Himmet UÇ
İstanbul’un sahipleri
Bir dostumuzun daveti ile İstanbul’a gittik. Dokuz yüz yıl süren hikayemizin en önemli şehri İstanbul müze şehir dense yeridir. Ama bizim Erzurum ağzı ile sahapsız, almış başını gidiyor beton imparatorluğu. İnsanlar bizim kadim medeniyetimizin en belirgin öğeleri idi, şimdiki İstanbul’da insanlar mabud binalar arasında karıncalar gibi dolaşıyor. Erdoğan yeni hava alanının açılışına Nedim’in mısralarıyla başladı.
İstanbul Kasidesi’nden
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır
Bu İstanbul şehri ki benzeri ve kıymette eşdeğeri yoktur, her taşına bütün Acem mülkü yani İran ülkesi fedadır.
Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır.
Yekpare bir mücevher idi denizin arasında, tıpkı incinin iki kapaklı muhafazası içinde olduğu gibi. Cihanı aydınlatan güneş ile tartılsa layıktır.
Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır
Cennet-i Ala altında mıdır üstünde midir, yani o kadar güzel galiba ya altında ya üstündedir. Bir güzel ülkeden yansımıştır. Doğrusu, hakkederek bu ne hoş hal ve ne güzel su ve havaya sahiptir.
Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır
Her bahçesi parlak güzelliklerle dolu bir çimenliktir, çimenistandır. Her köşesi feyiz ve safa ile dolu meclislerden oluşur.
İnsaf değildir anı dünyâya değişmek
Gül-zârların cennete teşbih hatâdır
Onu dünyaya değişmek insafsızlık değildir, gül bahçelerini cennete benzetmek hata değildir, layıktır.
Hep halkın etvârı pesendîde vü makbul
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefadır
Halkının tavır ve hareketleri gıpta edilecek derecede ve kabul görmüş, ideal davranışlardır.
İstanbul'un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd heman Sadrı kerem-kâre senadır
İstanbul’un vasıflarını özelliklerini beyan imkansızdır, o derece güzeldir, yerindedir. Maksadımız sadrazamı sena etmek övmektir.
Hırslarımız, menfaatlerimiz nasıl ülkemiz tabiatını perişan hale getirdi ise İstanbul da siyasi hırslar, para ve debdebe hevesinden yürek burkan ve trajik manzaraya dönüştü.
İstanbul’a gidince o şehrin sahipleri görülmeli, o şehirleri vatan yapan o sahipler. Biri Fatih Sultan Mehmet han hazretleri. İnsan bir memlekete giderse en önce o memleketin ev sahibine hürmet ziyaretinde bulunmaz mı? İstanbul‘u almak için ne büyük cehd ve gayret sarfetmiş. Fetih sonrası Bizans sarayını gezerken “Ne kadar da Allah’dan gafil yaşamışlar” demiş. Topkapı’dan girerken seccadesini sermiş şükür namazı kılmış, arkasından yerden bir avuç toprak almış başından aşağı dökmüş. “Gururlanma senin de sonun topraktır” demekmiş. Sonra bir sofu ”padişahım bizim duamızla oldu“ demiş. Padişah “Doğru sofu baba ama bizim kılıncın hakkını da inkar etme” buyurmuşlar. Fatih gelse İstanbul’da dolaşsa Bizans’a dediği gibi “ne kadar da bizim çocuklar Allah’tan gaflet etmişler” diyebilir.
Vahdet abiyle dolaştık İstanbul’u. Kişi sevdiğiyle beraberdir, karakteristik ve apokaliptik bir adam sıradan tiplerle bağı yok. Evinde kediler tavattun etmiş, bir baktım omuzunda bir şirin kedi, bahçedekiler başka evindekiler başka, sakinlerine ilgi oranı başka, en önce onların ziyafeti gelir aklına kapıdan girer girmez. Hocamın kişiliği yansımış. “Ya pilav yer ya da et, gerisini ne edersen et.” Vahdet Abi Osmanlı hayranı, Mehter başı gibi mehter söyler, yeri göğü inletir. Erzurum’da iken Naim Baba’nın evinle giderdik haftada bir gün yolda marş söylerdik gece vakti.
Kudretullah Naim Baba’nın oğlu, birlikte ders yapardık. Naib Baba Alvarlı’nın müridi, muhibbanı, Bediüzzaman’ın hayranı çok özel maveradan çıkmış gelmişti. Bir konuştu mu maveranın kutsi dumanları üstünden çıkardı. Bir gün abdest almış elinde mendil toparlarken biri sormuş, galiba gazeteci, ”Laiklik ne Baba.” O da işte laiklik bu Efendi, “ben abdest almış camiye gideceğim alelacele sen ise öyle bir derdin yok.” Oğlu Kudretullah’a demiş, “Tükana gelene hiçbir şey bulamazsan bir bardak su ver oğul.”
Fatih’ten önce Eyüb El Ensari hazretlerine gittik. İstanbul’u fethine kadar bir kenarda kabri şerifinde beklemiş, küffarın sesi soluğu İstanbul afakından çekilince, “Eh benim vaktim geldi şimdi başımı çıkarabilirim“ demiş ve fetih sırasında Akşemsettin hazretlerinin velayet-i kübra feneri ile bulunmuş kabri muallası. Secde ettiği yerde hissetmiş kabri şerifi, “eşin burayı“ demiş, eşmişler, kabrin üzerinde “Haza Kabri Ebu Eyyüb” yazıyormuş ve bunu duyan asker, Mihmandarın aşkından Lailaheilllah demiş saldırmışlar. Ne sur dayanır ne kale, ondan sonra girilmiş İstanbul’a.
Yahya Kemal garip bir adam işte o günleri yazmış imaja bak şiirin adı.
İstanbul'un Fethini Gören Üsküdar
Üsküdar bir ulu rüyâyı görenler şehri,
Seni gıptayle hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul\'u fethettiğimiz mutlu günü.
Elli üç gün ne mehâbetli temâşa idi o.
Sanki halkın uyanık gördüğü rüyâ idi o.
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan,
Canlanır levhâsı hâlâ beşer ettikçe hayâl
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı\'dan bir yeni şiddetle daha.
Şanlı namıyle "büyük top" denilen ejderha.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece.
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç\'e
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak.
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul\'a yüzbin meleğin uçtuğunu,
Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.
Tarih okumak başka tarihle dolu olmak, tarihle bakmak başka. İşte Yahya Kemal öyle bir adam. Bütün heyeti ile apokaliptik imajlar ile dolu olan bu şiiri düşünen kafa İstanbul için neler düşünmüş. Üsküdar’ı İstanbul’un fethini seyreden bir insan gibi tasarlamış, büyük hayaller ve imajlar büyük insanlarındır. Nasıl Kur’an, semavi bir büyük gözün gördüğüdür, büyük imajların okyanusudur, nice bedevi sözdeki kuvveti hayal ve ifadeyi görünce secdeye kapanmış, biz de namazda secdeye o azamete secde etmiyor muyuz sanki? Ne mutlu milletiz içimizden ne kadar büyük insanlar çıkarmış Allah u zülcelal.
Başını secdeye koyduğunda kendini Kabe önünde gören evliyai azimenin toprakları, bu topraklar. Bu yüzden Akif, “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı” diyor.
Yavuz hakkında şiir yazmak Osmanlı üdebasının medarı iftiharı bir tutum ve faaliyet. Yavuz Sultan Selim’e Yahya Kemal, Selimname diye bir roman gibi kaside yazmış. Kırkıncı Hoca da bu geleneğe uyarak Yavuz Sultan Selim diye bir kitap yazmış, her İstanbul’a gittiğinde ev sahibine uğramayı adet edinmiş bir büyük adam. Biz Müslüman Türk uğradığımız her şehrin önce velisine uğrar şehirde dolaşma icazeti alır sonra şehre gireriz. Hocam Saygıdeğer büyüğüm Önder Göçkün her Konya’ya gidişinde önce Hazreti Piri ziyaret eder, sonra şehre girer. Kalbinin üstünde aklıyla yürüyen adamdır Önder Hocam. ”Himmet her gittiğimde önce hazrete uğrar uhrevi sohbetimi eder, sonra şehre girerim, şayet unutsam giderim kapanmış bana ceza vermiş büyük şeyhim” derdi. Hocamla yaşarken dünyayı tebessüm tiyatrosu gibi görürdüm, öylesine bir adamdır, Allah ömrünü uzun etsin darı uhrada Cenab-ı Mevlana’nın yaranından etsin.
Bediüzzaman ancak Osmanlı dönemi ve kafasıyla anlaşılır. 1920’den sonra ortaya çıkan hasta ideolojik kalıplar ile o yorumlanmaz. Onun her hareketinde bir sembolizm ve şumül vardır, vakalar vaka olarak kalmakla birlikte taammüm eder. İstanbul’da Yavuz ve Fatih hazretlerini ziyaret etmiş. Bu hoperlörle izah edilecek bir konu değil, bu varış ve ziyaret bize onu izah eder, başka ne söylesen lafı güzaf.
Türkiye bir kültür felsefesi edinmişti, yeni dönemde birileri yine sınırlı bir dünya görüşü ile şöven bir tasarıma götürmeye çalışıyor. Azıcık zayıflık eseri görününce kurtlar tarlaya saldırıyor. Allah’ım bizi mazinin kavgalı günlerine götürme, bize akıl, kemal ve izan ver.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.