Metin KARABAŞOĞLU
İyi insanlar için
Geçen günün sabahı, kahvaltı sofrasında, bir ölüm haberi aldım. Telefondaki ses, doğup büyüdüğüm diyardan tanıdığım bir ismin vefat haberini veriyordu.
Haberi duyduğumda, hâfızamın o isimle ilgili kayıtları bir film şeridi gibi akıp geçti zihnimden. Ömrünün üçte ikiden fazlasını doğup büyüdüğü diyarın dışında geçirmiş biri olarak kendisiyle öyle seneler boyu sabah-akşam beraberliğim yoktu gerçi. Ama her sene en az altı kez ana-baba ocağını ziyaret edegelmiş biri olarak, onu da hemen her sene bilhassa bayram ziyaretleri esnasında muhakkak görüyordum.
Onunla ilgili, hâfızamdan zihnime akan kırk küsur senelik kayıtlar arasında olumsuz bir not, kayıt, hatıra, izlenim yoktu. Hep insanların iyiliğini düşünen, elden geldiğince de iyilik yapmaya çalışan, kötülük gördüğü kişiler için bile kötülük düşünmeyen, helâlinden çalışmaya azmetmiş, aza kanaat etmiş, ev geçindirmek için gece-gündüz yorulmaktan yüksünmemiş bir isim…
Lâkin, bir insanı gerçekten hayırla anılmaya lâyık kılan böylesi hasletlere mukabil, hayatları bir şekilde ona değmiş üçyüz-beşyüz kişi hariç koca bir insanlık için varlığı da yokluğu da bilinmeyecek şekilde yaşamış ve ölmüştü işte... Şöhret değildi zira, mevki makam sahibi biri değildi, servet ve iktidar sahibi biri hiç değildi. Emeğiyle yaşayan, emekliliğinden sonra da emeğiyle yaşamaya devam eden, sonra ağır bir hastalıkla sınanıp ihtiyar da sayılmayacak bir yaşta göçüp giden biri…
Hâfızamdan zihnime akan karelerin eşliğinde bunları düşünürken, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın haline imrendiği, ‘dünyadan nasibi az’ kişiye dair hadis geldi aklıma. “Benim nazarımda en ziyade gıpta etmeye değer kimse şu evsafı taşıyan kimsedir” diyerek, şu kişiyi tarif ediyordu Resûl-i Ekrem: “(Dünyalık yükü ve) hâli hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde gizli kalmış ve kendisine (toplum içinde) iltifat edilmemiş mü’mindir. Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına) yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de çabuk geldi, az miras bıraktı, kendisi için mâtem tutan kadın da az oldu.”
Yunus Emre’nin meşhur “Şöyle Garip Bencileyin” ilahisine ilham sebebi olduğunu düşündüğüm hadistir bu. Ölüm haberini aldığım kişi de, üç aşağı-beş yukarı böyle yaşamıştı işte.
Ama değeri maddede, güçte, şöhrette, makamda arayan gözler açısından—ki gözlerin çoğu yazık ki böyledir—görülmeye değmez bir hayattı onun yaşadığı. İnsanlar içinde gizli kalmış, toplum içinde kendisine pek iltifat edilmemiş, rızkı zarurî ihtiyaçlarına yetecek kadar bir hayat; üstelik ağır bir hastalıkla nisbeten çabuk gelen bir ölüm…
Zihnim o haber, hatıralar, hadis arasında mekik dokurken, bu şekilde yaşamış ve ölmüş başkaca isimler de taşındı aklıma. Baksanız, bir marangoz olarak toplum içinde farkedilir olmayan bir hayat yaşayan; ama haliyle, ahlâkıyla, fikriyle ve ibadetiyle ben dahil nice insanın namazla, Kur’ân’la, hadisle, risaleyle tanışmasına vesile olan merhum Ahmet ağabeyim meselâ. Anneannem meselâ. Bir ağır hastalıkla imtihan olunup genç yaşta göçüp giden Tarık kardeşim meselâ. Daha üniversite yolunun yarısına varmamışken amansız bir hastalıkla terk-i diyar eyleyen mahalle ve okul arkadaşım Bayram meselâ…
Zihnimi yokladığımda, hatıraları bir film şeridi gibi hayal gözümün önünden akıp gittiğinde, bir kara nokta, bir bulanık iz olmayan; hâfıza arşivinde kötülük yaptıklarına ve kötülük düşündüklerine dair tek bir kaydın dahi olmadığı insanlar… Hep iyilik düşündüklerine ve ellerinden geldiğince iyi olmaya, iyilik yapmaya çalıştıklarına şahit olduğum; lâkin ‘büyük’lere, ‘daha da büyük’lere, ‘en büyük’lere, ‘şöhret’lere, ‘muktedir’lere, ‘güçlü’lere, mevki-makam edinenlere odaklanmış gözlerin ya hiç görmediği, görse de en fazla küçük gördüğü isimler…
Ama hayatları ve hatıralarıyla iyilik düşündüren, değdikleri hayatlarda iyiliğin izini ve davetini bırakan isimler…
Rabbim hayırlı ömürler versin, halen hayatta olan böyle isimler de biliyorum. Hiçbir zaman hiçbir kimse için, geçin yapmayı, kötülük düşünürken dahi görmediğim melek ruhlu isimler…
Dünyanın kendi etrafında döndüğünü, işler yürüyorsa sayelerinde yürüdüğünü zanneden büyük isimler var, biliyoruz. Dünyanın gerçekten de bu zannın sahibi kişilerin etrafında döndüğünü düşünen başkaları da var, biliyoruz.
Ama inanın, başımıza hâlâ kıyamet kopmamışsa, dünyaya dair hâlâ bir ümit varsa, hayatı hâlâ güzel görüyorsak, değdikleri hayata, girdikleri kalbe, temas ettikleri ortama güzel bakmayı, güzel görmeyi, güzel düşünmeyi ilham eden isimsiz kahramanlar sayesinde bu mümkün oluyor.
Sözün gelişi isimsiz dedim, elbette onların da isimleri var. Ama değdikleri üçyüz-beşyüz hayat dışında, koca bir insanlık için isimsiz, meçhul kişiler onlar.
Bana kalırsa, dünya onların etrafında dönüyor. Çünkü onlar değdikleri hayatlara iyiliği ilham ederek hayrı, iyiliği, güzelliği çoğaltıyor; şerrin, kötülüğün, çirkinliğin pervasızlığına bir had çiziyor.
Dönüp bakın, sizlerin hayatına da değen böyle isimler göreceksiniz. Hayatınıza iyiliğin dersini ve ilhamını verip de göçüp gitmiş olanlar, bu dersi hayatlarıyla vermeye devam edenler…
Büyük aramasın gözünüz; onlardan ders alın, iyi görün, iyilik görün, güzel görün, güzellik görün.
Büyük düşünmesin aklınız; onlardan mülhem, iyi düşünsün, iyilik düşünsün, güzel düşünsün, güzellik düşünsün.
Ama hayatta iken, o ismi bilinmez iyilere kıymetlerinin bilindiğini de hissettirin ne olur. Hissettirmeseniz bile onlar iyilik düşünmeye devam ederler gerçi. Ama hissettirirseniz, marifeti iltifata tâbi olanlar dahi belki iyilik düşünmeye başlar ve dünya iyice güzelleşir…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.