Ekrem KILIÇ
Kaçıncı Cem Vak’ası?
Târih okuyanlar bilirler; saltanat uğruna nice başlar fedâ edilmiş, nice ocaklar söndürülmüştür. İnsanlığın bu önüne geçilmez hırsı, her çağda kendini gösterir. Bizim târihimizdeki acı sayfalardan biri de Cem Sultan hâdisesidir. Bu bahtsız ve tahtsız Osmanlı şehzâdesi, ne yazık ki, babası büyük Fâtîh Sultan Mehmed’in kanûn hâline getirdiği bir geleneğe kurbân gitmiştir. Devletin – daha doğrusu saltanatın – selâmeti için, kardeşlerden en büyüğü, en reşîdi veyâ en güçlüsünün başa geçmesi; dîğerlerinin de sonradan bir gaile açmaması için öldürülmesi şeklindeki zâlimâne kaide gereğince ortadan kaldırılmıştır.
Olay, şehzâde Cem’in frengistana gitmek üzere, Akdenizde yuvalanmış Rodos Şövalyeleri aracılığı ile Papalığa sığındığı, onların elinde oyuncak olduğu, ne kurtulabildiği, ne geri dönebildiği, sonunda kim bilir hangi pazarlıklar sonucu zehirlenmek sûretiyle öldürüldüğü şeklinde özetlenebilir. Allâh kimsenin başına benzerini vermesin.
Efendim, bu girizgâhtan sonra, günümüzün şehzâdelikle filân alâkası olmayan Cem’ine gelelim. Bu sarışın, mâvî – ondan önemlisi hayli açık – gözlü genç adam; zamânın fırsatlarını iyi değerlendirip kolay yoldan zengin oldu. Mal toplarken, bir toplama hatâsı yapıp, Sam Amca’nın nasırına bastı. Yine kolay yoldan iktidâra ulaşmak ve ABD’yi arkadan dolaşmak için hayli ter ve para döktü. Kurduğu parti ile parsayı toplayacağını varsaydı.
Bütün toplantılarında lahmâcûn, köfte, ayran, baklava, börek dağıtarak büyük kalabalıkları toplamayı başardı. Mazotun litresi 1 lira, işsiz her vatandaşın maaşı 1000 lira olacaktı. Çalışanlara yılda 18 aylık ücret, 60 gün izin verecekti. Kısaca iktidâr bizim, paralar sizin diyecekti. Devleti âfiyetle yiyecekti. Bol keseden, herkese at, avrat, pusat.. (pardon, bu başka bir propagandacıya âit idi galibâ) ev, araba, aş, iş, eş beleş beleş verecekti. Yutan yutmuş, propaganda tutmuş, vatandaş hayrân hayrân dinlerken, bedâva kebap yiyip ayran içerken, koltuk sevdâlıları sonunda sıranın geldiği hayâliyle kendilerinden geçerken, seçmenler seçtiğini seçerken, sandıklardan düşen oylar, “Oooy! Oyyy! “ diye feryâd ü figana başlayınca, tatlı düşler, ümitli gülüşler kâbûsa döndü. Heyecanlar söndü. Kebap öldü, ortaklık bitti. Birkaç şaşkın dışında, millet bırakıp gitti.
İlle de sarışın ve mâvî gözlü bir kurtarıcı bekleyen kesim hâriç; banka-zedeler, bono-zedeler, fâiz-zedeler, zarar-dîdeler, boş mîdeler, sızlayan vicdânlar, boynu büyük cüzdânlar, ümitlerini yitirenler, hayâllerini bitirenler karşı safa geçti. Lâkin, vakit çok geçti. Bu kadar saflık onlarda, bu kadar cinlik de Cemlerde cem etti mi, illâ ki, böyle vak’alar olmuştur, olur, olacaktır… Bâzılarının cepleri boşalırken, bâzılarının kasaları dolacaktır.
Mertlikten bîhaber olanlar: “Yiğitliğin onda dokuzu kaçmak, onda biri de hiç görünmemektir.” demişler. Adamına göre değişen bir hakîkat! Ama, değişmeyen bir hakîkat var ki, atı alan Akdeniz’i geçmiştir. İsimler, resimler değişmiş; hâdise değişmemiştir. Memleketimizde nice korkmaz, yiğitler görülmüştür. Bunlar tarafından halkın malı sömürülmüş, defteri dürülmüştür. Boşuna dememişler: “Târih, tekerrürden ibârettir.” (Böyle acâib laflar edince insan kendini Aristoteles sanıyor.)
Sonunda bizim ikinci Cem de, Akdeniz ve adalar yoluyla, frengistanı boylamıştır. Birinci Cem’in yaptığı hatâyı aynen işlemiştir. Târihten ders almamış, Akdeniz’e ters dalmıştır. Zâten, ne geldi ise, hesabının bu zayıflığı yüzünden başına gelmiştir. Mehter marşı ile gelememiş; İzmir marşı ile firâra mecbûr olmuştur. Seçimi kazanıp, kırmızı pasaportla gideceği yerlerden, şimdi kırmızı bültenle aranarak geri getirilmeye teşebbüs edilmiştir.
Halbuki, bir zamanlar bir sardalye kutusu ile karaya çıkacak, câhil halkın yaptığını yıkacak, milletin ümüğünü sıkacak, demokrasi çanına ot tıkacaktı. Tankların, topların, mühimmâtın dayanılmaz ağırlığı altında sarsılan rejimi yeniden ihyâ edecekti. Mürtecîler Îrân’a, Suudî Arabistan’a gidecekti. Rusya, Çin, Amerika atraksiyonlarla dengeye konulacak, arta kalan ufacık ufacık devletler yolunacaktı. Millet zil takıp döğünecek, ikinci kez elimize geçen bu sarışın mâvî gözlü liderimizle bütün dünyâ öğünecekti.
Yazık, yazık ki böyle bir fırsat kaçırıldı! Aklımızı kaçırsaydık da, bu ikinci Cem’i kaçırmasaydık; yazık, çok yazık!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.