İdris TÜZÜN
İslami yönden üç kısım idareci
İslâmî yönden idarecilerin üç kısım olduğunu söyleyebiliriz:
Lakayt idareciler: İdarecilik, bir mes’uliyeti üzerine almak demektir. Lakayt idareciler, bu mes’uliyeti hissetmezler ve idare ettikleri kimselerin dertleriyle ilgilenmez, lakayt davranırlar.
Baskıcı idareciler: İdare ettikleri insanlara değer vermezler. Onlar için önemli olan iştir. Çoğu zaman aşırı disiplin anlayışıyla ifrat ederek zulme düşerler.
İdeal idareciler: İdeal idareciler, hem idaresindekilerin dertleriyle ilgilenir hem de disiplin uygularlar. Bunları sırayla ele alalım.
1-Lakayt idareciler
Lakayt idareciler, hem mes’ul oldukları işle hem de idare ettikleri insanların dertleriyle, problemleriyle ilgilenmeyen, idareciliğin imkânlarını kendi zevk ve safası için kullanan, hodgam kişilerdir.
Kültürümüzün zenginliklerinden olup da unutulmuş iki kelimemiz vardır; “hodgam” ve “diğergam.” Hodgam, egoist, yalnızca kendini düşünen, ben merkezli şahıslardır. Diğergam ise başkalarını düşünen, empati yeteneği olan şahıslardır. Pek çok ayet ve hadiste müminler diğergam olmaya teşvik edilmişlerdir. Örneğin şu hadislere bakalım:
“Sizden birisi kendisi için istediğini, kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olmaz”, “Komşusu açken kendisi tok olarak yatan bizden değildir.”, “Müslümanların dertleriyle ilgilenmeyen onlardan değildir.”[1], “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.”
Bu hitaplar bütün Müslümanlara yönelik hitaplar ise de bu özellikler daha çok idarecilerde olması gerekir. Yoksa vazifelerini hakkıyla yapamadıkları gibi manevi mesuliyetten de kurtulamazlar.
Peygamberimiz (asm), “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz.” der. Sürü, çoban için değil; çoban, sürü içindir. Sürü için tutulan bir çoban, sürüsüyle ilgilenmezse sürü aç kalabilir, hastalanan, ölen, kaybolan veya kurt tarafından parçalanan koyunlar olabilir.
İdarecilik makamına getirilen şahıslar da emri altındakileri istihdam ederek zevkü sefa ile saltanat sürmek için o makama getirilmemiştir. Tam tersine idareci, başlarına geçtiği insanlara hizmet etmek için o makama getirilmiştir. Peygamberimiz “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” buyurmakla buna işaret eder.
Bir idareci idarelerini deruhte ettiği insanların mesuliyetini omzunda hissetmeli, onların maddi, manevi ihtiyaçlarını düşünmeli, problemlerini çözmeli, dertlerine çareler aramalıdır.
İslâm’ın ilk halifesi Hz. Ebu Bekir, toplumda İslâm ahkâmını tatbik etmeyen lakayt idarecilere şöyle beddua eder: “Kim ümmeti Muhammed’in işlerinden birinin başına geçer ve onların içinde (gücü yettiği halde) Allah’ın kitabını ikame etmezse Allah’ın laneti onun üzerine olsun”.[2]
Mes’uliyetini tam anlamıyla hissetmiş olan en ideal idareci Hz. Ömer’dir. Onun şu sözü meşhurdur: “Fırat Nehri’nin kenarında bir koyun kaybolarak ölse kıyamet gününde Allah’ın onu, benden sormasından korkarım.”
Onun, hilafeti döneminde geceleyin kimsesiz, yaşlı ihtiyar kadınların ihtiyaçlarını temin ettiği rivayet edilir.
Sahabelerden Talhâ (r.a) bir gece evinden çıkan Hz. Ömer’i takip etti. Hz. Ömer, iki eve uğradı ve bunlarda bir müddet kaldıktan sonra çıktı. Sabah olunca Talhâ o evlerden birine gitti. Orada iki gözü kör ve kötürüm bir ihtiyar kadın, oturmaktaydı. Talhâ, kadına “Dün gece gelen kişi buraya niçin geliyor?” diye sordu. Kadın da “O kişi şu zamandan beri gelir ve benim ihtiyaçlarımı karşılar, ortalığı siler süpürür” diye cevap verdi. Bunun üzerine Talhâ kendi kendisine “Ey Talhâ! Anan senin matemini tutsun! Sen, Ömer’in sırlarını mı araştırıyorsun?" dedi. (3)
Hz. Ömer (r.a), kendi mesuliyetini idrak etmiş biri olduğu gibi, kendi valilerinin de öyle olmasını isterdi. Bir yere vali tayin ettiğinde ona, cins atlara binip beyaz ekmek yemesini, ihtiyaç ve iş sahiplerine karşı kapılarını kapalı tutmasını ve ince elbiseler giymesini yasaklar; “Eğer bunlardan birini yapacak olursan azledilip cezaya çarptırılırsın.” derdi. Daha sonra onu uğurlarken de şunları söylerdi:
“Ben sana müslümanlara dilediğince hükmetme ve karışma hakkı vermiyorum. Onların canlarına, mal ve namuslarına dokunamazsın. Senin görevin onların önlerine geçip namaz kıldırmak, alınan ganimetleri hakkınca taksim etmek ve aralarında adaletle hükmetmektir. Eğer altından kalkamayacağın bir şeyle karşılaşırsan onu bana gönder. Sakın askerlere ve müslümanlara vurayım deme; çünkü korkaklaşırlar ve sen de onlardan beklediğin verimi alamazsın. Askerleri hudut boylarında dört aydan fazla bekletme ki fitneye düşüp ahlakları bozulmasın. Onlara büyüklük taslama ki sana gelip ihtiyaçlarını söyleyebilsinler!”[4]
Kendisine bir heyet geldiğinde idarecilerini “Hastayı ziyaret ediyor mu, kölelerin davetine icabet ediyor mu, kapısına gelenlere nasıl davranıyor?” diye sorardı. Gelenler idarecinin lehinde konuşurlarsa onu azletmezdi.
Hz. Ali valilerinden Malik b. Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle der:
İdaren altındaki insanlara uzun müddet görünmemezlik yapma; çünkü valilerin halktan saklanmaları bir çeşit sıkıntıdır ve bu halkı sıkar. Bu tür bir davranış valilerin idare işlerinde az bilgileri olduklarının delilidir. Halka görünmemek, onların birçok işleri hakkında bilgi edinmeye engel olur. Vali de bir insandır, halkla görüşmedikçe onların hallerini bilemez. Kendisinden gizli kalanları göremez. Şayet halk içinde senin onlara zulmettiğin kanaati yerleşmişse kendilerine gerçeği bildirerek ya da gerektiğinde özür dileyerek bu kanaati değiştir.[5]
Mesul olduğu insanlarla ilgilenmeyip kendi zevkü sefasıyla meşgul olan lakayt idarecilerin hükmettiği gurup veya toplumlarda kuvvetliler, zayıfları ezerler, problemler çözümsüz kalır, kargaşa ve sıkıntılar eksik olmaz.
IV. Murad döneminde yaşayan ve Osmanlı ıslahatı için padişaha takdim ettiği risalesiyle meşhur olan Koçi Bey, Osmanlı Devleti’nin kemaline Kanuni zamanında eriştiğini, bununla beraber bozulmalarında yine onun zamanında başladığını söyler. Bu bozulmaların en mühimmi olarak Koçi Bey, padişahların perde arkasına çekilmelerini gösterir. Hâlbuki Peygamberimiz ve Hülefayı Raşidin döneminde olduğu gibi, ilk Osmanlı sultanları halkla, beylerle ve komutanlarla iç içeydi. Divana bizzat padişah başkanlık ederdi. Padişah, bu yüzden her şeyden haberdar olur ve ona göre tedbirini alırdı. Kanuni ise bizzat divanda bulunmayı kaldırdı. Öyle ki, daha sonraları beyleri, komutanları bile padişah tanıyamaz oldu. Bu ise liyakatsiz insanların başa geçmesine ve suistimallere kapı açtı.[6]
***
Mes’uliyeti idrak etme konusunda bazı hadisler şöyledir:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İnsanlar üzerinde idareci olan, onların çobanıdır ve o onlardan mes'uldür. Kişi, ailesinin çobanıdır ve onlardan mes'uldür. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve ondan mesuldür. Hizmetkâr, efendisine âid malın çobanıdır ve elinin altındakinden mes'uldür. (Elhâsıl) her biriniz çobansınız ve her biriniz sürünüzden mes'ulsünüz”.[7]
“Hangi çoban sürüsüne merhamet etmezse Allah, ona cenneti haram kılar.”[8]
“On kişinin başına emir (idareci) tayin edilmiş bir kimse, mutlaka kıyamet günü onlardan sorguya çekilecektir.”[9]
“Kim müslümanların işlerinden birinin başına geçer de onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezse Allah da onun ihtiyaçlarıyla ilgilenmez.”[10]
“Kim insanların işlerinden bir işin başına getirilir de zayıf ve ihtiyaç sahiplerinden o perdelenirse Allah da ondan kıyamet gününde perdelenir.”[11]
“Bir kul ki, Allah, onu halkı görüp gözetmek üzere vâli kılar da o, hayır-hâhâne irşâdiyle halkı muhâfaza etmezse elbette o kişi cennet kokusu koklayamayacaktır.”[12]
“Kim insanların işlerinin başına getirilir de sonra oda kapısını fakirlere veya mazlumlara veya ihtiyaç sahiplerine kapatırsa Allah Azze ve Celle de ona rahmetinin kapılarını onun ihtiyacı ve fakirliği anında, Allah’a çok ihtiyacı olduğu vakit kapatır.”[13]
“İnsanlardan perdelenen (onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmeyen) ateşten (cehennemden) perdelenmez.”[14]
***
2-Baskıcı, zalim idareciler
Zulüm ile abad olan, kahır ile berbad olur.
Sille-i Hüdanın sesi duyulmaz.
Bir vurdu mu, bir daha devası da olmaz.
Yukarıda “Sürü, çoban için değil; çoban sürü içindir” dedik. Çobanın sürüyle ilgilenmemesi büyük felakettir. Fakat ondan daha büyük felaket, çobanın sürüye zulmetmesidir.
Baskıcı, zâlim idareciler, adeta çoban olmuş kurt gibidirler. Bu yüzden Mevlana kendisinden nasihat isteyen Selçuklu sultanına: “Sana ne diyeyim; çoban ol demişler, kurtluk ediyorsun; bekçi dikmişler, hırsızlığa girişiyorsun; Rahman, seni padişah yapmış, sen, şeytana uyuyorsun.” demişti.
Sadi Şirazi de şöyle der: Nasıl ki kurt çobanlık edemezse zâlim adam da padişahlık edemez. Zulmün temelini atan hükümdar, kendi mülk ve saltanat duvarının temelini yıkmış olur. Ahaliye zulmeden bir padişahın felaket gününde, dostları bile düşman kesilirler. Halkla iyi geçin! Halka iyi muamele et! Böyle yaparsan hasmının savaşından masun kalırsın. Çünkü adil bir hükümdarın bütün tebeası onun için bir ordu olur.[15]
Baskıcı idareciler, sevdirerek teşvik ederek değil, daima baskıyla, tehditle, başa kakmayla iş yaptırma yönüne giderler. İnsanlara karşı anlayışlı değillerdir ve onların duygularını hesaba katmazlar. Empati, yani kendini başkasının yerine koyarak muhatabı anlama kabiliyetleri yoktur. Daima amirane hareket ederler ve kayıtsız, şartsız itaat beklerler. İkna etmeyi, sevdirmeyi, istişareyi düşünmezler. İstişare yapsalar da istişareleri göstermeliktir. İstişareye katılanlar, gurubu değil, başkanı ikna etmeye çalışırlar. İstişarelerden her zaman gurup kararı değil, başkanın kararı çıkar.
Bu tür idareciler genelde sindirici insanlardır. İletişimleri tek yönlüdür. Denetleyici ve olumsuz olma eğilimindedirler. Hedefe varıldığı sürece, takipçilerinin tepki ve duyguları ile ilgilenmezler. Çoğu zaman astların yaptıkları işi kendilerine nisbet ederek galibiyet ve başarıyı kendilerine, mağlubiyet ve başarısızlığı ise daima astlarına nisbet ederler.
Kendini beğenmiş, kibirli olduklarından, etraflarındaki insanlar mümkün mertebe onlarla yüz yüze gelmemeye çalışırlar. İnsanların onlara itaati, sevdiklerinden, istediklerinden değil, korktuklarından ve mecbur kaldıklarından dolayıdır.
Baskıcı idareciler bindiği dalı kesen insanlara benzerler. Baskılardan dolayı çalıştırdıkları insanların şevkleri kırılır, moral ve iş performansı düşer. Çalışanlar, ilk fırsatta onları terk ederler. İşi terk edemeyenler de içten içe düşman olurlar. Fırsat ellerine geçince de onların aleyhine geçer, intikam alırlar. Bu yüzden “Mülk, küfürle devam eder; zulümle devam etmez.” denilmiştir. Kur’ân’da da şöyle buyrulur: “Eğer katı kalpli ve kırıcı olsaydın etrafından dağılır giderlerdi.” (Al-i İmran, 159)
Baskıcı idarecilerin başarı grafikleri bazen yükselse de eninde sonunda mutlaka düşüşe geçer. Onların başarıları hiçbir zaman devamlı değildir. Ziya Paşa’nın “Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhır / Elbette olur ev yıkanın hanesi viran” dediği gibi zulmün sonu vahimdir.
İbn Haldun “Mukaddime”sinde “Zulüm, bayındır yerleri yıkar, yurdun bayındırlığını giderir.” başlığı altında, zulmün zararlarını tafsilatla ve çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.
***
Peygamberimiz, şöyle buyurur:
“Kim bir müslümana eziyet ederse o bana eziyet etmiş etmiştir. Kim de bana eziyet etmişse, o Allah’a eziyet etmiş demektir.”[16]
“Bir idareci on kişiye amirlik eden kişi bile olsa kıyamette elleri bağlı olarak gelecek, orada onu ancak yaptığı adalet çözecek veya zulmü onu helak edecektir.”[17]
“Allah, kimi halkın başına geçirip de o, zâlim olarak ölürse Allah, onu cehenneme koyar.”[18]
“Her kim (dünyâda) halka meşakkat ve zahmet verirse Allah da Kıyâmet gününde o kimseyi azâb ile cezâlandırır.”[19]
“Kıyamet gününde insanların en şiddetli azab çekeni, zâlim idarecilerdir.”[20]
“Kıyamet gününde insanların Allah’a en sevgili ve meclis itibarıyla en yakın olanı adil idarecidir. İnsanların en nefret edileni, kızılanı ve en şiddetli azab göreni de zâlim idarecidir.”[21]
“Allahım! Kim ümmetimin işlerinden birinin başına geçer de onlara zorluk çıkarırsa sen de ona zorluk çıkar. Kim ümmetimin işlerinden birinin başına geçer de onlara rıfkla, yumuşaklıkla muamele ederse sen de ona yumuşaklıkla muamele et!”[22]
“Allah, şöyle buyurdu: “Yardımcı arayıp da benden başka yardımcısı olmayan kimseye zulmedene karşı benim öfkem, gazabım da şiddetlendi.”[23]
İbn Abbas (r.a), şöyle demiştir: Resulullah (a.s.v), Muaz’ı Yemen’e gönderdiğinde ona “Mazlumun duasından kork! Muhakkak ki, onunla Allah arasında perde yoktur” buyurdu.[24]
“Üç kişinin duası reddedilmez (mutlaka kabul olur): Oruçlu iftar edinceye kadar, adaletli idareci ve mazlumun duası. Allah, mazlumun duasını bulutların üzerine yükseltir, ona semanın kapılarını açar ve Rab, “İzzetime yemin olsun ki bir müddet sonra da olsa sana mutlaka yardım edeceğim.” der.[25] (Bazı rivayetlerde mazlum; facir, günahkâr bile olsa duası kabul olunur denilmiştir.)
“Zulüm etmeyiniz! Sonra dua edersiniz de duanız kabul edilmez, yağmur istersiniz yağmur yağmaz, yardım istersiniz size yardım da edilmez”.[26]
3-İdeal, adil yöneticiler
İslâm’ın ideal idarecileri, hem mes’ul oldukları işle, hem de emri altındaki insanların dertleriyle ilgilenen insanlardır.
Onlar yapılması gereken işleri etrafındakilerle istişare ederek veya ikna ederek yaptırırlar. Şahsi, keyfi, baskıcı hareket etmezler. Onlar etraflarındakiler için güven, şevk, neşe, cesaret kaynağıdırlar. Onlar, –baskıcı liderlerin aksine- etraflarındaki insanların isti’dadlarını ortaya çıkarır, cesaretlendirir, beslerler. Başarısızlığı kendi üstlerine alırlar, fakat başarıyı guruba nisbet ederek “Biz yaptık.” derler. Disiplin gerektiği zaman disiplini uygularlar. Fakat disiplin uygularken adaletten ayrılmazlar.
Onlar aynı zamanda idareleri altındaki insanların dertleriyle ilgilenen, ihtiyaçlarını gideren, problemlerine çareler arayan, onları seven ve onlar tarafından sevilen kimselerdir.
Peygamberimiz (s.a.v), onlar hakkında “İdarecilerinizin en hayırlısı, sizi seven ve sizin de kendisini sevdiğiniz, dua ettiğiniz, onların da size dua ettiği kimselerdir.”[27] buyurmuştur
Yukarıda iki kısım idareciden bahsederken ideal idarecilere de işaretler ettik. Bu yüzden bu kadarla iktifa ediyoruz.
[1] Kenz’ül Ummal, c, 9, s, 40, hn, 24836. (Taberani)
[2] Kenz’ül Ummal, c, 5, s, 752, hn, 14287
[3] M. Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları, Ank, 1997, c, 2, s, 130.
[4] Kenz’ül Ummal, c, 5, s, 688, hn, 14197 (Beyhaki, Asım b. Ebi Nücüd’dan)
[5] Ehli Beyt Sevgisi. D.İ.B. y, 2006, Ank, S, 103.
[6] Koçi Bey Risalesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları, Ankara, 1985, s, 87 vd. Cevdet Paşa da Koçi Bey’in anlattığına benzer şeylerden bahseder. Bkz; Ümid Meriç Yazan. Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüşü, İnsan y. İst. 1992, s,106. Ayrıca bkz; İbn Haldun, Mukaddime, MEB yy, c, 2, s, 86. vd.
[7] Sahih-i Buhârî, Kitab’ul Ahkâm, Bab, 1.; Sahih-i Müslim, Kitab’ul İmare, Bab, 5, hn, 1829; (Ayrıca, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî)
[8] Kenz’ül Ummal, c, 6, s, 21, hn, 14659
[9] Kenz’ül Ummal, c, 6, s, 24, hn, 14682. (Taberani)
[10] Kenz’ül Ummal, c, 6, s, 25, hn, 14688.
[11] Müsned-i Ahmed, c, 5, s, 239.
[12] Sahih-i Buhârî, Kitab’ul Ahkâm, Bab, 8.
[13] Müsned-i Ahmed, c, 3, s, 480; Sünen-i Tirmizî, Kitab’ul Ahkâm, Bab, 6, hn, 1332.
[14] Kenz’ül Ummal, c, 6, s, 25, hn, 14686
[15] Sadi-i Şirazi, Gülistan, Bedir y, İstanbul, s, 38
[16] Kenzül Ummal, 43703 (Taberani’den)
[17] Sünen-i Darimi, Kitab’us Siyer, Bab, 72, hn, 2518; Müsned-i Ahmed, c, 5, s, 285
[18] Ramuzul Ehadis, hn, 4984
[19] Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, DİB y, c, 12, s, 318,
[20] Kenz’ül Ummal, c, 6, s, 5, hn, 14634. (Taberani )
[21] Müsned-i Ahmed, c, 3, s, 55 /Et-Tergib ve’t Terhib, c, 3, s, 167; Sünen-i Tirmizî, Kitab’ul Ahkâm, Bab, 4, hn, 1329.
[22] Sahih-i Müslim, Kitab’ul İmare, Bab, 5, hn, 1828. Müsned-i Ahmed, c, 6, s, 62
[23] Ed-Dürrül Mensur, c, 2, s, 76. (Taberani’den)
[24] Et-Tergib ve’t Terhib, c, 3, s, 186 (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesei, Tirmizî)
[25] Et-Tergib ve’t Terhib, c, 3, s, 187 (Ahmed, Tirmizî, ibn Mace)
[26] Et-Tergib ve’t Terhib, c, 3, s, 184 (Taberani)
[27] Sahih-i Müslim, Kitab’ul İmare, Bab, 17, hn, 1855.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.