmasına açıklık getirdi.

“İKİ KADIN BİR ERKEK ETMEZ” ÇARPITMASI VE İSLAM HUKUKUNDA KADININ ŞÂHİTLİĞİ MESELESİ

Kur’an ve Sünnete vâkıf olmayan bazı ilahiyatçılar yahut İslam’ı yozlaştırmak isteyen hainler, son zamanlarda en makbul fakültelerimize ve kurumlarımıza kadar sokuldular. Kur’an’ın açık âyetini ele alarak ve çarpıtarak “iki kadın bir erkek etmez” diye bir din anlayışı olmadığını söyleyebilecek kadar alçalmaktadırlar. Uzun da olsa bu konuyu açıklamak bizim görevimizdir.

Hemen belirteyim ki; Bazı davalarda bir erkek yanında iki kadının şâhitliğinin aranmasını, erkeğin kadından bir kat daha üstün olduğu şeklinde anlamak yanlıştır.

İslâm’da iki kadının şâhitliğinin bir erkeğin şâhitliğine denk olması ile İslam’ın erkeği kadından üstün tuttuğu iddiasının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Zira “iki kadının şâhitliğini bir erkeğin şâhitliğine denk tutan, Bakara Sûresinin 282. Âyeti, bir kısım çevreler tarafından kasden parçalanmakta ve Bektaşi mantığıyla hükümler verilmektedir.

BİRİNCİ OLARAK, İslâmiyetin geldiği dönem ve çevrede, kadınlar insandan sayılmazken, İslâm’ın kadına değer vermesi ve hatta sosyal hayattan çok uzak olan kadınları şâhitlik yoluyla meşru dairede sosyal hayatın bir parçası haline getirmesi, çok ilgi çekicidir. Roger Garoudy’nin dediği gibi, diğer sistemler ve toplumlar, kadını insandan saymazken, Kur’an’ın bu değeri vermesi dahi önemlidir. O dönemdeki toplumların çoğunda, kadının insandan dahi sayılmadığı ve 18. Yüzyıl Avrupasında kadına mülkiyet hakkı bile tanınmadığını burada hatırlatmak isteriz.

Yakın zamanlara kadar, kadının tam ehliyetini dahi kabul etmeyen Batı’nın, bu durumu, kadını aşağı görme şeklinde değerlendirmeye hakları yoktur.

İKİNCİ OLARAK, kadının şâhitliği meselesi, bir kısım çevrelerin anlattığı gibi değildir. Konu bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Aksi takdirde, dört körün fili değerlendirmesi gibi bir değerlendirme ortaya çıkar.
Şâhitlikte mühim olan hakların zâyi olmamasıdır. İnsanlara ait hakların nasıl zayi olmayacağını ise, insan denilen makinanın ustası olan Allah daha iyi bilir. İyi bildiği için de, insanın kataloğu demek olan Kur’an’da açıklamıştır.

İSLÂMİYETTE İKİ KADININ ŞÂHİTLİĞİNİN BİR ERKEĞİN ŞÂHİTLİĞİNE DENK TUTULMASI, HER ZAMAN VE HER DAVADA GENEL BİR KÂİDE DEĞİLDİR

İslâm hukuku bir bütündür. Şâhitlik ise, bu bütünün bir önemli parçasıdır. Bir erkeğin şâhitliğine karşılık iki kadının şâhitliği meselesi, genel bir kural değildir. Zira;

Bir kısım davalarda kadınların şahitliği kabul edilmemiştir. Zina davası gibi bir kısım ceza davalarında dört erkeğin şahitliği şart koşulmuştur. Bu, iki erkeğin adamdan sayılmaması manasına gelmez. Bazı ceza davalarında ise, mutlaka iki erkek şâhit aranmıştır. Kısâs davaları gibi hususlarda, kadının şahitliği kabul edilmemiştir.

Bir kısım davalarda ise, tek başına kadınların şahitliği kabul edilmiştir. Bekâret ve doğum gibi, kadınlara hâs meselelerde sadece kadınların ve hatta tek kadının şâhitliği mu’teberdir. Burada erkekler insandan sayılmadı veya ikinci sınıf insan kabul edildi manasını çıkaramazsınız.

Malî haklar ve borçlar konusunda ise, Bakara Sûresinin 282. Âyetine göre, kadınların şâhitlikleri kabul edilmiştir.
Ancak bir erkeğin yanında iki kadın şâhit şart koşulmuştur. Bunun sebebi, kadını hakîr görmek değil, belki hakları korumaktır. Nitekim Âyet şöyledir:

“...erkeklerinizden iki erkeğin şâhit olmalarını sağlayın. Eğer iki erkek şâhit olmazsa, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve biri doğruyu şaşırdığında diğeri ona hatırlatsın diye iki de kadın şahit olsun.”

Bazı zarûret ve ihtiyaç hallerinde ise, kadınların şahitliği, bu şarta uyulmaksızın kabul edilmektedir. Bu durum da şahitlik açısından önemlidir.

Biz daha evvel araştırmalar yaparken gördük ki, Osmanlı Devletinde mahkeme kayıtları günümüzdekinden daha modern ve titiz bir şekilde tutulmuş ve korunmuş.

Bir diğer önemli husus ise, bir erkek şahitle beraber iki kadının şahitliği konusunun, şifâhî şahitlikle ilgili olmasıdır. Yazı ile zabt u rabt altına alınan hukukî meselelerde, kadın ile erkek ayırımı, ihtiyaç bulunmadığı için yapılmayacaktır. Günümüz hukukunda sözleşmeler ve benzeri yazılı işlemlerdeki şahitliğin, çoğunlukla yazılı olduğunu hatırlatmak icabeder.

MALÎ DAVALARDA NEDEN BİR ERKEK YANINDA İKİ KADIN ŞAHİT ARANMAKTADIR?

Bu sorunun cevabını Kur’an, kendisi vermektedir. Şâhitlikten gaye, hakların korunmasıdır. Hakların korunmasında titizlik göstermek, kusur değil meziyettir. İşte Kur’an, “...kadın şahitlerden birisi şaşırır veya unutursa diğeri ona hatırlatır” buyurarak, kadının hem ruhî ve hem de sosyal açıdan iki önemli özelliğine işâret etmiştir.

Ruhî açıdan en önemli fark, kadının yaratılışında heyecanın hâkim unsur olmasıdır. Bu durum, bir eksiklik değil, kadınlığın güzelliğini tamamlayan bir meziyettir. Bu yapı farklılığı ta küçüklükten başlar. Kadının esas mizacı heyecanlılıktır. 

Heyecanın hâkim olduğu ruh hâleti, kadınlarda daha fazladır. Tıp otoritelerinin tesbiti budur. En bedevî kadınlardan en yüksek medeniyet seviyesine ulaşmış hanımlara, kültürlü hanımlardan kültürsüz kızlara kadar, kadınlığın müşterek duyguları ve birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadının, ayın yarısını hazırlanma, âdet hali veya doğum hazırlıkları gibi heyecan arttırıcı şeylerle geçirmesi, bu ruh hâletini daha da arttırır. Böylece kadın heyecan ile yaşar. Fikirler, heyecanlı anlarında dimağlarına değil kalblerine işler.

Böyle bir halet-i ruhiyede olan insan her zaman duygularından kurtulamaz; her zaman tarafsız kalamaz ve etkilenmeden edemez.

İşte İslâmiyet, heyecanlarıyla yaşayan kadına, heyecanlarını daha da arttıracak olan olaylara şahitlik etmesi zamanında, bir de yardımcı vererek, onu manevî sorumluluklar altına sokacak olan hatalardan korumuştur. Bu hal, kadına hakaret değil, ona şefkattir.

Sosyal açıdan da kadın farklıdır. Bilindiği gibi, kadın, meşru dairede çeşitli meslekleri yapabilmekte ise de, günümüzdeki gibi, ticâretin ve her mâlî konunun bizzat içinde değildir. 

Hz. Peygamber (asm), “Göçebe’nin şehirli hakkındaki şahâdeti makbul değildir” derken, şehirli erkeği üstün kabul ederek göçmen erkeği hakir görmemektedir. Belki şehirlinin meşgul olduğu işlerde, yeterli eğitim ve kültürün azlığı sebebiyle, göçmenin şahitliğinin hakların zâyi olması ihtimalini nazara almaktadır. Bu bir realitedir.

Aynen öyle de, kadın erkeğe göre, malî konularda daha az tecrübelidir. Kültür ve eğitimi her zaman erkek kadar değildir. Kadınlar arasında kültürün arttığı günümüzde dahi durum budur. 100 tüccardan ancak 20’sinin kadın olması da bunun delilidir. İşte malî konularda tecrübesiz ve eğitimsiz olan kadının şâhitliğini, hakların zayi olmaması için, erkeğinkine göre ihtiyâtlı olarak kabul etmek, hakka saygının neticesidir.

Gerçekten vaktinin çoğunu evinde geçiren ve ayın mühim bır kısmını heyecanlı bir ruh hâleti içinde yaşayan kadından, fazla içiçe olmadığı olaylar ve özellikle malî olaylar konusunda tek başına kesin ve sağlam bilgi vermesini beklemek haksızlık değil midir?

Demek ki, bir erkeğe karşı iki kadının şahitlik etmesi, her olay ve davada değildir. Hakların zâyi olmaması için alınmış bir tedbirdir. Yoksa kadına hakaret manasını taşımamaktadır.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum