Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

İstibdad, meşrutiyet ve demokrasi

Bediüzzaman istibdadın ve he nevi baskının hayvanlıktan geldiğini, insanlığın tekâmülü ile istibdadın kalkacağını belirtir. “Müstebit bir kurt, bîçâre koyunu parça parça etmek, dâimâ kavî, zayıfı ezmek, hayvanların birinci düstur ve kavânîn-i esasiyesindendir” (Münâzarat, 1996, s.37) der.

Sonra devamla “şeriat âleme nüzul etti; tâ ki, zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin. İnsanlığa sürülen siyah bir leke olan İstibdadı izale etsin. Peygamberimizin gayreti ve sahabelerin uygulamaları ile “Asr-ı Saadet” denilen “Hulefa-i Raşidin” döneminde izale etti ve hürriyetin en geniş uygulamasını gösterdi. Ama ne yazık ki, zaman ve mekânın tesiri, insanların cehaleti sebebi ile hilâfet saltanata dönüşerek İstibdad yeniden canlandı. Yezid zamanında daha da güçlenince Hz. Hüseyin (ra) “Hürriyet-i Şer’iye”  kılıcını çekti ve istibdadın başına havale etti. Fakat ne çare ki, istibdadın kuvveti olan cehalet ve vahşet, her taraftan gelerek Yezid’in istibdadına güç ve kuvvet verdi” (Münazarat, 37-38) demektedir.

İslam’a göre idareci halkın ağası, hâkimi ve âmiri değildir. “İdareci halkın hâdimi ve hizmetçisidir.” (Keşfu’l-Hafa, 1:436) Halka hizmet etmek için seçilir ve hizmet ettiği sürece halkın seyyidi ve efendisi olur. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin “Şeriat âleme gelmiş tâ, istibdadı ve zâlimâne tahakkümü mahvetsin” ifadesi (Divan-ı Harb-i Örfi, 1993, s. 22) peygamberimizin (sav) bu hadisinin, şeriatın bu düsturunun uygulamasıdır.

Bediüzzaman daha sonra doğudaki aşiret ağalarına, tekke mensubu şeyhlere ve ulemaya “şeriata muhalif” diye karşı çıktıkları Meşrutiyeti anlatırken aynı hadis-i şerifi delil göstererek “Kavmin efendisi ona hizmet edendir” hadisi meşrutiyetli reise misâl-i müşahhastır” der. (Münazarat, 36)

Medrese ve tekke mensubu olan ulema ve şeyhler Bediüzzaman’a sorarlar. “Ne alakası var? Sen nasıl olur da şimdiki meşrutiyeti hilafet ve saltanata kıyas edersin? Aralarında asırlar var. Biz saltanatta adalet gördük, meşrutiyette baskı gördük” derler. Bediüzzaman onlara cevap verir: “Meşrutiyette kuvvet şahısta değil, kanundadır; şahıs hiçtir. Sadece kanunun uygulayıcısıdır. İstibdadda ise, kuvvet şahısta olur, kanunun da kendi keyfine tâbî eder. (Bu kanunun şeriat kanunu, medeni kanun olması fark etmez. Müstebit, şeriat kanunu ile de keyfî olarak pek çok zulüm ve haksızlık yapabilir, yalancı şahitler tutar, hâkimi yanıltır, iftira eder) Ayrı zamanlarda ayrı ayrı libaslar giyerek ortaya çıkabilir. Bu zamanın modası gereği hürriyet ve adalet meşrutiyet libasını giymiştir. Şunu da bilmek gerekir ki İstibdad kendi döneminde hükmünü tam olarak icra etmediği gibi, meşrutiyet de kendi döneminde tam olarak hükmünü icra etmeyebilir. İstibdad döneminde adalet ve hürriyet tamamen yok olmadığı gibi, meşrutiyet döneminde de zulüm ve haksızlık tamamen yok olmaz. İdareciden idareciye değişir. Kâinatta gâlib-i mutlak hayır olduğu için, çoğu zaman meşrutiyet hükmünü icra etmiştir. Mücadele devamlıdır.” (Münazarat, 38)

“Meşrutiyetin ilan edildiği dönemde meydana gelen bütün olayların meşrutiyetten kaynaklanmayacağını” belirten Bediüzzaman “hiçbir şeyin yüzde yüz mükemmel olmayacağına, dünya şartlarının buna müsait de olmadığına” dikkatlerimizi çeker. İnsanların şeriatın bütün kurallarını ve dinin bütün emirlerini tamamen yapmasının da mümkün olmadığını söyleyerek “hangi şey vardır ki, her cihette şeriata muvafık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvali şeriata mutabık olsun? Öyle ise bir şahs-i mânevi olan (meşrutî) hükümet dahi mâsum olamaz; ancak Eflâtun-u İlâhînin “Medine-i fâzıla-i hayaliyesinde mâsum olabilir” der. (Münazarat, 39) Bediüzzaman burada Yunan filozofu Platon’un “Erdemliler İdaresi” dediği mükemmel idare şeklinin ancak hayalî bir toplum ve hayâlî bir idare sistemi, bir ütopya olduğunu ifade ederek gayet beliğ bir şekilde tenkit eder. Buradan yola çıkarak da Ziya Paşa’nın “Onlar ki âleme verirler nizamat / Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde” mısralarını hatırlatırcasına kendileri mükemmel olmayan insanların mükemmel bir idareye sahip olamayacaklarına da dikkatimizi çeker.

Hiçbir şey birden mükemmel olmaz. Kâinatta her şey “tekâmül kanununa tabidir.” Zamanla kemalini bulur. Bediüzzaman bunu da şöyle izah eder: “Hükümet (Meşrutiyet hükümeti) iyi bir adamdır. Pislerin libasını giymişti. Biz o libası yıkamak ve yırtmak istedik olmadı. Zamana bıraktık ki yavaş yavaş yırtılsın. Evet, namaz kılıyordu, kıbleyi tanımıyordu; sonra tanıdı ve tanıyacaktır. Ehven-i şerreyn bir adalet-i izafiyedir. Geçici bir karanlık da olsa sonu aydınlık olacaktır” der. (Münazarat, 39)

Bediüzzaman meşrutiyetin meşveret ile ilgisine de dikkat çekerek “Eğer, meşveret şeriattan bir parmak ayrılırsa, eski hal olan istibdat, (tek kişinin idaresi) yüz arşın ayrılmıştır” diyerek meşrutiyetin şeriata yakınlaştığını, padişah idarelerinin ise şeriata daha uzak olduğunu söyler.

“Neden makine-i ahval güzelce işlemiyor?” diyenlere de “Zira, tecrübe, hamiyet, nur-u kalb ve nur-u fikri cemedenler, vezaife kifayet etmezler. Bâzı ehl-i gayret ve hamiyette, meyl-i tahrip meleke olmuş; tamire pek alışık değildir. Bâzı ehl-i tecrübe ve tâmir ise, eskisine meyleder, istidatları pek müsait değildir. Demek bize bir nesl-i cedit lâzımdır” (Münazarat, 39-40) ifadeleri ile izah eder.

Zaman içinde hükümetlerin ve insanların değişerek daha da mükemmele doğru gelişme kaydedeceğini belirten Bediüzzaman Demokrat Parti ile “Demokrasi” dönemine geçilince daha önce Meşrutiyeti savunduğu ve delil olarak ortaya koyduğu “Kavmin efendisi ona hizmet edendir” hadisini yeniden nazara verir. “Kalbe ihtar edilen içtimai hayatımıza ait bir hakikat” başlığı altında şu hakikati ders verir: “İslamiyet’in bir kanun-u esâsisi olan “Memuriyet, emirlik ise; reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır” (Mişkâtu’l-Mesabih, Hadis No:3925; Keşfu’l-Hafa, 1:436) Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslamiyet’in bu kânun-u esasisine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer, İstibdad mutlak keyfî olur” (Emirdağ Lâhikası, 2006 s. 747)

Bediüzzaman esasa bakmakta ve teferruat ile meşgul olmamaktadır. İsme ve resme değil, hakikate ve esasa bakmaktadır. İsmi ister şeriat ve hilafet olsun, isterse meşrutiyet ve demokrasi ismine bakarak kabul ve reddetmez. İçinde İstibdad var mı, yok mu, ona bakar. Bu sebeple “Tebeddül-ü esma ile hakâik tebeddül etmez. İstibdad ne şekilde gelirse gelsin, meşrutiyet libasını giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım” de. (Divan-ı Harb-i Örfi, 40)

Demokratlık “demokrasi taraftarlığı, demokrasiyi savunmak” anlamında bir kelimedir. Gerek Risale-i Nur Lügatlerinde, gerekse Osmanlıca-Türkçe Lügatte bu kelimenin anlamı böyledir. Bediüzzaman’ın bir başka manada bu kelimeyi zikrettiğini zannetmiyorum. Demokrat Parti, CHP istibdadına karşı Demokrasi’yi savunarak iktidara gelmiştir. Bediüzzaman onların şahsına değil, savundukları sisteme destek vererek onlar lehine oy kullanmış ve talebelerine de desteklemelerini söylemiştir. Bediüzzaman’ın Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın şahıslarını tasvip ederek veya Isparta milletvekili adayı Tevfik Tığlı’nın şahsını severek ona oy vereceğini zannetmem. Kimse de bunu söyleyemez. Bediüzzaman’ın hayatta olan yakın talebeleri de bunu iddia etmiyorlar.

Peki, Bediüzzaman Demokratlar, Ahrarlar dediği DP’ye neden destek oldu? Neden onların lehinde mektuplar yazdı? Bunun sebebini Bediüzzaman şöyle izah eder: “Eski tahribatı tamirata başlayan hakiki vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakıyetlerine çok dua ediyorum. İnşallah o ahrarlar istibdâd-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.” (Emirdağ Lâhikası, 520) 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.