Cemil TOKPINAR
Isparta Kahramanlarının Namaz Hassasiyeti-1
(21-23 Aralık 2012 tarihinde Isparta’da düzenlenen Isparta Kahramanları Sempozyumu’nda sunulan tebliğdir.)
Isparta Kahramanlarının rehberi, önderi, hocası Bediüzzaman Hazretleri olduğu için önce onun namazından ve ubudiyetinden bahsedeceğiz. Bedîüzzaman Hazretlerinin takvası ve ibadet dünyası, zikir ve evradları, bilhassa namaz kılması çok muhteşemdi. Talebelerinin ve komşularının anlattığına göre, gece pek az uyur, sabah namazına beş saat kala uyanırdı. Sabah namazı vaktine kadar, evrad, zikir, dua, Kur’an ve teheccüd namazıyla meşgul olurdu.
Evradlarının başında yer alan ve yaklaşık 250 sayfa olan Büyük Cevşen’i her gün okurdu. Ayrıca burada yer almayan Celcelutiye, Delâil-i Hayrât, Kenzü-l Arş, Hizb-i Ekber gibi evrad ve duaları vardı. Altı ayetten çıkardığı ve 33 defa tekrar ettiği zikri ise, akşam yatsı arasında okurdu. Kendine mahsus olan uzun namaz tesbihatını asla terk etmezdi. Sabah namazından sonraki duası yaklaşık bir saat sürerdi.
Onun dünyasında namazın yeri ise bambaşkaydı. Namazı vakit girer girmez, bütün zerreleriyle, duygularıyla Allah'a teveccüh ederek kılardı.
Onun imandan anladığı, klâsik kalıpların dışında “canlı, hareketli, aksiyoner bir iman” olduğu gibi, namazdan anladığı da, alışılmış dua ve hareketleri ruhsuz tekrar etmek değildir. Onun dünyasında namaz, bir tevhid sembolü, bir var oluş gerekçesi, bir vazgeçilmezlik ülkesi, bütün zerrelerle Allah'a yönelişin bir ifadesi, Ona bütün yönleriyle boyun büküştür. Sanki bütün çabalar, Onun yüce huzurunda bir düğün ve bayramdan farksız olan o kudsî ve lezzetli ânı yaşamak içindir.
Onun eserlerinde işlediği iman âdeta ötelerden soluklar taşıyan bambaşka bir iman olduğu gibi, anlattığı namaz da toplumun geleneksel algıladığı anlamdan çok farklı bir namazdır.
O, hem anlattığı imanı yaşamış, hem de kast ettiği namazı kılmıştır. Onun hizmetkârlarından olan Bayram Yüksel'in şu anlattıkları, onun sanki bambaşka bir âleme girmiş gibi namaz kıldığını gösteriyor:
— Namazı çok huşû içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, Allahü ekber dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalâğa olmasın, ahşap binâ sarsılırdı. Buna Mustafa Sungur, Mehmed Fırıncı gibi birçok talebesi şahit olmuş ve anlatmıştır.
Yine onun ilk talebelerinden olan Molla Hamid Ekinci'nin anlattıkları da, onun kıldığı namazın bizim bildiğimiz namazın dışında bir namaz olduğunu gösteriyor:
— Arkasında kıldığım namazdan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehâbet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize: “Namazın sonundaki tesbîhat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.” Hazin bir sadâ ile bizden çok ağır tesbîhat yapardı. “Sübhanellah” derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşû içinde kılana rastlamadım. “Lâ ilâhe illâllah” diye tesbîhata başladığı zaman, eğer yanında bir tarîkat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.
Yine onu Denizli'de iken ziyaret eden Hilmi Arıcı ismindeki bir zat, onun namaz kılışını şöyle anlatıyor:
— Akşam namazı olunca beni çağırdı. Akşam namazını beraber kıldık. Namaza başlamasını tarif etmek zordur. Duyarak, yaşayarak namaz kılıyordu. Ben cemaat oldum, sonra duâ etti. Yatsıyı yine arkasında kıldım. Sabah namazına yine çağırdı. Bu namazlarda bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.
Namaz vaktine çok dikkat eder, namazlarını tam vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta’dan gelirken Emirdağ’a beş dakika sonra varılacak olsa bile, Üstad saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, karlar üstünde de olsa hemen namazı eda ederdi. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vakit girer girmez kılardı. Üstad, bunun hikmetini şöyle anlatırdı:
– Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu şundan anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde İslâm âlemi denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla büyük bir cemaat namaz kılıyor. O cemaatte her bir adam bütün cemaate dua ediyor. “İhdine’s-sırata’l-müstakîm (Bizi doğru yola ilet)” diyor. Her biri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur. O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, yemek hakkını alamadığı gibi, bu büyük cemaatin mânevî mutfağında kaynayan mânevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatin ordusuna katılmış olmakla ve dualarına âmin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir.
Bediüzzaman Said Nursî, ibadetle ve münacatla meşgul olurken, saatlerce diz üstüne otururdu. Bir gün bu şekilde oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Talebesi olan Molla Resul’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söylemişti. Molla Resul ateş yakmakla meşguldü ve Bediüzzaman’a dönerek:
– Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı, demişti.
Bediüzzaman da ona şu cevabı vermişti:
– Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya…
Namaz aşkından dolayı birçok olağanüstü olay yaşamıştır. Gençlik döneminde, bir iddiadan dolayı jandarmalar eli kelepçeli olarak götürürlerken namaz vakti gelmişti. Namaz için izin verilmeyince Besmele çekip kelepçeleri açmış, askerlerin şaşkın bakışları arasında namazını kılmıştı. Yıllar sonra bunun hikmetini anlatırken büyük bir tevazuyla, “Olsa olsa, namazın kerametidir” buyurmuştu.
Bediüzzaman, iman ve Kur’ân’a yaptığı hizmet sebebiyle Denizli hapsinde yatıyordu. Halk onu birkaç kez çeşitli camilerde sabah namazında görmüştü. Savcı camide görüldüğünü işitince hapishane müdürüne hiddetle:
– Bediüzzaman’ı sabah namazında dışarıya, camiye çıkarmışsınız, dedi.
Hemen bir araştırma yapıldı. Hapishaneden dışarıya kesinlikle çıkmadığı anlaşıldı.
Benzer bir olay, Eskişehir Hapishanesi’ndeyken de yaşanmıştı. Bir cuma günü, hapishane müdürü, kâtip ile otururken bir ses duymuştu:
– Müdür Bey! Müdür Bey!
Müdür sesin geldiği yöne baktığında Bediüzzaman ona yüksek bir sesle:
– Benim mutlaka bugün Ak Cami’de cuma namazında bulunmam lâzım, dedi.
Hapis şartlarında böyle bir isteğe şaşıran Müdür Bey:
– Peki Efendi Hazretleri, diye cevap verdi.
Kendi kendine, “Herhalde Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilemiyor” diye söylendi ve odasına çekildi.
Öğle vakti, Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim düşüncesiyle Üstadın koğuşuna gitti. Koğuş penceresinden bakınca Bediüzzaman’ı içeride göremedi. Hemen jandarmaya sordu. Jandarma da şaşırmıştı:
– İçerideydi, üstelik kapı da kilitliydi, cevabını verdi.
Bunun üzerine müdür derhal camiye gitti. Bediüzzaman’ın birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını gördü. İnanamadı. Namazın sonlarında Bediüzzaman’ı yerinde göremeyince şaşkınlığı iyice artmıştı. Hemen hapishaneye döndü. Hücresinde Hazret-i Üstadın “Allahü Ekber” diyerek secdeye kapandığını görünce hayretler içinde kaldı.
Afyon Hapishanesinde İbrahim Arman:
Afyonlu İbrahim Arman l944 yılında Ankara Hukuk Fakültesinde okurken hocasını öldürdüğü için hapse girmişti. Hatıralarında namazla ilgili şunları anlatıyor:
"Said Nursi ve talebeleri mahkeme saati geldiğinde mahkemeye gittiler. Öğle vakti geldiğinde -bunu mahkemeye gidenler anlatıyor- Hüsrev Altınbaşak mahkeme koridorunda ezan okuyor. Hâkim ve savcı 'Burası mescit mi yahu?' diyerek kızgınlıklarını belirtiyorlar. Bediüzzaman bu sözlere aldırmadan talebelerinin önüne geçerek onlara namaz kıldırıyor.
"Said Nursi'nin sırtında beyaz bir cübbesi vardı. Yorganı da, yatağı da o idi. Koğuşta tek başına kalıyordu. Savcının tenbihi üzerine kâğıt, kalem veremiyordum.
"Günlerden Ramazan Bayramıydı. Savcıyla Müdür Otpazar Camiine bayram namazı kılmak için gitmişlerdi. Camiye vardıklarında bakıyorlar ki, Bediüzzaman en ön safta oturuyor. Namazdan sonra kapının iki tarafına durarak Hocayı beklemeye başlıyorlar. Nihayet herkes çıkıyor, fakat bir türlü Bediüzzaman'ı kapıdan çıkarken göremiyorlar. en son camiin imamı çıkarken soruyorlar, içeride başka kimse var mı diye. İmam, içeride hiç kimsenin olmadığını söylüyor.
"Bu şaşkınlık üzerine ikisi de cezaevine geliyorlar. O sıra ben yatıyordum. Gardiyan, 'Koş İbrahim seni Savcıyla Müdür çağırıyor' dedi.
"Ben koşa koşa gittim, Hocanın kapısı önünde beni bekliyorlarmış. Bana kızgın kızgın 'Aç şu kapıyı' dediler.
"Kapıyı açtım, Bediüzzaman, elinde tesbih cübbesini önüne almış oturuyordu. Bana kızan Savcı önce gitti elini öptü, arkasından da müdür elini öptü. Ondan sonra müdür bana 'Hocaya herşey serbest, ziyaretine gelenleri yanına al' dedi.
"Ben şaşırmıştım, fakat bunun nedenini müdüre bir türlü soramadım. Çünkü herşeyi yasak ettikleri bir adama, birden herşeyi serbest etmeleri beni bir hayli düşündürdü. Aradan birkaç gün geçmişti, ben müdüre bunun hikmetini sordum. Müdür bana, 'Kardeşim, biz onu bayram namazında camide gördük. Fakat buraya geldiğimizde onu koğuşunda bulduk. İşte bu yüzden ona hürmet etmeye başladık' dedi. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler)
Mustafa Sungur Ağabey, Afyon Hapishanesinden çıktıktan sonra birlikte kaldıkları evde Üstad Hazretlerinin namaz kılışını şöyle anlatıyor:
“O evde beş vakit namazı Üstad’ımızın arkasında cemaatle edâ ediyorduk. Üstad’ımız gece çok erken teheccüde kalkıyordu, sabaha kadar okuyordu ve sabah namazına bizi uyandırıyor ve cemaatle namazı edâ ediyorduk.
“Tahliyeden sonra bir öğle vakti idi. Üstad’ımızla namaz kılıyorduk. Dışarıda çocuklar gürültü ederek oynuyorlardı. Bir taraftan da davul çalınıyordu. Ben içimden, ‘Acaba Üstad’ımızın namazdaki huzuruna mani oluyor mu?’ diye geçirdim. Çünkü çocukların sesleri huzuruna mani olduğu için Hüsrev Ağabey, gaz ocağını yakıp onun sesi içerisinde namazını kıldığını görmüştüm. Selâmdan sonra Üstad’ımız, ben bir şey demeden, bana dönerek; ‘Eskiden gürültüler namazdaki huzuruma mani oluyordu. Fakat şimdi artık olmuyor’ diye beyanda bulundu.
“Bir gün Üstad, namazdan sonra tesbihata temas ederek şöyle buyurmuştu: Tesbihatta, ‘Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber’ derken kalbi hüşyar bir mü’min o vakitte namaz kılan, tesbihat eden milyonlar mü’minler cemaati arasına manen girer, onlarla beraber söyler.’
Yine Afyon’da namazdan sonra namaz tesbihatına temas ederek; ‘Hatta daha ileri gitse bütün zaman ve mekânlardaki mü’minlerle beraber olarak, ortada Resûl-i Ekrem (a.s.m.) sağında enbiyalar, solunda evliyâlar ve bütün mü’minler beraber tesbihat edebilir’ demişti.
“Yine bir gün, ‘Ben namazdan çıkışta, Esselamü aleykûm ve rahmetullah dediğimde; sağımda enbiyayı, sol tarafımda evliyâyı niyet ederek öyle selam veriyorum’ demişlerdi.” (İhsan Atasoy, Mustafa Sungur, s. 88-89)
“Üstad’ımızın namazı, namazdaki heybeti, huzuru ve huşûu ise bambaşkadır. Biz onu ifadeden aciziz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyâta mazhariyetinden hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet, namaza duruşu, tekbir alışı, ellerini bağlayışı ve Cenab-ı Hakk’a dua ve tezellülü, Fatiha’yı kıraati, Fatiha’nın her bir kelimesini teker teker, cümle cümle ve bütün meratibi ile okuyup hissetmesinde ve dergâh-ı İlahiyyeye takdim etmesindeki vüs’at, külliyet ve ulviyeti, bizim gibilerin beyanına gelemez. Hele namaz teşehhüdündeki ‘Ettehiyyat’ kelimat-ı mübarekesini Cenab-ı Hakk’a takdim ederken, sanki bütün kâinatı, ruhunun eline alıp arz etmesindeki kudsiyeti ifade edilemez. Yalnız bu hususlara dair On Beşinci Şua’da ilm-i İlâhî mebhasinde ve sair risalelerde uzun izahat vardır. Aynı zamanda, Nur Âleminin Bir Anahtarı risalesinde de izahlar yapılmıştır. Bu gibi âsarından ve Üstad’ımızın hal ve tavrından kat’iyyen anlaşılıyor ki o, müstesna bir tecellîye mazhardı. Hatta en ileri talebelerinde görünen haletler, Üstad’ımıza nisbetle çok cüz’î kalır. Hele geceleyin 4-5 saat meşguliyeti müteakip dua vaktinde, kâinat mümessili ve Sahibi-i Arz ve Semavat’ın arz üzerinde en nuranî bir halife-i arzı olduğu aşikâr belli olurdu. Onun dış âleme taşan, insanlara kurtuluş reçetesi sunan azim şahsiyetinden başka bir kudsî ubudiyet, zikir ve tefekkür hali vardı.” (İhsan Atasoy, Mustafa Sungur, s. 159)
Bediüzzaman’ın namazı hakkında netice olarak diyebiliriz ki: Namaz, zikir ve duayı eserlerinde öylesine güzel anlatmıştır ki, okuyanın etkisinde kalmaması imkânsızdır. Çünkü yaşadıklarını yazmıştır. Onun eserlerinde bütün haşmetiyle anlattığı namaz, kendisinin kıldığı kemâl mânâdaki namazdır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o nasıl namaz kılmışsa öylece yazmış; nasıl yazmışsa o şekilde kılmıştır.
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.